15 Temmuz 2025 Salı

Genç İşsizlerde Derecemiz

Avrupa ülkeleri arasında 2024 yılına ait işsiz üniversite mezunları istatiği önüme düştü. Saydım. 34 ülke içerisinde Türkiye'yi bulmada zorlanmadım. Çünkü 9,2 ile ilk sırada yer bulmuşuz. En yakın takipçimiz Bosna Hersek'e 1,4 fark atmışız. Daha yakın zamanda battı diye duyduğumuz Yunanistan 7,3 ile üçüncü sırada. Bu ülkeye bile neredeyse 1,9 fark atmışız. İşsizlik yüzdesi en düşük ülkelere baktım. 1,4 ile Polonya ve Çekya'yı gördüm.

Gönül isterdi ki bu istatistik sıralamasında ülkemiz en altlarda olsun. Gel gör ki bu iş gönül ile olmuyor.

Şu var ki bu tablo üzücü. Her türlü işsizlik kötü ve istenen bir durum değil ama üniversite mezununun işsiz kalması en kötüsü. Çocuğumuz 22-24 yaşına kadar okusun. Ondan sonra da işsiz kalsın. Kendi bitirdiği sahasında iş bulamazsa, bu üniversite mezunlarına iş bulmak çok zor. Ne bu gençler gidip bir yerde çalışabilir ne de bir işyeri gel burada çalış der. Öyle ya bu gençler nerede çalışır, kim iş verir.

Üniversite mezunları arasında bu yüksek işsizlik oranı, bir zamanlar okumadığıma eşekler gibi pişmanım pişmanlığından, okuduğuma eşekler gibi pişmanım pişmanlığını şimdiki gençler dillendirirse hiç şaşırmam.

22-24 yaş aralığında mezun olduktan sonra işsiz kalacağını bilen bir genç hayata dolu dolu bakamaz. Önünü göremez. Ne yapıp ne edeyim diye ancak kara kara düşünür ve bir karamsarlık hakim olur. Kolay kolay ev-bark sahibi olmaya yanaşmaz. Haliyle bu işsizlik oranı gençleri geleceğe umutla bakmaya sevk edemez.

Bu yüksek işsizlik oranı ülkemizde her alanda olduğu gibi insan kaynağı yönünle de bir planlamamızın olmadığının bir göstergesidir. Halbuki devletin ilgili kurumu her yıl hangi branş, meslek ve okul mezunlarının önümüzdeki beş yıl sonra kamu ve özelde ne kadar istihdama ihtiyaç olduğunu pekala açıklayabilir. Ama yapılmıyor. Çünkü devlette, "Ben gençlerin okumadı için üniversite ve fakülte açarım. Okumalarının önünü açarım. Gerisine karışmam" anlayışı hakim. Bu anlayış teşbihte hata olmasın şuna benzer. Bir anne babanın çocuğunu doğurduktan sonra ben ona bakmak zorunda değilim demesine benzer. Bu durum yine “Saldım çayıra, Mevla kayıra” sözüne benzer.

Yeniden işsizlik oranına dönersem, Avrupa ülkeleri arasındaki üniversiteli işsiz şampiyonluğumuz tek şampiyonluk değil. Enflasyonda, hayat pahalılığında, faiz oranında, telefonla konuşma ve mesajlaşmada, sosyal medya kullanmada, çay ve sigara tüketiminde, değil Avrupa’da, dünyanın en başlarındayız.

Tüm bu durumumuz plansızlığımızdan mıdır, ihmallerimizin bir sonucu mudur, beceriksizliğimizin bir göstergesi midir bilinmez.

