9 Kasım 2024 Cumartesi

Reâyâdan Halka

“Reaya, sözlükte “sığır, koyun sürüsü” anlamına gelen raiyye/raiyyet kelimesinin çoğuludur. 

İslâm dünyasında yönetici konumundaki askerî tabaka ile ulemânın dışındaki vergi mükellefi halkı ifade eden bir terim olmuş, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ne haraç ödeyen gayri müslim tebaa için de kullanılmıştır. 

“Raâ” fiilinin Kur’ân-ı Kerîm’deki türevlerinin iki anlamı vardır: “Sürüleri otlatmak, hayvanları yaymak” (Tâhâ 20/54; el-Kasas 28/23); “birinin çıkarlarını gözetmek, bakmak, mukayyet olmak, gütmek” (el-Mü’minûn 23/8; el-Meâric 70/32).

Yakındoğu dinleri ve kültürlerinin hem teokratik hem dünyevî anlamda sürüsüne nezaret eden bir çoban şeklinde geliştirdiği hükümdar sembolü için İslâm toplumlarında benzer mecaz ve kavramlar kullanılmıştır. 

Zamanla reâyâ, toplumun yönetici ve üst sınıflarını oluşturan kalem ve kılıç ehlinin dışında vergiye tâbi esnaf ve çiftçileri ifade eden bir kavram haline gelmiştir.” (İslam Ansiklopedisi)

Tebaa, “2.Mahmud devri, modernleşme çabaları doğrultusunda gerçekleştirilen reformlarla anılır. Söz konusu reformların başında devletin yönetimi altındaki insanlar için reaya (sürü) yerine, tebaa (tabi olanlar) şeklinde bir kavramı tercih etmesi gelmektedir”. (dergipark)

Halk, “Aynı ülkede yaşayan ve o ülkenin yurttaşı olan insan topluluğu”.

Vatandaş, “Aynı yurt üzerinde yaşayan, bir yurda yurttaşlık bağıyla bağlı bulunan kimselerden her biri”.

Günümüzde bir devletin çatısı altında yaşayan insanlara halk, ulus, vatandaş, yurttaş dense de eskiden reâyâ, sonraları tebaa denmiş. 

Yukarıda alıntı yaptığım reâyâ ve tebaanın anlamlarına bakınca vatandaş güdülmesi gereken hayvan sürüsüne benzetilmiş. Bu benzetme ve kelime kökeninin, halkı aşağılama durumu söz konusu. Özellikle reâyâ. Tebaa, reâyâ anlamında kullanılsa da en azından tabi olanlar anlamına gelir ve çok horlayıcı değil denebilir. 

İşin en üzücü yanı da asker ve bürokrasi dışındaki vergiye tâbi kişilere reâyâ denmesi. Bu demektir ki reâyâ kabul edilmeyen elit bir kesim var demektir. 

Batı o zamanlarda halkına ne derdi bilmiyorum ama İslam dünyası için vergiye tâbi halk için reâyâ kullanımı, onur kırıcı ve küçük düşürücü. Güya İslam dünyasında sınıf ayrımı ve kast sistemi yok. Bu isimlendirme bile İslam dünyasında bal gibi sınıf ayrımının olduğunu gösterir. Dün de böyleymiş, bugün de böyle, yarın da böyle olacak. 

Gerçi günümüzde vatandaş, yurttaş, halk dense de reâyâ ile ortak noktası, vergiye tâbi olması. 

Bir ülkede yaşayan dar, orta gelirli ve orta direğin görevi vergi vermektir. Bunun karşılığında da yönetilmektir. İster halk ister yurttaş ister reâyâ densin, halkın yönetime katılması, söz sahibi olması, yöneticilerinin eleştirmesi, onlara hesap sorması söz konusu değil. Çünkü sürüler çobanlarına hesap soramaz. 

Bahtımıza yanalım. 

Çarşı Görmemiş Asırlık Bir Ömür

Bir gün annemin amcaoğlu ile halaoğlu ziyaretine geldi. Hoşbeş esnasında annemin yaşında olan halaoğlunun anneme aba demesi dikkatimi çekti. Abi, kaç doğumlusun dedim. 1939'luyum dedi. Annem de 1939'lu dedim. Olamaz dedi. Çünkü biz küçükken annen büyüktü. Biz onun arkasına takılır giderdik. Nereden bakarsan aramızda beş-altı yaş var dedi.

Eskiden günü gününe yazılan çok ender kişiler vardır. Geneli annem gibi. Ya ilkokula giderken ya evleneceğinde ya askere gideceğinde nüfus cüzdanı lazım olurdu.

