Nasıl bir ülke olduğumuzu yıllar geçtikçe daha iyi anlıyorum.
İyiyken herkes iyilik meleği. Araya niza girdi mi elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.
Karşı mahallelere bölünmüşüz. Diğer mahallelerle hiç diyaloğumuz yok. Herkes birbirine sağırlara ve körlere oynuyor. Uzaktan ayar veriyor, had bildiriyoruz.
Karşı mahalleyi düşman belleyerek ayakta duruyoruz.
Karşı mahalleden bizim gibi düşünmeyen biri öldü mü, sağlığında selam vermediğimiz kişiye tüm içimizi boşaltıyoruz.
Mahallenin ileri gelenleri ve akıl hocaları her bir şeyini zamanında not etmiş. O zaman bir şey dememiş, mücadelesini vermemiş biri olarak ilgili kişinin tüm beyanlarını ortaya döküveriyor. Biz de vay anasına. Adam ne kafirmiş. Cenazesi kılınmaz bunun deyip Diyanet'i göreve çağırıyoruz. Adamın gömülüp hesaba çekildiğini beklemeden yani yargılamadan cehenneme gönderiyoruz. Halbuki adaletin yok dediğimiz, adaletini beğenmediğimiz bu zalım dünyanın adaleti ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, adam suçüstü yakalansa bile adalet önünde zanlıdır. Yargılanıp hüküm giyinceye ve tüm yargı yolları bitinceye kadar masum kabul edilir. Beratı zimmet asıldır prensibini hatırlar ve hatırlatırız.
İnancımıza göre öldükten sonra kişiyi Allah yargılar, hesabı o sorar, ona hesap verilir. İnandığımız Allah da kimseye haksızlık etmez.
Acaba böyle olduğuna inanmıyor muyuz da daha gömülmeden sıcağı sıcağına adamı ila cehenneme zümera deyip cehenneme gönderiyoruz. Bırakalım ihsası reyde bulunmayı da o inandığımız makam kişiyi yargılasın. Unutmayalım ki savunma hakkı da kutsaldır. Suçluya bile kendini savunma hakkı verilmeden ceza verilmez. Merak ediyorum, yargısız infaz yetkisini bize kim verdi? Allah mı diyor, bana gelmeden bunları yargılayın yetkisini?
Zahire göre hüküm verip Aristo mantığıyla kıyas yaparak insanları özellikle karşı mahallenin insanlarını cehenneme göndermeyi ne de çok seviyoruz? Acaba, ne kadar kişiyi cehenneme gönderirsek, Cennet bize kalır diye mi düşünüyoruz? Allah bizi koymayıp da kimi koyacak hadsizliğini mi yaşıyoruz?
Ölen kimse dinimize yabancı olabilir, dinimizi alaya alabilir, dinimize düşmanlık yapabilir. Tamam, bu durumda bizim elimiz armut toplamasın. Edebimizle, kavli leyyine ile cevap verelim. Bunun önünde ne engel var? Musa ve Harun peygamberleri Firavun'a gönderirken yumuşak söz söyleyin fermanına yakışıyor mu bizim ileri geri konuşmamız, hakaret etmemiz? Sonra öldükten sonra neye yarar? Amacımız üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?
Ha o mahalleden ağzı bozuklar varmış. Onlar hakaret ediyor. Biz de onlara anladığı dilden konuşuruz diyorsak, sormazlar mı adama, ne ara onları kendimize öğretmen kabul ettik diye? Unutmayalım ki süiamel misal olamaz.
Herkesin dini, inancı kendisine. Bizim inancımız da bize. Din ve inanç bizi ayrıştırmamalı. Kem söz sahibine ait olmalı. Din ve inanç elimizde ayrıştırma aracı olarak kullanılmamalı. Her ne kötülük yapılırsa yapılsın, din adına söz söyleyenler kötülüğü iyilikle savmalı. Gören demeli ki bunların dini böyle emrediyor. Bunların iyilikleri dinlerinden. Ne güzel dinleri var desin.
Merak ediyorum, bu kaba saba ve kişileri cehenneme gönderen üslubumuzla Müslüman yaptığımız bir Allah'ın kulu var mı? Eğer varsa faili ellerinden öperim ama bu takındığımız üslupla bir Allah'ın kulu Müslüman olmaz. Zaten böyle bir derdimiz de yok. Tek derdimiz ne kadar kişiyi cehenneme gönderirsek, Cennet bizim olur. Ama çok bekleriz. Unutmayalım ki herkes kalıbına göre iş yapar.
durum o kadar vahim ki yeter ki ötekileştirelim birilerini ne tarafa evirdiğimizin ne ile yaftaladığımızın önemi yok ,
YanıtlaSilBelli ki bu toplumun çapı bu kadarmış.
YanıtlaSil