Ne edersin ki biz buyuz. Başka da bir şey beklenmesin bizden. Böyle gelmiş böyle gideceğiz. Sanırım bize biçilen rol bu. Bu rolde altta kalanların canı çıksın, kalan sağlar bizim anlayışı maalesef içimize işlemiş. Hem öyle işlemiş ki biz geldik gidiyoruz. Bizim çocuklarımız ve torunlarımız da aynı sorunlarla boğuşmaya devam edecek. Gündem çabuk değişse de bu gündem bizden bir parça olarak nesilden nesile aktarılacak. Gözüm iyi görmediğinden midir, burnum koku kalmadığından mıdır, önümü göremiyorum. Benim zaviyrmden durum bu. Siz nasıl görüyor ve okuyorsunuz bilmem. 

14 Temmuz 2025 Pazartesi

Tüp Kuyruğu

Türkiye, Selçuklu ve Osmanlı'yı da sayarsak tarihi geçmişi olan bir ülke.

Bu uzun tarihi zaman diliminde devletler yıkılmış ve yeniden kurulmuş. Toprak kazanmışız, toprak kaybetmişiz. Acı, tatlı günler ve yıllar yaşamış.

Cumhuriyet dönemi de tozpembe değil. Kuruluş aşamasından bugüne, acı, ve tatlı yıllar geçirmişiz.

Geçmişten günümüze tüm dertlerimiz bitti mi, daha iyi günler mi yaşıyoruz? Tabii ki hayır. Hiçbir ülke yoktur ki sorunsuz olsun.

Yıl 2025 olmuş. Birçok sorunumuz, yeni çıkan sorunlarla birlikte az veya çok devam ediyor: Kimi çözülmüş kimi sumen altı edilmiş kimi ötelenmiş. Yeni sorunlar ortaya çıkmış. Şu var ki teknolojiyle birlikte hayatımızda büyük kolaylıklar olduğu bir gerçek.

Bu demek değildir ki gül bahçesindeyiz. Bugün yüksek enflasyondan kaynaklı hayat pahalılığı diye bir derdimiz var. Üstelik bu hayat pahalılığı diğer krizler gibi değil. Bağımlılık yaptı, bizi sevdi. Gitmek bilmiyor. Kiraların emekli maaşını geçtiği bir ortamda, bu insanlar bu yüksek enflasyona dayanabiliyorsa demek ki bizden memnun bu ülke diye düşünüyor olmalı.

Öbür sıkıntılar zamanla geçtiği gibi bu da geçer ya hu diyorum.

Burada bu girizgahtan sonra şunu dile getirmek isterim. Kazara bir insanımız enflasyondan, hayat pahalılığından, yüksek faiz oranlarından, genç nüfusun en yüksek işsizliğinden ve geçim sıkıntısından dem vursa, sesleri yüksek çıkan tuzu kuru büyük bir çoğunluk hemen savunmaya geçiyor ve "Geçmiş tüp kuyruklarını unutmadık" diyor.

İşin garibi geçmişte o kadar sıkıntılar çekilmiş. Hepsi zamanla unutulmuş. Nedense geçmişe dair tüp kuyruğu kalmış belleklerimizde. Artık o tüp kuyruklarından ne çekildiyse. 80 öncesi yamalı bohça koalisyon hükümetlerinin beceriksizliği ya da belki de dünya krizinden kaynaklı bu tüp kuyruğu temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuyor.

Bu psikoloji, tipik bir savunma psikolojisi. Başka da aklıma bir şey gelmiyor. Bu tüp kuyruğu teranesi öyle etkili ki derdiyle dertlenmek isteyenin ağzını tıkıyor. Konuşmayı, muhabbeti ve tespiti bitiriyor. Bu sıcak havalarda bile ortamda soğuk rüzgarlar estiriyor. Halbuki suiamel misal olamaz. Gören de bugün tüp kuyruğunu savunan var sanır.

