1 Nisan 2025 Salı

Karşı Mahalleden Biri Ölmeye Görsün!

Nasıl bir ülke olduğumuzu yıllar geçtikçe daha iyi anlıyorum.

İyiyken herkes iyilik meleği. Araya niza girdi mi elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.

Karşı mahallelere bölünmüşüz. Diğer mahallelerle hiç diyaloğumuz yok. Herkes birbirine sağırlara ve körlere oynuyor. Uzaktan ayar veriyor, had bildiriyoruz.

Karşı mahalleyi düşman belleyerek ayakta duruyoruz.

Karşı mahalleden bizim gibi düşünmeyen biri öldü mü, sağlığında selam vermediğimiz kişiye tüm içimizi boşaltıyoruz.

Mahallenin ileri gelenleri ve akıl hocaları her bir şeyini zamanında not etmiş. O zaman bir şey dememiş, mücadelesini vermemiş biri olarak ilgili kişinin tüm beyanlarını ortaya döküveriyor. Biz de vay anasına. Adam ne kafirmiş. Cenazesi kılınmaz bunun deyip Diyanet'i göreve çağırıyoruz. Adamın gömülüp hesaba çekildiğini beklemeden yani yargılamadan cehenneme gönderiyoruz. Halbuki adaletin yok dediğimiz, adaletini beğenmediğimiz bu zalım dünyanın adaleti ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, adam suçüstü yakalansa bile adalet önünde zanlıdır. Yargılanıp hüküm giyinceye ve tüm yargı yolları bitinceye kadar masum kabul edilir. Beratı zimmet asıldır prensibini hatırlar ve hatırlatırız.
İnancımıza göre öldükten sonra kişiyi Allah yargılar, hesabı o sorar, ona hesap verilir. İnandığımız Allah da kimseye haksızlık etmez.

Acaba böyle olduğuna inanmıyor muyuz da daha gömülmeden sıcağı sıcağına adamı ila cehenneme zümera deyip cehenneme gönderiyoruz. Bırakalım ihsası reyde bulunmayı da o inandığımız makam kişiyi yargılasın. Unutmayalım ki savunma hakkı da kutsaldır. Suçluya bile kendini savunma hakkı verilmeden ceza verilmez. Merak ediyorum, yargısız infaz yetkisini bize kim verdi? Allah mı diyor, bana gelmeden bunları yargılayın yetkisini?

Zahire göre hüküm verip Aristo mantığıyla kıyas yaparak insanları özellikle karşı mahallenin insanlarını cehenneme göndermeyi ne de çok seviyoruz? Acaba, ne kadar kişiyi cehenneme gönderirsek, Cennet bize kalır diye mi düşünüyoruz? Allah bizi koymayıp da kimi koyacak hadsizliğini mi yaşıyoruz?

Ölen kimse dinimize yabancı olabilir, dinimizi alaya alabilir, dinimize düşmanlık yapabilir. Tamam, bu durumda bizim elimiz armut toplamasın. Edebimizle, kavli leyyine ile cevap verelim. Bunun önünde ne engel var? Musa ve Harun peygamberleri Firavun'a gönderirken yumuşak söz söyleyin fermanına yakışıyor mu bizim ileri geri konuşmamız, hakaret etmemiz? Sonra öldükten sonra neye yarar? Amacımız üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?

Ha o mahalleden ağzı bozuklar varmış. Onlar hakaret ediyor. Biz de onlara anladığı dilden konuşuruz diyorsak, sormazlar mı adama, ne ara onları kendimize öğretmen kabul ettik diye? Unutmayalım ki süiamel misal olamaz.

Herkesin dini, inancı kendisine. Bizim inancımız da bize. Din ve inanç bizi ayrıştırmamalı. Kem söz sahibine ait olmalı. Din ve inanç elimizde ayrıştırma aracı olarak kullanılmamalı. Her ne kötülük yapılırsa yapılsın, din adına söz söyleyenler kötülüğü iyilikle savmalı. Gören demeli ki bunların dini böyle emrediyor. Bunların iyilikleri dinlerinden. Ne güzel dinleri var desin.

Merak ediyorum, bu kaba saba ve kişileri cehenneme gönderen üslubumuzla Müslüman yaptığımız bir Allah'ın kulu var mı? Eğer varsa faili ellerinden öperim ama bu takındığımız üslupla bir Allah'ın kulu Müslüman olmaz. Zaten böyle bir derdimiz de yok. Tek derdimiz ne kadar kişiyi cehenneme gönderirsek, Cennet bizim olur. Ama çok bekleriz. Unutmayalım ki herkes kalıbına göre iş yapar. 

Dış Kapının Mandalı

Bir tanıdığım, "Ben hayatta iki şeyden korkarım. Biri devlet, diğeri de enişte. Devletle de başa çıkılmaz, enişteyle de. O yüzden eniştelerime iyi davranır, onlarla iyi geçinmenin yoluna bakarım" demişti.

Devleti anladım da enişte ne alaka dediğimde, "Öyle deme. Enişte hem evimizin bekçisi, yeni bir akraba. İyi olduğu zaman aileden biri olur, iyi değilse çekilmez. Düşmanlığı da beter olur" şeklinde bir açıklama yapmıştı.

