29 Aralık 2024 Pazar

Narin Davasının Düşündürdükleri

21 Ağustosta kaybolan 8 yaşındaki Narin, uzun bir arama sonucu 8 Eylülde bir derenin içinde cansız bedeni bulunmuştu.

Türkiye’yi 21 Ağustostan bugüne meşgul eden bu cinayet davası, nihayet 28 Aralık günü ilk mahkemenin verdiği kararla nihayete erdi.

Karara göre anneye, ağabeye ve amcaya ağırlaştırılmış müebbet verilirken, Narin’in cansız bedenini dereye gömen aile dışındaki kişiye ise 4 ay 6 ay ceza verildi.

Türkiye’yi dört aydır uğraştıran ve gündemden hiç düşmeyen bu vahşi cinayet davasının neticelenmesine sevindiğimi söylemeliyim. Her ne kadar bu davanın istinaf ve Yargıtay boyutu olsa da en azından gündemden düşecek.

Gerçek suçlular mı ceza aldı, daha başkaları da var mı, bu ilk karar İstinafta bozulup dava yeniden görülür mü, bekleyip göreceğiz.

Narin’i kendi emelleri uğruna cinayete götüren katillerin; anne, abi ve amca olması gerçekten üzücü. Çünkü annenin çocuğuna, abinin kardeşine, amcanın yeğenine bu cinayeti reva görmesini insanın akıl havsalası almıyor. Aile fertlerinin yaptığı bu kötülüğü düşman yapmaz.

Narin’in ilk kaybolması ve bulunması sürecini takip ettikten sonra yargılama sürecini takip etmedim. Buna ne yüreğim el verdi ne midem götürdü. Mahkemede zanlıların sık sık ifade değiştirmesi yargılamayı yılan hikayesine döndürdü. Çünkü olayın failleri kedinin fare ile oynaması gibi adalet mekanizmasıyla oynadı durdu.

Kararın gerekçesini bilmemekle beraber 8 yaşındaki masum bir çocuğun öldürülme gerekçesinin net bir şekilde ortaya konduğunu düşünmüyorum.

Mahkeme bu sanıklara ceza verirken cinayetin yanında adaleti yanıltma, mahkemeyi oyalama yönünden de bunlara ayrı ceza vermeliydi.

Cesedi dere içine gömüp adaleti yanılan kişiye verilen 4 yıl 6 aylık cezayı az bulduğumu söylemeliyim. Üstelik bu ceza infaz yasasına göre bu ceza, ceza bile sayılmaz. Çünkü bizde bu ceza ve infaz çok garip. Bilmem yarısını yatıyor, yattığı her gün üç gün sayılıyor. Ceza düşük olduğu için belli yılın altındaki cezalar için yatılmıyor bile.

Hoş, ne kadar ceza alsalar da bu cezalar Narin’i geri getirmeyecek. Daha çocukluğunu yaşamadan maalesef aramızdan ayrıldı gitti.

Bir de aile içindeki bu cinayet, çocuklarımızı kime emanet edip edemeyeceğimizi de göstermesi bakımından manidar. Katil; anne, abi ve amca ise ve bunlar bu cinayeti işliyorsa bu çocuklar kime emanet edilecek?

Her yaşı geleni evlendirip çoluk çocuğa kavuşturmayı da masaya yatırmamız gerek. Böyle psikopat türü kişilerin evlendirilmelerinin bile önüne geçilmesi lazım.

Ağabeyi ve amcayı geçtim. Bir anne dokuz ay karnında taşıdığı çocuğuna bunu nasıl yapar? Böyle gaddar ve merhametsiz bir anne olabilir mi? Sonra da hiçbir şey yapmamış gibi nasıl timsah gözyaşları döker?

Hasılı bu cinayet davası erken veya geç bir gün nihayete erecek ama bu gizemli cinayet belleklerden hiç silinmeyecek. Ateş düştüğü yeri yakar diyeceğim ama ateşi evin içine salanlar ailenin fertleri.

Nasıl Anılmak İstersiniz?

Acısıyla tatlısıyla hayat acıdır. Hayatın acılarından biri de ölüm gerçeği.

İyi tanıdığım birinin ölüm haberini aldım bu gece.

Sevip saydığım, değer verdiğim, iyi niyetinden ve samimiyetinden şüphe etmediğim biri idi.

Uzun yıllar aynı okulda öğretmenlik yaptı. Öğrenci yurdunda da belletmenlik. Kaç neslin yetişmesinde pay sahibi.

İsterdim ki birkaç neslin yetişmesinde rol alan bu kişinin şiddet yerine sevgiyi esas almasıydı.

Emekli olduktan sonra hafız olan, aynı zamanda bir cemaatin hatırı sayılır kişilerinden olan bu hocamızın son günleri nasıl geçti bilmiyorum ama güvendiğim birinin, onun hakkında söylediği şu söz uçmaya başladığının işareti idi. Demiş ki “Bizim evimizin bulaşıklarını melekler yıkıyor”. Olur mu böyle şey? Demek ki inandırmış buna kendisini.

