Açıklık ve kapalılık dendiği zaman akla kadın gelir. Haliyle tartışmanın objesi ya da öznesi hep kadındır.
Kadınların giyim ve kuşam durumunu kadınlar tartışması gerekirken, nedense bu tartışmanın tarafları da hep erkekler. Hep erkekler kadınlara ayar vermeye çalışıyor. Erkeklerin gündeminde olan giyim kuşam nedir?
Adına açıklık, çıplaklık, teşhir, müstehcenlik ya da kapalılık her ne dersek diyelim, giyim kuşam görecelidir. Kişinin yetişme tarzına, düşüncesine, fikrine, zikrine, inancına, hayat felsefesine, bölgesine ve ortamına göre farklılık gösterir. Birinin çok kapalı dediği diğerine göre açık, birinin çok açık dediği diğerine göre açık olmayabilir.
Bunun kıstası, toplumun ortak yaşam kültürü ve toplumsal normun oluşmasıdır. Bunu oluşturamayınca, giyim kuşam üzerinden tartışmayı da bitirmiyoruz. Belki de bitirmek istemiyoruz.
Evet, kadınların çoğu giyim ve kuşamı bu ülkede bir problemdir. Toplumsal norm oluşturmadığımız müddetçe bu problem devam edecek.
Problem sadece çıplak giyimde değil, sayıları az olmakla beraber kapalılık da bu ülkede problemdir. Bu iki hal de aşırılıktır bu ülkede. Aşırı çıplakları konuşurken aşırı kapalıları da ele almak lazım.
Kişiden kişiye giyim kuşamı değerlendirmek farklılık gösterse de kadının çok dekolte giyinmesi, göbek, bel ve sırtının görünmesi, göğüslerinin bir kısmının teşhir edilmesi, diz kapağının üstüne çıkacak şekilde kısa etek giyilmesi, sadece cinsiyet organlarını kapatacak şekilde şort türü kısa pantolon giyilmesi, üzerinde elbise olduğu halde elbisenin darlığından vücut azalarının görünmesi, iç çamaşırı veya yatak kıyafetiyle vücudun teşhiri gibi görüntü aşırılık iken; el, yüz ve göze varıncaya kadar vücudu tamamen kapatmak da normal değildir.
Biz erkekler oturup kalkıp kadınların giyimini konuşsak da kadınlar özellikle genç kızlar bildiğini okuyor. Çoğu moda rüzgarına kapılmış, açıldıkça açılıyor. Yeter ki stilistler her yıl yeni bir giyim piyasaya sürmüş olsun. Gönüllü müşterileri çok.
Çoğu kimsenin, kadınların bile bu tür moda esiri giyim kuşamdan rahatsız olmasına bir şey diyebiliyor mu? Anne babalar bile çocuğunun giyiminden rahatsız ama ellerinden bir şey gelmiyor. Eskisi gibi mahalle baskısı da yok. Bugün birine vücudun çıplak demeye kalksan, alacağın en hafif cevap, sen ahlak zabıtası mısın? Anam mısın, babam mısın? Sana ne, git işine diyecek. Anne babalar bile bir şey diyemiyor.
Yine rahatsız olduğumuz bu tür giyim kuşamda, toplumsal normu nasıl oluşturabiliriz üzerine kafa yoracağımız yerde, işin ucuzluğuna kaçıyoruz. Hemen kutuplaşıyoruz. Bir kesim, "Kadının örtünmesi ve kapalı olması dinin bir emri. Örtünenler Allah'ın emrini yerine getiriyor. Açık ve çıplaklar ise toplumun ahlakını bozuyor. Buna hakları yok. Bu ülke Müslüman bir ülke" derken, açık ve çıplaklığı savunanlar ise "Bu çağda bu şekil kapalılık olur mu? Hangi çağda yaşıyoruz? Sen nasıl örtünüyorsan, onun da açılıp saçılma hakkı var. Karışmayın" türünden bir şeyler söylüyor.
Açıklık ve kapalılıkta iki kutup birbirinden beslene dursun. Toplumsal barışı bozmamak adına, ortak bir yaşam kültürü ve toplumsal norm oluşturmak zorundayız. Asgari müşterekte buluşmalıyız. Topluma düşen, içimize sinse de sinmese de herkes herkesin giyimine ya da giyimsizliğine saygı göstermektir. Kendi giyim ve kuşamımızı başkasına dayatmamaktır. Aba altından sopa göstermemektir. Birbirimize giyim ve kuşam üzerinden ayar vermemek, had bildirmeye kalkmamaktır.
