10 Aralık 2024 Salı

Fare Kadar Aklımız Yok mu? *

Fareye demişler ki: “Bak şurada büyük bir peynir parçası duruyor, gidip alsana!”

Fare bir peynire, bir de peynirin durduğu yere bakıvermiş, “Bu işte bir gariplik var” demiş: “Hem peynir büyük, hem de yol çok kısa.”

Yukarıdaki hikayeyi Dücane Cündioğlu X hesabında paylaşmış.

Adı üzerinde hikaye olsa da bunu değişik yerlerde kullanmak mümkün. Çünkü hikayeden maksat hisse almaktır. 

Bu kısa açıklamanın ardından, konuyu gündeme yani Suriye'deki son gelişmelere getirmek istiyorum.

Hem baba Esed'in hem de oğul Esed'in Suriye'de kendi halkına yaptıkları zulmün arşı alaya yükseldiğini bilmeyenimiz yok. Zira bunu sağır sultan bile duydu. Esed rejiminin düşmesinin ardından Suriye hapishanelerine dair basına düşen görüntüler ve yazılar bu zulmü anlatmaya yeter de artar bile. Bu ikilinin Suriye'yi getirdiği nokta, bölünmüş ve parçalanmış bir Suriye. Ülke, her türlü örgüt ve dünyaya yön veren güçlerin cirit attığı yer. 2011'de başlayan iç karışıklık sonucu yıkılmış bir Suriye, milyonlarca vatandaşı başta Türkiye olmak üzere başka ülkelerde sığınmacı olmuş, iç savaşta milyonlarca insanı ölmüş durumda.

Halkını 2011 yılından beri aç ve sefil bırakmasına, kan ve gözyaşından başka bir şey vermemesine rağmen İran ve Rusya'nın desteği sayesinde, bitmiş Esed 2024 yılına kadar bir 13 yıl daha dayandı ya da tutuldu. 

13 yıldır bir türlü indirilmeyen ya da indirilemeyen Esed, HTŞ'nin başını çektiği muhalefet ile 10-12 gün içerisinde İdlip, Hama, Humus derken Şam'a ulaştı ve Esed rejimi sona erdi.

Esed gibi bir zalimin gitmesine sevinmekle beraber Esed'in bu kadar kısa zamanda gönderilmesi düşündürücü ve hiçbir direnç gösterilmeden üstelik. Bu durum ister istemez fare, büyük peynir ve kısa yol hikayesini akla getiriyor. Esed gitmeliydi ama gidişi bu kadar kolay olmamalıydı. 

Öyle görünüyor ki Esed'in güçlü görüntüsü kartondanmış. İstenseymiş Suriye iç karışıklığının çıktığı 2011 yılında gönderilebilirmiş. Sanırım, Suriye'ye yön veren ve yön verecek güçler zamanında aralarında anlaşamadıkları için Esed'i ayakta tuttular. Ne zamanki aralarında paylaşım anlaşması oldu ve HTŞ'ye yürü, kim tutar seni dendi. 

Esed gibi bir zalimin gidişine sevinelim sevinmeye. Ama bu son nokta da düşünülmeli. Yani kısa sürede uzun mesafe almak. Acaba HTŞ ve diğer grupların gerisinde bunlara destek veren kimdir ya da hangi ülkelerdir. 

HTŞ ve diğer grupların arkasında şu ülke vardır demeyeceğim. Yalnız Esed'in gidişine sevinen çok. İsrail seviniyor, ABD seviniyor, Türkiye seviniyor, Suriye halkı da seviniyor. Öyle zannediyorum Avrupa ülkeleri de seviniyordur. 

Anlatmak istediğim, aynı kazana atılsak kaynamayacağımız ülkelerle aynı kulvardayız. Yani sevinenler grubundayız. 

Gönül ister ki bu sevincimiz geçici olmasın, kursağımızda kalmasın. İlk sevinen olmaktan ziyade son gülen ve sevinen olmayı yeğlerim. 