Nüfus kağıdı çıkarmak için ya nüfustan köye gelirler, kütüğe toplu kaydedilirlerdi ya da nahiyeye gidilerek nüfuz cüzdanı çıkarılırdı. Kaydı alan nüfus memuru doğum tarihini sorduğu zaman harmanda doğduydu, çiçekler açtığı zaman doğmuştu denirmiş. Boyu postuna göre nüfus memuru bir tarihi doğum tarihi olarak yazarmış. Gün ve ay olarak da genel de 01.01 yazılırmış. Hatta bazıları ölen kardeşinin nüfus tarihi yazıldığı bile olurmuş.

Şu var ki çoğu eski kişiye yaşı sorulduğunda resmi olarak yaşım şu ama esas doğum tarihim bu. Küçük ya da büyük yazdırmışlar dediğine şahit olursunuz. 

Babam da beni günü gününe yazdırdığını söylerdi. Ama okul arkadaşlarımdan büyük okula gittiğim bir vakıa. Ramazanda doğduğum için de isim arayışına gidilmemiş. Adı Ramazan olsun denmiş. İşin ilginci, resmi olarak kullandığım tarih ve ay ramazan ayına denk gelmiyor.

Tarihler konusunda babam hassastı normalde. Çünkü ineğin buzuladığı ve kendisinin tıraş olduğu tarihleri duvar takviminin arkasına yazardı. Belli ki tıraş olduğu ve ineğin buzuladığı tarihe verdiği önemi bizim doğum tarihine vermemiş. Gerçi bu tarihler de o yılın takvimi bitinceye kadardı. Sonrasında atılır, yerine yenisi takılırdı. 

Anama gelirsem, kafa kağıdına göre anam 1939 doğumlu olsa da beş altı yaş küçük yazıldığı, halaoğlunun dediğinden anlaşılıyor. Bu demektir ki anam 90 yaşında var. 

Bir asra yaklaşan yaşına rağmen gözleri tam görmese de bazen bastonla bazen bastonsuz yavaş yavaş yürüyerek kendi işini kendi görmekte. Yatağını kendi toplar, odasının panjurunu kaldırır, yediği yemeğin tepsisini mutfağa getirir, içeceği suyunu kendi doldurur. 

Ömrü koşuşturmakla geçmiş. Kah bağ çapalamış kah üzüm toplamış kah dağdan çalı çırpı getirmiş sırtında. Hem tarlada hem ekin harmanda hem başkasının işinde yevmiyeci hem de ev işleri ve yemek hep elinden geçmiş. 

Ölenler hariç yedi çocuk büyütmüş tek odalı evde. Sanırım üç tane kardeşim de ölmüş. 

Ne doğumda ne doğum öncesi kontrollerde doktor yüzü görmüş. Tüm çocukları evde doğurmuş. Şimdiki gibi hazır bez de yok. O günün bezini alacak para da yok. Çaput namına ne bulmuşsa bez diye kullanmış. 

Evin içinde banyo, WC ve şebeke suyu da yok. Çamaşır makinesi zaten olmaz. Tüm çamaşırlar leğen içinde ve dışarıda tokucak marifetiyle yıkanmış. 

Evin bahçesine şebeke suyunun gelmesi de çok sonraları. Bundan önce dokuz gözlü diye nam salmış aşağı çeşmeden sırtta veya eşek üstünde su taşınıp ihtiyaç giderilmiş. 

Öyle zannediyorum, anne sütüyle besledi hepimizi. Mama namına bir şey görmüş olamaz. 

Birçok kadın gibi annem de okuryazar değil. Kadın kısmı okur mu demiştir ailesi her ailede olduğu gibi. 

Tüm dünyası, doğup büyüdüğü köyünden ve evlendikten sonra gelin gittiği beldeden ibaret. Doktora bile belki de en erken yetmiş yaşında gitmiştir. Kolu kırılmıştır. Bildik yöntem olan kırık ve çıkıkçı eliyle tedavi görmüştür. 

Şehir namına gördüğü oğlanlarının evine birinin nezaretinde gitmekten ibaret. 

Çarşı, pazar, alışveriş nedir görmemiş. 

Esas yaşı doksana merdiven dayadığı yılların birinde evimde iken zaman zaman ana ben çarşıya gidip geleceğim dedim. Hepsine tamam kuzum dedi. Bir böyle, üç böyle. Bir gün kuzum bir şey soracağım dedi. Buyur ana dedim. "Bu çarşı dediğin bizim köy gibi bir yer mi" demez mi? Değil ana. Alışveriş yerlerinin ve insan yoğunluğunun olduğu yer dedim. Dedim ama içim cız etti. Çünkü yetiştiği belde de alışveriş, pazar ve park ve bahçenin olduğu yerin adı “aşağı” idi. Evden çıkarken aşağıya gidiyorum derdik. 

Ne babam yanına alıp şehre götürüp çarşı pazar gezdirmiş ne de evlatları olan bizler. Hayatında çarşı pazar görmemişse ne bilsin çarşı denen yerin ne menem bir yer olduğunu.