Yukarıda dediğim gibi iyi niyetinden şüphe etmediğimiz bu hocamız, elinde sopası eksik olmayan biri idi. Öyle zannediyorum, öğrencisi olup da dayağını yemeyen yoktur. Varsa da bir elin parmaklarını geçmez.

Yurda geç geldin, döverdi.

Abdesti geç aldın, döverdi.

Sabah yataktan geç kalktın, döverdi.

Ezberini yapmadın döverdi.

Yaramazlık yaptın, döverdi.

Okula gitmedin, döverdi.

Dua okumadın, döverdi.

Hiçbir suçun yoksa bile yanından geçerken, sopası baldırlarını öperdi.

Vururken sopa kafana mı gelir, koluna mı, ayağına mı fark etmezdi.

Severken de döverdi, yererken de.

Böyle yaparak içindeki fırtınayı mı dindirirdi bilinmez.

Belki de dayak cennetten çıkma sözünü düstur edinmişti.

Ama iyi niyetli görsem de tüm bu iyi niyetini yok eden bu şiddet yönü, öyle zannediyorum, tek sermayesi idi. Çünkü kendisi dayakla büyüyen, eline imkan geçince dayak uygular. Geçmiş hocalardan talebelerine, talebelerinden de öğrencilerine tevarüs eden bir miras bu.

Bu yaşımda şunu öğrendim ki şiddet gören, gördüğü şiddetten ve şiddet uygulayandan ne kadar nefret etse de şiddet uygular. Açıkçası bir zaaf belirtisidir.

Bu toplumun şiddet yanlısı olmasının temelinde, gördüğümüz ya da üzerimizde uygulanan şiddet yatar.

Uygulanan bu şiddet orada kalmıyor. Hayatı boyunca kişiyle yaşıyor. Çünkü şiddet insanın kişiliğine işliyor. Bu kişilik; boynu büküklük, özgüveni eksikliği, eziklik şeklinde kişiyi gölgesi gibi takip eder. Yani kişiyi kişilikten ediyor.

Yedi sene boyunca sadece bir yarım gün okula gidemediğim için kendisinden iki sopa yemiş olsam da başkasının üzerinde uyguladığı çok dayağına şahit oldum. İki sopasıyla kurtulan ender kişilerdendim. Benimle aynı suçu işleyen arkadaşım ise bir araba dolusu sopasını yemişti de ona kızgınlığından abdestsiz yatsı namazı kılmıştı. Namaz boyunca içinden dua ve süre yerine küfür ettiğini söylemişti. Namaza gidecek çocuk namaz öncesi dövülür müydü? Dövülecekse de herkesin içinde alenen dövülür müydü? Hiç mi 15-16 yaşındaki bir öğrencinin onuru düşünülmezdi. Öyle kafasına, koluna, bacağına her nereye gelirse vurulur muydu? Suçu neydi sonra bu arkadaşın? 20 gün özürsüz devamsızlık hakkı olduğu bir öğrencinin yarım gün devamsızlık yapmasıydı. Sonra anası mıydı, babası mıydı, velisi miydi? Kim ona, eti senin, kemiği benim demişti? Dense de böyle mi yapılmalıydı?

Bir defasında bir lise öğrencisi ile yemekhanede herkesin önünde sanki iki lise öğrencisi gibi birbirlerine vurmuşlardı. Öğrenci altına almıştı. Sebep her ne ise bir hoca kendisini bu duruma düşürmemeliydi.

Ben görmedim ama birinin boynuna vurmuş galiba. Hayatı boyunca boynunu döndürememiş. Sakat kalmış.

Hasılı hocamız vefatıyla çok dua alanlardan. Çünkü seveni çok. İçlerinde dayağını yediği halde ardından hayır dua edenleri var. Ama bir o kadar da okuldan soğuttu, okulu bıraktım, okuldan başka okula onun yüzünden nakil gittim, beni şöyle, böyle dövdü deyip hakkını helal etmeyen de çok.

Keşke bu hocamızın ismi geçince insanların aklına ilk dayağı gelmeseydi. Dayakla anılacağına, sevgi ve merhametin timsali olarak görülseydi. Kendisine bir kırgınlığım ve kızgınlığım olmasa da hocamızın böyle anılmasını çok temenni ederdim. Keşke dinin sevgisini verseydi. Ezber bir şekilde yapılırdı. Kendisi nasıl emekli olduktan sonra azmedip hafız olduysa, zamanında sevgi tohumları ekseydi, belki de öğrenci iken ezber yapmamak için direnen nice öğrencileri kendisi gibi sonradan hafız olurdu.

Sonradan attığı dayaklardan dolayı pişmanlık duymuş mudur, bunu birilerine keşke yapmasaydım demiş midir bilmiyorum. Eğer özeleştiri yapıp pişmanlık duymuşsa tüm bu yaptıklarına karşılık yine de takdiri hak ediyor. Çünkü bazıları yıllar sonra bu itirafı yapıyor. Bazıları ise dövmeseydim, okumazdınız diyerek hala burnundan kıl aldırmıyor.