Bu son gelişmenin yani Esed'in gitmesinin bize hiç faydası olmayacak mı? İçimizdeki sığınmacılar Esed korkusu kalmadığı için ülkelerine dönebilir. Ki dönüyor. Bir de yıkılmış Suriye'nin yeniden imarında ülkemiz inşaat sektörüne iş düşecektir. 

Şu aşamada yapılması ve üzerinde düşünülmesi gereken, Suriye'ye kim yerleşecek ve bu ülkeyi kim ya da kimler yönetecekse, sınır güvenliğimizin sağlanması için elimizden geleni ardımıza koymamaktır. Ötesini bize yedirmezler.

*13.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

8 Aralık 2024 Pazar

Ben de Ben Demenin Acı Sonu *

Saddam Hüseyin, 1979 yılında Irak'ın devlet başkanı oldu. 2003 yılına kadar ülkesini 24 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Kendine, ordusuna ve bağlılarına çok güvendi. Burnunun dikine gitti. Hep ben de ben dedi. Tek adam dense yeridir. Sonunda egosuna ve inadına yenildi. Ordusu ve sevenleri onu yalnız bıraktı. Ölümü feci oldu. Hiç ardından ağlayanı olmadı. Hep ben de ben demesinin sonucu olarak geriye istikrarsız ve bölünmüş bir ülke bıraktı. Gücü tek halkına yeten zalim ve diktatör olarak anılacak. 

Muammer Kaddafi, 1969 yılında Libya’nın başına geçti. 2011 yılına kadar 42 yıl boyunca ülkesini tek adam olarak yönetti. Hep ben de ben dedi. Kibir abidesiydi. Acımasızdı. Saddam gibi hep ABD'ye meydan okurdu. Ölümü tek adam Saddam gibi feci oldu. Ardından ağlayanı olmadı. Giderayak bölünmüş, istikrarsızlaştırılmış ve devletsizleştirilmiş bir ülke bıraktı. Diğer diktatörler gibi bu da hayırla anılmıyor.

Tek adamların son halkası Beşşar Esad oldu. Bu da Saddam ve Kaddafi gibi tek adam idi. Babasının yolundan gitti. Baba-oğul ülkeyi 1970'den 2024 yılına kadar aile olarak 54 yıl boyunca yönetti. İkisi de ben de ben dedi. Nasılsa ülke onların mülkü idi. Baba da oğul da halkına acımasızdı. Ülkesinde çıkan iç karışıklığı yönetemedi. 2011'den 2024'e kadar İran ve Rusya'nın desteğiyle ayakta kaldı. İran ve Rusya desteği çekince Rusya'ya sığınma talebinde bulunarak ülkeyi terk etti. Geriye istikrarsız, bölünmüş, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, vatandaşı başka ülkelere sığınmış bir ülke bıraktı.

Ülkesini tek adam olarak yönetenleri ve akıbetlerini say say bitmez. Sadece üç tanesini örnek verdim. Diğer dikta yönetimler gibi bu üç diktatör de ülkelerini tepe tepe kullandı. Hepsi halkını mağdur etti. Kan, gözyaşı ve ölüm bıraktı.

Gitmeleriyle ülkeleri devlet olsa ülkelerine huzur gelse hiç gam yemeyeceğim. Bu üç diktanın bıraktığı ülkelere sittin sene huzur gelmez.

Gidenler gitti de yerine ne kondu ya da ne konacak? Irak ha var ha yok. Libya da öyle. Öyle zannediyorum Suriye de öyle olacak. Çünkü huzur bulmayacak şekilde bölgede kartlar yeniden karılıyor. Suriye’deki durum daha yeni. Ne şekilde bir yapı oluşacağı belli değil. Yalnız Irak ve Libya’ya bakınca Suriye için düşünülen plan da farklı olmasa gerek. Çünkü perşembenin gelişi kaç çarşambadan belli.

Tüm bu istikrarsız ülke oluşturmanız gerisinde öyle zannediyorum, İsrail’in güvenliği yatıyor olmalı. İsrail’in çevresinde İsrail’e kafa tutacak, efelenecek bir ülke kalmayacak. Çünkü her bir ülke kendi kendine yetmeyecek şekilde dizayn ediliyor. Bu ülkeler içeride birbiriyle iç karışıklık yaşayacak, içerideki sorunlar yüzünden kafasını dışarıya çeviremeyecek. İsrail de bölgede istediği şekilde at koşturacak. Canı sıkıldıkça bölge ülkelerine bomba yağdıracak.