Yazımı tipik bir savunma psikolojisi ile bitireyim: ABD’li yetkililer Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ne (SSCB) bir ziyaret yapar. Rus yetkililer, misafirlerine gelişmişliklerini göstermek için yaptıkları metroyu gezdirmeye karar verir. “Efendim, metromuz şu kadar saniyeden fazla gecikmez. Zamanında durağına gelir” açıklaması yapar. ABD'li yetkililer metronun gelmesini bekler. Nedense belirtilen süre içinde metro gelmez. ABD'li yetkili, "Efendim, şu kadar saniye gecikti" deyince, Rus yetkili bunun altında kalır mı? "Ama efendim, siz de ülkenizdeki Kızılderilileri öldürdünüz" deyiverir. Bu savunma psikolojisi içindeki Rus yetkiliye ABD'li temsilci bir şey demiş mi bilmiyorum. Ama herhalde susmuştur. Öyle ya ortada konuşacak ne kaldı ki. Bu durum yani ABD'lilerin Kızılderilileri öldürmesi tıpkı bizim tüp kuyruğumuz gibi. Zira çok etkili. Siz siz olun, biri ağzını açtı mı, ona geçmiş tüp kuyruğunu hatırlatın. Zira çok etkili. En azından işin içine etmiş olursunuz.

Terörsüz Türkiye

2024 Ekim ayından bu yana Türkiye'de ve bölgemizde baş döndüren hızlı gelişmeler oluyor.

Aslında baş döndüren hızı 2023 Ekim ayının 7'sine kadar götürebiliriz. Bunun işaret fişeğini de Hamas İsrail'e saldırı düzenleyerek atılmış oldu. Bundan sonra İsrail'i durdur durdurabilirsen. Gazze'de taş üstünde taş bırakmadı. Lübnan Hizbullah'ının tüm liderlerini nokta atış öldürerek Hizbullah'ının belini kırdı. İran'a saldırdı. Hamas liderini İran'da iken şehit etti. İran'a bu gözdağı verildikten sonra İran ve Rusya desteğiyle ayakta duran Esed'e yol verildi. Bu da kellesine ödül konan ve terör listesine alınan Şara eliyle yaptırıldı. Esed'in hiçbir askeri tek kurşun atmadan Şam'ı teslim etti. Suriye'de İsrail'e tehdit olacak bir devlet yokken İsrail Suriye'nin her bir yerini bombaladı. Golon Tepelerini işgal etti.

Suriye'de bu gelişmeler yaşanırken bir işaret fişeği de Bahçeli'den geldi. DEM'e çağrı yaptı. İmralı çağrı yapsın, PKK silah bıraksın türünden bir konuşmayı 2024'ün Ekim ayında yaptı.

Bu çağrıya İmralı, Kandil ve Dem jet hızıyla olumlu yanıt verdi. İmralı sakini istenen çağrıyı yaptı. Kandil ne diyecek denirken Kandil de evet dedi. Tüm bu süreç olurken Cumhurbaşkanı da bu sürece örtülü destek verdi.

Ekimden bu yana 9 ay gibi kısa bir zaman geçti. Sembolik de olsa terör örgütü otuz teröristin silah bırakma töreni düzenledi. Silahlar yakıldı.
Bundan sonra süreç Mecliste kurulacak komisyonlarla devam edecek.

Adı konmamış bu sürece terörsüz Türkiye sloganı uygun görüldü.

Mecliste kurulacak komisyonların uyumu da terörsüz Türkiye sürecinde olduğu gibi sorunsuz yürürse, 41 yıldır teröre maruz kalan Türkiye terörden temizlenmiş olacak.

Kafamda soru işaretleri olsa da terörsüz Türkiye gerçeğinin bu ülkede vücut bulmasını, ülkemin bir daha herhangi bir terör örgütünün üssü olmamasını temenni ediyorum.

Bu sürecin adeta göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede olumlu ve hızlı ilerlemesi, aktör görünenlerden hiçbirinin bu süreci baltalamaması, örgütün şartsız silah bıraktım demesi, kısaca bu işin bu kadar kolay olması beni endişelendiriyor.

