10 Temmuz 2025 Perşembe

Sıraya mı Girdiniz Mübarekler

Günlerden çarşamba. Kahvaltı yaparken sosyal medyaya bir göz attım. İlkokuldan okul arkadaşımın annesinin vefat ettiğini, cenazenin öğle vakti Üçler'de defnedileceği duyurusunu gördüm.

Teyzenin ölüm haberini görünce, bu teyzenin yaşadığını öğrenmiş oldum. Bildiğim kadarıyla kocası vefat edeli 25 seneyi geçmiştir. dedim.

Hava durumuna baktım. Dereceler 37'yi gösteriyor. Sıcak olmaya sıcak. Ölüm, sıcak-soğuk dinlemiyor. Bu cenazeye katılayım dedim.

Cenaze nasıl hava raporunu takip etmezse, ben de yürüyüşte sıcak soğuk dinlemem. Bir 40-45 dakika yürümem gerekecek bu sıcakta.

Mezarlığın içinden musallaya doğru ilerlerken cenaze isimleri okunmaya başladı. Epey isim saydı.

Musallada fazla kişi yoktu. En arkada safa durdum.

Cenaze namazının kılınışını anlattı görevli.

Başladık cenaze namazını kılmaya. 1, 2, 3, 4, 5 derken nihayet 6.da geldiğim cenaze ismi okundu. Onu da kıldık.

Mübarekler, bu sıcakta sıraya girmişler adeta.

Bu arada bugüne kadar tek seferde kıldığım en çok cenaze oldu. Üstelik hepsi de kadın.

6 cenaze olmasına rağmen musalla alanı dolu değildi. Ya sıcak etkilemiş milleti ya da bugün ölenlerin hepsi garibandı.

Az sayıda kadın da sağ tarafta cenaze namazı için saf tutmuştu. Cenazeye iştirak etmeyip kenarda bekleşen yine az sayıda kadın ve erkek vardı. Onlar belli ki cenaze yakınları. Gelenler kılar bizim cenazenin namazını. Bize gerek yok demiş olmalılar ya da bugüne kadar hiç siftahımız olmadı, aynı şekilde devam edelim düşüncesi baskın çıkmış olmalı.

İsmi okunan mevtanın yakınları sala yapışarak omuzları üstünde cenazelerini mezarlığa taşıdılar. Bizim mevtanın ismi yine en son okundu. Biz de saf tutarak sala yapıştık. İkinci defa sala yapışma imkanı olmadı. Cenaze yakınları elleşerek götürdüler.

6 cenaze sağlı, sollu mezarlığın içine dağıldı. Az sayıdaki kalabalık görünmez oldu. Zaten o kadar az cemaat bir de altıya bölününce her bir cenazeye katılım sayısı düşük kaldı.

Cenaze defnedilirken bir yakınımla kenarda biraz lafladık. Dururken iki tarafta da okunan süreler birbirine karıştı. Belli ki diğer bir cenaze defni de yakınımızda. Konuşmayı kestik.

Yapılan duanın ardından cenaze yakınlarının telkinini bekledik.

Telkini bitiren cenaze yakınları yol üzerindeki çeşmeye gelerek ellerini ve yüzlerini yıkayarak serinlediler. Zira kolay değil yakıcı sıcağın altında defin. Bu arada böyle sıcaklarda güneşin altında çalışanlara kolaylıklar dilerim.

Ardından yan yana dizildiler. Biz de sıraya geçip taziyelerimizi diledik. Sonra dağıldık.

Bu cenazede dikkatimi çeken, namazı kılınan cenazelerin hepsinin de kadın olması. Bizim cenaze yaşlıydı. Öyle zannediyorum, diğerleri de yaşlı idi. Bizimki kocasının ardından bir 25 sene daha yaşadığına göre büyük ihtimal diğerleri de kocalarının ardından fazlaca yaşamıştır. İhtimal dahilinde desem de şu bir gerçek ki kadınların büyük çoğunluğu kocalarından daha fazla yaşıyor. Fazla yaşamaları, “Bu ülkede kadınlar eziliyor” sözünü çürütüyor.