Vah bize vah... 

Futboldaki Yapı

FB bu ülkenin en eski ve köklü aynı zamanda yakın zamana gelinceye kadar şampiyonlukları, zaferleri konuşulan ve belki de en fazla taraftarı olan bir kulübü idi.
Geçmiş başarılarından gittikçe uzaklaşan bu kulüp, günümüzde, başarısızlığını başka gerekçelere bağlamak suretiyle gerçekleri manipüle etmeye çalışıyor.
Başarısızlık gerekçelerini yapı ve sisteme bağlamışlar.
Oturuyorlar yapıyla, kalkıyorlar, yapı ve sistem konuşuyorlar. 
Galip gelirler. Yapıya rağmen galip geldik diyorlar. 
Mağlup olurlar, yapıya mağlup olduk diyorlar. 
Bizi şampiyon yapmazlar diye kendilerini inandırmışlar.  
Hakemlerle uğraşıyorlar, MHK ile cebelleşiyorlar, Federasyona veryansın ediyorlar. 
Kendi oynadıkları maçlardan ziyade ezeli rakiplerinin maç ve pozisyonlarını konuşuyorlar. Bak burada sarı kart var, kırmızı olmalıydı. Maçı uzattılar gibi. 
Ezeli rakiplerini yenerler. Kendilerini gerçek şampiyon ilan ediyorlar. 
Resmi olarak kabul edilmeyen yıldızlara formalarında yer veriyorlar. 
Hakemlerden dert yanarlar. Yurtdışından hakem talep ederler. 
Kendi oyunlarına ve oynadıkları oyunu değerlendirmeye bir türlü sıra gelmiyor. 
Ezeli rakibiyle uğraşmaktan vakit kalıp da bir defa olsun, biz iyi oynayamadık, rakibimiz daha iyiydi demiyorlar.  
Tek adam başkanları, as başkanları, teknik direktörleri, futbolcuları, bir kısım taraftarları ve bu takımı tutan spor yazarları ağız birliği etmişçesine kendilerini buna inandırmışlar. 
Ligi töhmet altında bırakmak, germek, şaibe bulaştırmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. 
Bu nasıl zihniyet nasıl kafa yapısı inanın anlamış değilim. 
Bu yaptıklarıyla, bir zamanların büyük kulübü sayılan FB'yi aşağıda çektiklerinin ya farkında değiller ya da bu gerekçelerle başarısızlıklarını örtbas etmeye çalışıyorlar. 
Başarısız oldukça ligi çirkinleştirmek suretiyle yetkilileri kendilerini kurtarmaya çalışıyor. Dünyaca ünlü, geçmişi başarılar ve aldığı tazminatlarla ünlü teknik direktörleri de ligi çirkinleştirmek için elinden geleni ardına koymuyor. 
FB'yi anlamak isteyen bir FB'nin geçmişine baksın, bir de Mourinho'ya baksın. Kulübün geçmişi başarılarla dolu. Mourinho'nun da geçmişi başarılarla dolu. Dişleri dökülmüş aslan gibi hem kulübün hem de teknik direktörlerinin. Günümüz futboluna dair söyleyecekleri bir şeyleri yok maalesef. Sadece rakibi üzerine oynayan, rakibiyle yatıp kalkan bir teknik direktöre bunun için çuvalla para vermelerine gerek var mıydı? 
FB'nin en büyük sorunu paralı başkanları. İşin ilginci çoğu taraftar bunun farkında değil. Bu takım kahtı rical sorunu çekiyor. Sanıyorlar ki paralı başkan olursa iyi transfer yapıp şampiyon olacağız. Koskoca camia farklı başkan adayı çıkaramıyor. 
Bilmiyorlar ki bu başkanları ve gerçeği yazmaktan kaçınan spor yazarları eliyle bu takımı küçültüyorlar. 
FB'liler aklını başına alıp sadede gelmezse bu takım gittikçe küçülecek. Bir zamanların büyük takımı idi diye anılacak. 
Şampiyonluklar kazanmak kadar takımlarını küçültmek de kendi ellerinde. Kendileri bilir. Bilirim ki bu ülkenin FB'ye ihtiyacı var. 
FB’nin en büyük sorunu FB’ye kurtarıcı aranması, FB’ye en büyük kötülüğü rakipleri değil, kendileri veriyor. 
Başkanları varken, FB’nin başarısızlığını gerekçe üreten spor yazarları varken, olup biteni algılamak istemeyen fanatik taraftarları varken, başkana uygun teknik direktör tercihi varken FB’nin başka düşmana ihtiyacı yoktur. Çünkü FB'lilerin yapı yapı dedikleri yapı kendileridir. Lütfen aynaya baksınlar.