Bu iş bu kadar kolaysa, Bahçeli böyle bir çağrıyı niçin bu zamana kadar yapmadı? İmralı sakini yakalanıp yargılandığı 1999 yılından beri "devletimin emrindeyim" demişti. Örgüt üzerinde Öcalan bu kadar etkili ise bu çağrı 1999'dan beri ona niçin yaptırılmadı? Önceki süreçlerde süreci baltalayan ve söz dinlemeyen Kandil niçin "Öcalan'ın emrindeyiz" dedi? Bugüne kadar hep itici konuşmaları yapan DEM bu süreçte nasıl uslu çocuk oldu? Terörsüz Türkiye süreci, bu süreçte aktif rol oynayanların bir düşüncesi mi yoksa hepsi bir yerden emir mi aldı? Yani süreci biz mi yönetiyoruz, bir başkası mı? Evet bunlar beni düşündürüyor. Temenni ederim ki bu süreç, bu süreçte olumlu rol alanların kendi özgür düşünceleri olsun. Kısaca gülün bile dikeni varken kimsenin eline diken bile batmadan bu süreç nasıl bu noktaya geldi?

Acizane görüşüm, ülkemizdeki terörsüz Türkiye süreci, Suriye'deki gelişmelerden bağımsız değil. Son İran-İsrail savaşıyla birlikte bölgede İsrail'i tehdit edecek bir devlet kalmadı. Esed'e yol verip Şara'nın önünü açanlar Suriye'de bir hesap peşinde. Bunu uygulamaya koydular. Bu uygulamada İsrail ve ABD adına vekalet savaşı verecek PYD ve YPG'ye ihtiyaç var. Zaten terör örgütü, Kobani olayları ile birlikte Türkiye'deki ve Irak'taki örgüt elemanlarını Suriye’ye kaydırmıştı. SDG adı altında PYD adeta düzenli orduya geçti. ABD gözetiminde ülkenin yarısına hakim. Bu süreçte en büyük silah yardımını da ABD yaptı.

Uzatmayayım. Ortadoğu'yu İsrail eliyle dizayn edenler, Suriye'nin geleceğinde İsrail'i tehdit edecek bir yönetim gelmemesi için PYD'yi güç olarak orada bulunduracaklar. Sanki Türkiye'ye, "PYD/YPG/SDG=eşittir PKK demekten vazgeçin. Buna karşılık biz de Türkiye'deki PKK'ye silah bıraktıralım" dendi. İnşallah yanılırım ama aklıma başka bir şey gelmiyor.

Hülasa, terörsüz Türkiye güzel. Ama tek başına yeterli değil. Bu ülkenin terörsüz Türkiye olması için terörsüz Irak terörsüz Suriye terörsüz İran olması gerek. Çünkü biz bugüne kadar terör adına ne çekti isek, Irak ve Suriye'den çektik. PYD'nin ileriki yıllarda Türkiye'ye tehdit olmayacağının garantisini kim verebilir? Irak'taki ve Suriye'deki PKK'lilerin PKK elbisesini çıkarıp Suriye asker elbisesini giymeyeceğinin garantisini kim verebilir? Kısaca bu ülkenin terörsüz olması, sınır komşularımız Irak, Suriye ve İran'ın terörsüz olmasına bağlı. Ötesi geçici bahar olur geçici ateşkes olur geçici pansuman olur.

Bu arada tüm bu olup bitenler hakkında endişelerini dile getirenlere, “Terörden yana mısınız? Terör devam etse daha mı iyiydi” türünden eleştiri getirmekten vazgeçin. Bilinsin ki kimse terör devam etsin demiyor. Acaba bu işin altından bir Çapanoğlu çıkar mı endişesi taşıyor bu insanlar. Ayrıca bu konuda memleketi sadece siz sevmiyorsunuz. Endişe taşıyanlar da en az sizin kadar hatta sizden daha fazla bu ülkeyi seviyor. Tüm mesele, evladını çok seven bir babanın çocuğuyla ilgili endişe duymasından ibarettir. Nasıl ki endişe duyan bir babanın çocuğunu sevmediğini düşünmüyorsak, bu sürecin sonu nasıl olur endişesi taşıyanlar da ülkeyi sevmiyor değildir.