9 Temmuz 2025 Çarşamba

Cins Yayalar

Üçler'de bir cenazeye katılmak için evden çıktım. İstasyon, Anıt derken kestirmeden gideyim diyerek rotayı Larende'ye çevirdim.

Yolun sağ kaldırımından yürüyorum. Mümtaz Koru İHL sağımda iken 18-20 yaşlarında bir kızımız Anıt Hastanesinin aradan çıktı. Önümden yola doğru yöneldi. Belli ki karşıya geçecek.

Bu yolu bilenler bilir. Bölünmüş yol değil. İşlek bir cadde. Yayalar geçsin diye buraya ışıklı bir yaya geçidi konmuş. Karşıdan karşıya geçecek yaya trafik düğmesine basarak araçları iki taraflı durduruyor. Yayalar da rahat geçiyor.

Kızımızın geçeceği caddeye baktım. Her zamanki gibi değildi yol. İki taraftan da gelen hiç araç yoktu. Yolun uzağından gelen bir araç bile gözüme çarpmadı.

Bu durumda kızımız ne yaptı dersiniz? Yaya düğmesine bastı. Işığın yayaya yeşil yanmasını beklemeden ve hızlı adım atmasına gerek kalmadan, yayaya yani kendisine kırmızı yanarken sallana sallana karşıya geçti. Ardından üç beş adım yürüdükten sonra dolmuşa binecekmiş gibi yüzü kaldırıma dönük kaldırımda durdu.

Az sonra yayaya yeşil, araçlara kırmızı yandı. İki taraftan gelen araçlar kırmızı ışıkta durdu. Araç yoğunluğu uzadı da uzadı. Ah bu arada yani yayaya yeşil yanarken bir tane yaya karşıdan geçse hiç gam yemeyecektim.

Bir araçlara bir de karşı kaldırımda dikilen kıza baktım. Kız, sayesinde durdurduğu araçlara hiç bakmadı bile. Gözünü gelecek dolmuşa çevirmişti.

Halbuki bir düğmeye basarak bu kadar aracı durduran ben olsaydım, sağlı sollu sıralanmış araçlara bir göz atar. İşte şu araçlar, benim eserim havasını atardım. Sanırım mütevazılığından olsa gerek, kızımız buna gerek görmedi. Şu var ki kırmızıda duran araç sahipleri nerede bu yayalar, madem bastılar, niye geçen yok deyip durmuşlardır.

Yazımı buraya kadar okuyan, cenazeye yetişeceksin. Şu dikkatini çeken şeye bak. Ülkenin bu kadar derdi varken mesele edindiğine değmez. Bu kadar hassasiyete gerek yok. Cenazene git diyebilir.

Böyle düşünene el hak haklısın derim. Ama garipsediğim bu durumu yazı konusu edinme hakkımı da kimse elimden alamaz. Nasıl ki yaya geçicinden geçmek için düğmeye basmak her yayanın bir hakkı ise bu hakkı yazı konusu edinmek de benim hakkım. O yüzden varın işinize gidin. Ben cenazeye bir şekil yetişirim.

Bu arada bu kızımız bu yaptığı işte yalnız değil. Bu tipler bir familya. Aynı aileden bazılarını Konya Lisesi önündeki ışıklı yaya geçidinde de görürüm. Onlar da hiç araç gelmediği halde önce ışığa basıp ışığın yeşile dönmesini beklemeden geçiyorlar. Ardından araçlara kırmızı yanıp araçlar beklemeye koyuluyor. Bu familya ise hiç arkalarına bakmadan gözden kayboluyor. Öyle ya hak haktır. Bu hak kullanılır, devredilemez.

Hiç araç olmadığı halde karşıdan karşıya geçecek olanlar yaşlı ya da bir grup öğrenci olsa, yol boş olsa da tam yolun ortasında iken araçlar gelebilir diye düğmeye basabilir diyeceğim. Ama bugüne kadar gördüklerimin hepsi genç. Haydi düğmeye bastılar diyelim. Bari kendilerine yeşil yanmasını bekleseler hiç gam yemeyeceğim. Öyle ya madem kırmızıda geçeceksin. Ne diye düğmeye basıyorsun?