Gerçekten enişte iyi biri olduğunda yeni bir evladın yeni bir akraban olur. Saygıda kusur etmez, gelip gitmeyi bırakmaz. Zorda kaldığın zaman imdadına yetişir, kızınıza iyi davranır. Evin oğlu olur.

Yalnız enişte ne kadar iyi olursa olsun, evin ne kadar mahremlerine sahip olursa olsun, enişte "dış kapının mandalıdır" Güney Doğu insanımızın deyimiyle. Ne anlama gelir bilmem ama Adıyaman'dan bir öğrencim demişti bunu. Herhalde eniştenin sözü, yetkisi, yeri ve yurdu evin dış kapısına kadardır. Daha içeriye giremez. Yerini bilir ya da bilmeli anlamına gelse gerek. Yani evin her şeyine burnunu sokmaz. Ne zaman ne konuşacağını iyi hesaba katar demek olsa gerek.

Enişte dediğin efendiliğini bozmaz, ağırlığını bilir, kendisine gösterilen saygının ne amaçla gösterildiğini bilir. Zaten enişte dediğin haddini bilirse aileden kimse saygısını eksik etmez, el üstünde tutar.

Kendisinden görüşü sorulduğu zaman ben olsam şöyle yaparım. Yine de siz bilirsiniz demeli.a

Ama enişte dediğin dış kapının mandalı olduğunu bilmez de evin her şeyine burnunu sokarsa o ailede ne huzur bırakır ne de ağız tadı. Aileyi birbirine katar. Akrabalık ilişkileri diye bir şey bırakmaz.

Haddini ve yerini bilmez de her konuda akıl verir, her konuda söz söylerse, asar, keserse birileri ona yerini ve haddini bildirmeli. Sen ancak dış kapının mandalısın. Sesini kes, aklını kendine sakla. Edebinle duracaksan başımız üstünde yerin var, haddini bilmeyip efendi efendi durmayacaksan def ol git şuradan demeli. Selamı sabahı kesmeli. Evlerden ırak olmalı demeli. Kısaca tavır almalı.

Alınan tavırdan bir mesaj çıkarırsa dersin ki mesajı aldı. Kendine çekidüzen verdi. Tüm olup biteni bir tarafa bırakıp saygıda yine kusur etmezsin.

Yok, meydanı boş bulup ortalığı inletiyorsa, cahille işim olmaz deyip sırtını dönmeli. Şeytan görsün yüzünü demeli.

Unutmayalım ki eşinin ailesine saygı duymayanın kendine de saygısı olmaz, eşine de. Kendine ve eşine saygısı olmayan da saygı gösterilmeyi hak etmez. Hatta dış kapının mandalı olmaya bile layık değildir. 

Volkan Konak'ın Ardından

Kendisini zaman zaman önüme düşen kısa videolarda ismini bilmeden birkaç defa izlemişliğim var. Genelde de ekranına çıkardığı kişilerle konuşmasına şahit oldum. Sanatını ne derece icra ettiğini ve başarılı bir sanatçı olup olmadığını bilmem.

Volkan Konak'mış adı. Sanatçı imiş. Kuzey'in olarak şu diye nam salmış. Türk halk müziği üzerine sanatını icra etmiş. Kıbrıs'ta sahnede iken geçirdiği kalp krizi sonrası vefat etmiş.

Sonrasını sosyal medyadan öğreniyorum. Bir grup, sanatçının ölümü üzerine üzüntülerini ifade ediyor. Bencileyin sanatla yakından uzaktan alakası olmayan bir grup ise Volkan Konak'ın daha önce söylediği sözleri ve vasiyetini ön plana çıkarıyor. "Öldükten sonra gömülmek istemediğini, cesedinin yakılıp Karadeniz'e savrulmasını" vasiyet etmiş.

Bu vasiyeti ön plana çıkaran bir kesim cenazesi kılınmamalı gibi şeyler yazıp çiziyor. Ölümüne oh be çekenler de az değil.

İlgili kişi inanıyor mu, inanmıyor mu bilmiyorum. Ki inanmak kadar inanmama hakkına sahip. Üstelik bir başka okuduğu şiirde "babasının yanına gömülmekten" bahsediyor.

Cenazesini yakılmasını yakınları yerine getirir veya getirmez. Yakınları alıp bir mezara da koymak isteyebilir.

Basından okuduğuma göre İstanbul'a cenaze namazı kılınıp Trabzon'a gömüleceği belirtiliyor. Demek ki yakınları gömülme vasiyetini yerine getirecek.

Tüm bunlar cenaze sahiplerinin bile bileceği bir şey.

Cenazesinin kılınmasını da ailesi isteyebilir. Birileri cenaze namazına katılmak isteyebilir. Söz ve eylemlerinden dolayı birileri cenaze namazını kılmak istemeyebilir. Her imam kıldırmak istemeyebilir.

Bir kimsenin cenazesinin kılınması, helallik alınması o kimseyi pirüpak yapmaz. İslami usullere göre defnedilmemesi de o kimseyi sorumluluktan kurtarmaz.