Anlatmak istediğim eğitimcinin yol yordam bilmesi, usul ve adap bilmesi. Değilse sınıfta işi yok. Okul kapısından içeri girdirilmemeli. İstersen allameicihan olsun.

Bana bugün bilgi mi sevgi mi dense sevgi derim. 

Bu dünyadan ayrılırken hakkınızdan bahsedilirken dayakla mı anılmak istersiniz yoksa kubbe de hoş bir seda mı bırakmak istersiniz? 

Hasılı, hocamız hatasıyla sevabıyla geldi geçti. Bu vesileyle ona rahmet diliyorum.

28 Aralık 2024 Cumartesi

Bahanecilerin Dünyası *

Futbol, siyaset, ticaret, eğitim ve öğretim, iş veya hayatın her alanında işi kuralına göre yapıp başarılı olanlar var. Bir de başarılı olamayanlar var.

Başarılı olanlar için vardıkları hedef, nihai hedef değildir. Savsaklamadıkları müddetçe yolları açıktır ve hiçbir zaman başarıya doymazlar. Başarı üstüne başarı gösterirler.

Bir de başarılı olup bir müddet sonra tökezleyenler var. Bunlar nerede hata yaptım deyip yaptıklarını bir güzel analiz ederler. Aynı hatayı yapmayarak eski başarı çıtasını tekrar yakalarlar.

Hem başarılı olanlar hem başarılı olduktan sonra tökezleyip yanlışlarıyla yüzleşerek tekrar düze çıkanlara bu başarıyı getiren etmen, yaptıkları hatayı kendilerinde bulmaları, hata ve yanlışlarını düzeltmeleridir. Bunda bahane ve gerekçelerin arkasına sığınmama yatar. Başkasının ne yaptığı bunları pek ilgilendirmez. Çünkü bunlar kendilerinden sorumludur. Başarı da kendilerinin eseridir, başarısızlık da. Bunlar takdiri hak eden kişilerdir.

Bir de başarılı olamayıp kendilerine bakmayarak hata ve yanlışlarıyla yüzleşmeyenler var. Bunların başarılı olma gibi bir niyetleri yok. İşleri, güçleri ve tüm zamanları bahane üretme, gerekçe bulma, mazeretin arkasına sığınmaktır. Kendi işlerine odaklanacakları yerde rakiplerine bakarlar. Rakiplerinin başarısını küçümsemeye, onların başarısını gölgelemeye çalışırlar. Gerçek başarının kendilerinin başarısı olduğunu yaymaya, bu konuda taraftar bulmaya odaklanırlar. Nerede hata yapıyoruz diye kendileriyle hiç yüzleşmezler. Çünkü şımarıklıkları, hasetleri, hazımsızlıkları buna müsaade etmez. Hep rakiplerinin korunup kollandığını, kendilerine ise haksızlık yapıldığını her platformda dillendirirler. Bunu yaparken ne yorulurlar ne üşenirler ne de utanırlar.

Bu şekil mazeret ve kılıf üretmek suretiyle gerçeklerin üzerini örtmeyi marifet bilirler.

Bükemedikleri eli asla öpmezler. Onların başarısını takdir etmezler.

Başarısız oldukça hırçınlaşırlar, çirkinleşirler.

Bunlara dense ki Allah'tan öyle bir şey isteyin ki Hak Teala istediğinizi verecek. Yalnız rakibinize iki katını verecek. Bunlar düşünürler, taşınırlar: "Ya Rabbi, bir gözümüzü kör et" derler. Böyle derken rakiplerini iki gözünün kör olmasını, kendileri gözün birinden olup diğeriyle yaşamayı murat ediyorlar.

Halbuki şu bir gerçek ki her şeylerini rakiplerine göre ayarlamak, hep rakiplerine bakmak yerine kendilerine baksalar, kendi işlerine yoğunlaşsalar, başarı için odaklansalar, başarı kriterlerini yerine getirseler şimdiye kadar çoktan başarılı olup rakiplerini sollayıp geçerlerdi.

Bilsinler ki hep mazeret ve gerekçe üretmek;

Topu taca atmaktır.

Gülünç duruma düşmektir.

Yine başarısız olacağım demektir.

Başarısızlık benim karakterimdir demektir.

Başarısızlıklarını gölgelemek demektir.

Bükemedikleri bileğin başarısını kıskanmak, başarılarına gölge düşürmek demektir.

Külliyen haset etmek demektir.

Tüm bu yaptıklarının haset olduğunu bilmemektir ve bunun haset olduğunu kabul etmemektir.

Tüm işleri ortamı germekten ibarettir.

Huzur vermezler, huzur kaçırırlar.

Kısaca acınası tiplerdir bunlar. Ama acımaya değmez. Zira bile isteyerek kendilerini bu hale getirenlere acınmaz.

*08.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.