Ha bu tip cins yayalar, hakkımdır. Bu hakkımı tepe tepe kullanırım. Kime ne derse, küçük dilimi yutarım. Ha şunu derlerse, "Bey amca, biz bu cinsliği yapmazsak, sana buradan yazı çıkmazdı derlerse, eh haklılar derim. Gördüğünüz gibi yazı konusu çıktı bana. Sağ olsunlar.

Bu arada meraklısı için niyet ettiğim cenazeye yetiştim. Bu ayaklar, bu yürüme azmi bende oldukça evelallah kaçmaz. Yalnız bir cenazeye niyet etmiştim evden çıkarken. Neye niyet neye kısmet. Karşıma ilaveten beş kadın cenazesi daha çıktı. Hepsine ayrı ayrı niyet ederek altı defa cenaze namazı kıldık. Bu arada Üçler'de bugüne kadar o kadar cenazeye katıldım. Musallada birden fazla cenaze gördüm. Bugüne kadar bu kadar fazlası nasip olmamıştı. Mübarekler, bu sıcakta ta nereden geldi. Bizimkini de kılıversin demiş olmalılar.

Sıcak o kadar fazla idi ki cenazesini gömen cenaze yakınları, el yüz yıkamak için çeşmelere kendilerini gücün attı. Termometreler 37 dereceyi gösteriyordu. Öğle vakti güneş tam tepedeyken hissedilen sıcaklık kaçtı bilmiyorum. Ölenlere rahmet.

İflaslarda Domino Etkisi

Pazar günü bir kız çıkarma düğününe katıldım. Konvoyu gelmesini beklerken eş, dost, yakın ve uzak akrabayla görüşme imkanım oldu.

Duvar kenarında çaylarımızı yudumlarken laf lafı açtı. Konu iflaslara geldi. Ekrem Coşkun ve Doğan Çanta konkordato ilan etmiş dedi bir tanesi.

Biri sordu bunlar niye iflas ediyor diye. Büsan sanayiinde esnaf olan tanıdığım, "Sanayide çok iflas eden var. Kimi konkordato ilan ediyor kimi de iflas bayrağını çekiyor. İflasın başlıca sebebi faiz oranlarının yüksekliği. Ticari kredilerde faiz oranı sabit kalmıyor. Faizler inince kredi borcu da iner, yükselince de faiz oranı yükselir. Fabrikası olan bir tanıdığım, faizlerin her ay kademeli düşürüldüğü vakit, nasılsa faizler hep düşüyor diye 6 milyon lira kredi çekti. Kredi çekeceği zaman borçlarını ödemek için fabrikanı sat, kredi çekme dedim ise de dinlemedi. Sonra yeni Hazine Bakanı ile birlikte faizler % 50'ye kadar çıktı. Fabrikatör her ay yüklü miktarda kredisini ödedi. Kaç ay yatırmasına rağmen ana para borcu bir kuruş eksilmedi. Sadece faizini ödemiş oldu. Sonra baktı olmayacak. Krediyi ödemek için zamanında satmadığı fabrikasını satmak zorunda kaldı. Zamanında satsaydı, o kadar borç ödemeyecekti. Ödediği o kadar kredi de boşa gitti. Şimdi sattığı fabrikasında çalışıyor mecburen. Şu an kredi çekmek isteyen bir işletme yüzde 4 ile kredi çekse, yıllık % 48 faiz ödemek zorunda. İşçi ücretleri şu anda altın çağını yaşıyor. Büsan’da asgari ücretle çalışan yok gibi. Asgari ücretli olarak başlayan birinin maaşına birkaç ay sonra zam yapılıyor. İşletme, şirket ve fabrikaların hem kredi hem de işçi maliyetlerinin altından kalkabilmesi mümkün değil. O yüzden sanayicilerin işi zor. Sanayici yeni hammadde almak istese, peşin almayacaksa bilmem şu kadarlık vade çek verse yüzde bilmem kaç fark konuyor. Eli mahkum almaya.