Hasılı diktatörler, yönetimlerinde yüz güldürmedikleri gibi gittikten sonra da bu halkların yüzü gülmeyecek.

Bu durum Ortadoğu ülkelerinin kaderi mi? Kaderden ziyade bu ülkeler ağırlığı ve kafa yapısı kadar ülke olarak kalmaya devam edecek. Çünkü bu ülkeler sömürgeci devletlerin yolgeçen hanı. Nasılsa her ülkede süper güçlerin hizmetinde onlar adına vekalet savaşı verecek milyonlar var. Bu bölgede bu kafa oldukça daha bu bölge kimlerin sömürgesi olur. Yaşarsak göreceğiz. Ne de olsa kafa yapısı kadardır bu bölge.

Bu bölge ne yapıp ne edip tek adam kurtarıcılardan kurtulmalı. Maceraya girmemeli. Hep ben ben diyenlerden kurtulmalı ve devletlerini ortak akıl ile yönetmeliler. 

*11.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

7 Aralık 2024 Cumartesi

Bir Gönül İlişkisi Hikayesi

Hazırlık artı üç yıl lisede okuyan 11.sınıf bir kız öğrencim vardı. Türkçe matematik bölümünde okuyordu. 

Boy pos vardı, manken gibiydi ama aklı boyuyla ne kadar orantılıydı tartışılır. Bunu da şuradan biliyorum. Bir gün bahçedeyim. Bu kızımız da pencereden dışarıya bakıyor. Kulağımda küpe var dercesine küpeleri ben buradayım, görün der gibi sallanıyordu iki kulağından. 

Öğrencinin makyaj ve ziynet eşyası ile okula gelmesi yasaktı. Bunu da bilmesine rağmen gelmişti o şekil. Seslendim kendisine. Kızım o kulağındaki ne diye. Beklerdim ki küpe takmıştım. Unutmuşum. Hemen çıkarıyorum demesini. O ise "Altın hocam" dedi. Sanki gümüş mü diye sordum. Şimdi vardırma yukarıya. Hemen çıkar dedim. "Tamam" demişti.

Bir öğretmen geldi odama. "Hocam, şu kız ilçede ipsiz kopuk biriyle. Herkes bunu konuşuyor. Gezip dolaşmasından geçtim. Lise terk biriyle metruk yerlere girip çıktığı ayyuka çıktı. Ben konuşuyorum. Kızımız dinlemiyor. Ne yapabiliriz" dedi.

Okul dışında bir durum. Yine de ailesini bilgilendireyim dedim. 

Müdür yardımcısına, hocam! Şu kız öğrencinin annesini, kızının durumuyla ilgili görüşmek üzere telefon açıp okula çağıralım dedim. 

Müdür yardımcısı, ilçenin uzun yıllar gediklisi idi. Herkes onu, o da herkesi tanırdı. 

"Çağırayım çağırmaya ama hiç tavsiye etmem görüşmenizi" dedi. Niye dedim. "Anne sosyete biri. Bu tip şeylere sıcak bakıyor. O kızın ablasını da biz buradan mezun ettik. Ablası da üç aşağı beş yukarı böyle idi. Bizi uğraştırdı. Annesini çağırıp durumu anlattık. Siz ne karışırsınız. Karışmayın kızıma dedi bize. Epey bir hakaret etti" dedi. 

Biz yine de çağırıp görevimizi yapalım. Varsın bize de büyük kızı için söylediğini söylesin. En azından ileride niye haberim yoktu demesin dedim.

Anne geldi. Benimle görüşmek istemişsiniz dedi. Odama alıp çay ikram ettim. Hal hatır, memleket, şuradan, buradan...kızının hedefi olup olmadığını sordum.