Namazı kılınırdı, kılınmazdı, hak etti veya etmedi tartışması bence gereksiz. Ölen ölmüştür, kalan kalmıştır. Ölenin kendini savunması mümkün değil.

Bu aşamadan sonra bırakalım herkes hesabını gittiği yerde versin.

Herkesin hesabını vereceğine inanılıyorsa bırakalım, hesap sorucu hesabını sorup cezasını versin. Hesap sorulacağına inanılmıyor mu ki bu kadar yaygara yapılıyor.

Hem neden karşı mahalleden biri vefat edince hemen veryansın ediliyor. Cenaze önüne gelip haydin bunun namazını kılacaksın veya kıldıracaksın diye bir baskı mı yapılıyor?

Ayrıca ilgili kişinin inanıp inanmadığını nereden biliyoruz? Kişi bir sözüyle dinden çıkar, diğer bir sözüyle tekrar girer. Merak ediyorum, herkesin imanı doğduğu andan itibaren şeksiz ve şüphesiz mi? Bırakalım herkesin inancını kendisine. Yaşadığı hayat üzerinden hesabını öbür dünyada kendisi versin.

Bir kişiye başka inançlara hakaret etmediği ve saygı duyduğu müddetçe istediği görüşü açıklama imkanı vermek lazım.

Günümüzde kişileri, mahalleleri inanç yönünden tasnife tutmanın bir gereği yok. Ne katma değer üretmiş, insanlık namına neler yapmış, ona bakmak lazım.

“Elli beş babasız çocuğu okuttuğunu, önümüzdeki sene bu sayıyı yüze çıkarmak istediğini, babaları olamasam da amcaları olurum” dediğini bir açıklamasından öğrendim.

Gençlerin yanına gidip, "Gençler, bir derdiniz olduğu zaman işte benim numaram şu. Direk beni arayın" demek suretiyle gençlere açık çek vermiş biri.

Yine kendisine bir milyon dolarlık reklam teklifi yapılıyor. Teklifi geri çevirdiğini söylüyor. Paran çok mu diyene de "Kişiliğime uygun görmedim" diyor. Hangi birimiz bir milyon dolar karşısında kendimizi kaybetmeyiz ve atlamayız.

Hangi birimiz 55 öğrenciye burs verir? Hangi birimiz tanımadığı üniversite öğrencilerine telefon numarasını verip ihtiyacınızda arayın der? Görünen o ki okuttuğu öğrenciler yetim kaldı ardından. 

Tamam, insanları fikir ve düşüncelerinden dolayı katılmadığımız yönleriyle eleştirelim. Ama yaptığı güzel şeyleri de ifade etmek suretiyle bir hakkı teslim etmek lazım. Çünkü hatasıyla hesabıyla insanı hepimiz.

Sonuç olarak sanatını icra ederken genç yaşta kaybettiğimiz sanatçıyı ölümünün ardından rahat bırakmak lazım. Ardından ne konuşursak konuşalım, bizi duymaz, bize cevap veremez. Bizde sesini çıkarmayana, kendini savunmayana el kalkmaz, belden aşağı vurulmaz. Bırakalım mevtayı sevenlerine. Onlar üzüntüsünü yaşasın. Kimsenin ölümüne sevinip göbek atmayalım. Bir üzüntülü ana saygı duyalım.

Bir diğer husus, inancından dolayı bu sanatçıya vuranlar, merak ediyorum, sağlığında bu sanatçıyla gittiğin yol, yol deyip konuştular mı? Bu işin doğrusu şu, senin görüşüne katılmıyoruz dediler mi? Mesela irşat görevinde bulundular mı? Eğer yaptık, sağlığında kendisiyle fikir ve inanç tartışması yaptık denirse, buna eyvallah derim. Yok böyle bir şey yapılmadı ise ölümünün ardından ileri geri konuşmak ne dine ne insanlığa yaraşır. Ucuz mücahitliğe gerek yok.

Ayrıca gidenin ardından ileri geri konuşmanın geride onun yolundan gidenlere faydası olur mu? Hiç sanmıyorum. Amaç üzüm yemekse bu üslubu terk edip en azından susmak lazım. Çünkü bu üslup kimseyi Müslüman yapmaz. Yaşadığımız dini ayrışmanın aracı haline getirmeyelim. Herkesin dini kendisine.

Yazımı sanatçının bir esprili anlatımıyla sonlandırayım. Beşinci kızdan sonra annesi Volkan Bey’e hamile kalır. Bu da kızdır diye annesi aldırmaya kalkar. Bir tanıdığı vasıtasıyla bir doktora gider. Doktor kürtaj için 300 lira (o günün parasıyla 300 bin veya üç yüz milyon olabilir) para ister. Bu parayı duyan annesi, “Sana bu parayı vereceğime, bu parayla ben evladımı doğurur, büyütürüm” deyip kürtajdan vazgeçer. Sanatçı bu şekil dünyaya gelmiş. Doktor daha az para isteseydi, belki de hiç dünyaya gelmeyecekti.

Mevtanın yakınlarına sabırlar diliyorum.