Konkordato veya iflas deyip de geçmeyin. Şirket, işletme ya da fabrikanın sadece kendisi batmıyor. Mal alıp ödeyemediği firmalar da borcunu tahsil edemediği için zor durumda kalıyor. Ayrıca her konkordato ve iflas işyerinin küçülmesi, işçi çıkarılması ve batması demektir. Hasılı büyük işletmeler kredi çekmeden işletmeyi döndüremez. Bu yüksek faizi de ödemesi mümkün değil. Haliyle konkordato ve iflaslar kaçınılmaz oluyor” dedi.

Bu durumda kredi ile ayakta duran işletmelerin hali içler acısı olmalı dedim. “Aynen öyle” dedi. “Şirketler batınca olan sadece şirkete olmuyor. Bu şirkete mal veren de parasını alamıyor, orada çalışanlar da” dedi.

Bu faiz nasıl bir şey ki çektiğin krediyi öde öde bitiremiyorsun. Hele bir de çekilen kredi ticari kredi ise piyasa da allak bullak ve faizler de yükselmişse adama fabrikayı da sattırıyor dedim kendi kendime.

Bu arada Konya’nın tanınmış iki firması olan Ekrem Coşkun ile Doğan Çantanın konkordato ilan etmesine de üzüldüm. Her ikisi de bu şehrin yüz akı idi. Doğan Çanta’dan hiç alışveriş yapmadım ama dar gelirlinin tercihi Ekrem Coşkun’a birkaç defa gitmiştim. Konkordato ilanının ardından Cadde Meram’da şubesi olan Ekrem Coşkun’a akşam yemeği için oğlanla gittiğimizde gitmemiz ile geri dönmemiz bir oldu. Çünkü kepenkleri kapalıydı. Halbuki konkordato demek tamamen dükkanı kapatmak anlamına gelmiyordu. Resmi iflas anlamına gelen konkordato ilanı, mahkeme eliyle tarafların borçlarını yapılandırma ve biraz vadeye yayma anlamına geliyordu. Ekrem Coşkun tamamen kapatılmasa da belli ki bazı şubeleri kapatma yoluna gidildi. Bu da işçi çıkarma anlamına gelir. İnşallah hem Ekrem Coşkun hem Doğan Çanta hem de bu şekil konkordato ilan eden firmalar en kısa zamanda eski görkemli günlerini yakalar. Çünkü işçi çalıştıran, işçiye ekmek veren bu firmalar hem kolay kurulmuyor hem de her konkordato işçi çıkarılması demektir. Bu da işsiz sayısının artması demektir.

Bu arada bu yazımda bol bol konkordato kullandım. Yazılışı da zor, telaffuzu da zor. İtalyancadan dilimize geçmiş. İflas desek bu da Arapça. Nedense kendi dilimizde bir kelime üretememişiz. Dilimiz yabancı dillerden geçen kelimelerle dolu ve kullanıyoruz. Bu da üzücü. Herhalde iflas eden ve konkordato ilan edenler için batmış kelimesi uygun olsa gerek. Ki bu kelimeyi de kullanıyoruz zaten.

Resmi iflas demek olan konkordatonun yanında işini döndüremediği için eş, dost, tanıdık kim varsa hepsinden şu ya da bu şekilde borç alıp hepsine borç takan esnaf sayısı da az değil. Çünkü geri ödemesi, kaydı ve küreği olmayan borçlar bunlar.

Görüleceği üzere esnaf, şirket, firma her ne ise iflas bayrağını çekince zararı sadece kendisine olmuyor. Çoğu kimseye sirayet ediyor. Borç veren borcunu alamıyor, firmanın çalıştığı yerler de parasını alamıyor. Üzerine, işini kaybedenleri de sayarsak bir iflas çevresine domino etkisi yapıyor.