Ardından üstü kapalı bir şekilde bir şeyler söyledim. Aklımda kaldığı kadarıyla özetleyeyim: Lisedeki öğrenciler bazen ergenliği zor atlatabiliyor. Karşıt cinse ilgi duymaya başlıyor. Üniversite hedefi ile karşıt cinse ilgi duyması aynı zamana denk geliyor. Duygular aklın önüne geçiyor. Duygular ön plana çıkınca bir koltukta hem üniversite hem aşk birlikte yürümüyor. Çünkü bir koltukta iki karpuz taşımak gibidir bu durum. İkisinden biri düşüp kırılıyor. Genelde de üniversite hedefi öteleniyor. Çünkü duygusal hal daha baskın çıkıyor. Elbette insanın karşıt cinse ilgi duyması kadar doğal bir şey yok. Ama zamanı değil. Ne de olsa daha çocuk sayılır bunlar. Üniversite hedefini yakaladıktan sonra düşünülmesi gereken şeyler bunlar, türünden bir şeyler söyledim.

Can kulağıyla dinledi beni. "Hocam, biraz daha açık konuşur musun" dedi. Elbette dedim. 

Kızınızın daha lise çağında gönül ilişkisine girmesine nasıl bakarsınız dedim. "Daha erken. Önünde üniversite var" dedi. Diyelim ki kızımız böyle bir gönül ilişkisine girdi. Ciddi ciddi evlenmeyi düşünüyor. Damat adayının da derli toplu ve hedefi olan, aynı zamanda içinize sinen biri olmasını istersiniz sanırım dedim. "Elbette" dedi. Bildiğim kadarıyla siz Ankaralısınız. Eşinizin görevi dolayısıyla buradasınız. Eşiniz emekli olunca da buradan gidersiniz dedim. "Öyle düşünüyoruz" dedi. Ardından "kızımın istediği ile evlenmesini isterim. Ama hata yapmasını istemem. Çünkü onun mutsuz olması beni üzer. Ben eşimle istemeden evlendim. Çok mutlu olduğum söylenemez. Aramızda kültür farkı var" dedi. O zaman biraz daha açayım. Kızınız ilçede biri ile gezip dolaşıyormuş. Ben oğlanı tanımam. Burayı bilenlere göre oğlan falanın oğlu imiş. Çok sağlam pabuç olmadığı söyleniyor. Kızınıza da denk değil. Yarın kızınız üniversite okumuş biri olurken oğlan ise işi gücü olmayan ve lise terk biri olacak. Hayatının hatasını yapmasını istemem dedim.

"Hocam, ben böyle bir şeye sıcak bakmıyorum. Razı gelmem" dedi. 

Okul dışında olan bir durum. Okula gelen bir problem yok. Kızınızın adının çıkmasını ve lekelenmesini istemiyorum. Yanlış anlamayın, bunu söylerken utana sıkıla söylüyorum. Kızımızın metruk binalara o erkekle girip çıktığını görenler var. Herhalde bu duruma da sıcak bakmazsınız. Yine de size ne diyebilirsiniz. Zira çocuk sizin dedim. Sözlerim de bu kadar. Çok uzattım, kusura bakmayın ama hassas bir konu. Pot kırmayayım diye mümkün olduğunca açık konuşmamaya çalıştım dedim.

"Hocam, çok sağ olun. Allah razı olsun. Bundan sonra okula daha sık geleceğim. Hatta okulun bazen okullar arası maçları oluyor. Öğrenciler genelde okullarını desteklemek için okulu asıp maça gidiyor. Herkes gitse bile benim kızım, maçlara bile gitmesin. En ufak bir durumda beni arayabilirsiniz" dedi. Ardından müsaade alıp gitti. 

Annenin hakaret etmesini beklerken memnuniyetle ayrılmasından, bu işi ağzıma yüzüme bulaştırmadığımdan anne kadar ben de memnun oldum. 

Sonrasında, kızımızın annesi zaman zaman okula uğradı. Çocuğu hakkında bilgi aldı ve takibini yaptı. Kız kendisine biraz daha çekidüzen verdi. 

Mezun olduktan sonra ne yaptı ne etti bilmiyorum. Hiç karşılaşmadım. Zaten ben de ilçeden iki yıl sonrasında ayrılmıştım.