Burada herkes zaten istediği şekilde giyiniyor, kimse kimseye karışmıyor denebilir. Sosyal medyaya bakılırsa herkes herkesin giyimine karışıyor ve müdahale ediyor. Bu ülkenin toplumsal barışı için laik seküler insanlar veya modern hayat tarzını benimseyenler, kendilerine yakışan istediği kıyafeti giysin. Ama giydiği kıyafeti herkes giyecek diye dayatmasın. Bunun adı laikçilik ve sekülercilik olur. Aynı şekilde dindar ve mütedeyyin insanlar da dinin emri gereği istediği şekilde giyinsin. Giydiği bu kıyafeti kimseye dayatmaya kalkmasın. Bunun adı da dindarcılık ve dincilik olur. Her iki kesim de kendine baksın. Birbirine hayatı zindan etmesin.
Eee, bırakalım da herkes istediği gibi giyinsin mi diyebiliriz. Anne babanın bile aciz kaldığı giyim ya da giyimsizlikte bize ne düşer. Ancak ortam ve zamanlamaya riayet ederek hukukumuz olan kişilere bu rahatsızlığımızı dile getirebiliriz. Kişileri tanımadan, arada hukuk yokken müdahale her zaman ters teper. Olacak şeyi de yokuşa sürer.
Giyim ve kuşamda bu aşırılıkların sebepleri üzerinde de durmak zorundayız. Yoksa ortaya nem ne şekil bir ürün çıktığı zaman bunlar da böyle giyinerek çok olmaya başladı demeye başlarız.
Bence giyim kuşamda aşırılığın temelinde; ilk, orta ve lisede çocuklara tek tip, tek renk kıyafet dayatması üzerinde durmak gerek. Bu çocuklar tek tip kıyafete okul sonrası hayır diyor. İstemediği ve sevmediği formadan kurtulduktan sonra aşırı giyimle içindeki özlemi gideriyor. Okullara düzen, tertip gelsin diye her öğrenciyi aynı tip renk ve elbiseye girdirmekten ziyade, onlara okul boyunca denetimli serbestlik içerinde eğitim ve öğretim yapmalarına imkan verebilirdik. Pekala bu çocuklara "Şu şu kriterlere riayet ederek istediğiniz kıyafetle okula gelebilirsin" diyebilseydik. Buna rağmen anormal kıyafetle okula gelen öğrencilerle tek tek görüşmek suretiyle onları karşımıza alıp onları ikna etme yoluna gidebilseydik. Nedense işin kolayına kaçıp toptancılık yolunu seçtik. Kişileri birey olmaya yöneltmekten ziyade sürü psikolojisine ve toptancı anlayışa uymasını dayattık.
Açıklık ve kapalılık üzerinde ne kadar yazıp çizersek çizelim, ne kadar konuşursak konuşalım, toplum giyim kuşamda bildiğini okuyor. Kimse kimseye bir şey diyemiyor. Bugün dindar ve mütedeyyin insanların çocukları da aile yapısına ters bir giyim ve kuşamı giyer oldu. Eskidenmiş, anasına bak, kızını al sözü. Bugün anne tesettürlü, kızının göbeği açık. Herhalde bu örnek bile toplumun gidişatına dair bize bilgi verir.
Hasılı, giyim kuşam üzerinden bölünmeyelim. Kendi giyim tarzımızı başkasına dayatmayalım. Cadde ve sokaklar vücudunu teşhir edenlerle dolu deyip bir şeylerin pimini ateşlemeyelim. Ahlaki yozlaşma ve çıplaklık aldı başını gitti. Gördükçe günah işleniyor demeyelim. Bu toplum içinde kimseyi kırmadan, dökmeden yaşayalım. Dağda evliya olmayı bırakıp şehirde evliya olmanın yollarına bakalım. Unutmayalım ki şehirde evliyalığı seçmek herkesin değil, er kişinin işi. Şehirde evliya olmak her türlü kötülük ve müstehcenlikten kişinin kendisini korumak anlamına geldiği için kimsenin giyim, kuşamından etkilenmez. Dağda evliyalığı seçen ise kendi nefsine güvenemez ve kötülük işlemeye meyyaldir. Dağdaki evliyanın evliyalığı şehre kadardır. Ama şehirdekinin evliyalığı dağ, bayır, şehir her yerde sürer. Sahi dağda mı evliya olmak istersiniz, şehirde mi?
Not: Dağ ve şehir evliyası nasıl olur diye merak edenler, bu konuya dair ilgili hikayeyi sanal medyadan bulup okuyabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder