27 Eylül 2024 Cuma

Mesleki ve Teknik Liseleri ve MESEM'lere *

28 Şubat sürecinde meslek liselerine katsayının konması ve ilköğretim okullarına sekiz yıl kesintisiz ve zorunlu eğitim getirilmesiyle birlikte hem meslek liseleri hem de sanayilerdeki usta çırak ilişkisi büyük darbe yedi.

Bu zaman zarfında meslek liselerinden kaçış başladı. Sanayide ise çırak ve kalfa kalmadı.

Meslek liselerine uygulanan katsayı farkının ortadan kalkmasının ardından nice yıllar geçmiş olmasına, devlet teşvik etmesine ve diğer liselere göre bu okullara daha fazla yatırım yapmasına ve masraf etmesine rağmen bu okullar hala belini doğrultabilmiş değil.

Bu okulların öğrencisi var ama istisnalar ve bazı bölümler hariç eski başarılı öğrenciler bu okulları tercih etmiyor. Tercih edenlerin çoğu ya sınavla öğrenci alan okulları kazanamamış olanlar ya da İHL'de okumak istemeyenler. Çoğunun da ortaokul dersleri vasat ya da vasatın altında. Bu okullarda okuyan öğrencilerin sayısal dersleri iyi olması gerekirken çoğunun yine sayısal yönü zayıf. 

Eskinin Çıraklık Eğitim Merkezleri, şimdinin MESEM şeklinde kısaltması olan Mesleki Eğitim Merkezleri de tıpkı mesleki ve teknik liseler gibi teşvik edilmesine rağmen pek tercih edilmeyen yerlerden idi. Çünkü birçok anne ve baba, çocuğu için eli sıcak sudan soğuk suya değmeyecek masa başı iş istedi. Öyle ya çocuğunun kir, pas içinde ne işi vardı. Bu çocuğu sokakta bulmamıştı. Kıymetlileri idi çocukları. Kendileri zamanında çekmişti ama çocukları çekmeyecekti. Bu yüzden sanayide işi yoktu çocuklarının. 

Çocuklar ebeveynler gözünde kıymetli olduğu için sanayici de çırak bulamadı. Sonunda devlet MESEM'e kayıt olan öğrencilere teşvik getirdi. Sanayi veya herhangi bir işyerinde çalışan öğrenciye asgari ücretin üçte bir ücretini harçlık olarak vermeye başladı. Yani devlet işyeri sahibinin çırağa vereceği parayı üstlendi. Bu yol ile işyeri sahibi külfete girmeyecek. 

Çocuklarımız MESEM'de haftada bir gün ders görecek, diğer günler işyerinde mesleğini öğrenecek. 11.sınıfta kalfalık 12.sınıfta da ustalık belgesi alarak aynı zamanda lise mezunu olabilecek. 

Devletin verdiği bu teşvikle MESEM öğrencisi çalıştırma şartlarını taşıyan esnaf, sanayici, işveren, yanında çocuk çalıştırmaya başladı. MESEM'ler öğrenciyle doldu taştı. Bugün MESEM'lerde aşağı yukarı her meslek her dal ve her bölümden öğrenci okuyor. 

Şimdi esnafın, işyerlerinin ve sanayicilerin yanında bol miktarda MESEM öğrencisi var. Devletin, dünyanın parasını harcadığı ve masraftan kaçınmadığı bu projesi devam ederse, yakın zamanda ülkenin çırak, kalfa ve usta ihtiyacı fazlasıyla giderilmiş olacaktır. Gecikmiş de olsa devletin bu projesi yerinde. Yalnız bu projenin ilanihaye devam etmesi isteniyorsa, yanında MESEM öğrencisi çalıştırma imkanı elde elden işverenlerin, devletin üzerinden yükü biraz almalarında, meslek öğrettikleri öğrencilere ödenen harçlığın bir miktarını üstlenmesinde fayda vardır.

Kısaca hem mesleki ve teknik liseler özellikle MESEM’ler bu ülkenin geleceğidir. Bu okullar ve MESEM’ler sayesinde buralarda okuyan öğrenciler daha küçük yaşta iken kollarına altın bileziği takmış olacaklar, okul bittiği zaman bir meslek sahibi olacaklardır. Okul bitince ya kendi işlerini açabilecek ya da bir başkasının yanında ücret karşılığı çalışabilecek. Bu da ülkenin ara eleman ihtiyacını bu yol ile gidermek demektir.

Yine bu okullarda okuyan ve bu okullardan mezun olanlar diğer liselerde okuyup üniversite bitiren çoğu öğrenciye göre daha şanslı. Çünkü bugün ülkenin en büyük sorunu okumuş genç işsiz sorunu. Çoğu üniversiteyi bitiren öğrenci, alanında iş bulamadığı için boşta ve önünü göremiyor. Okuduğuna Bi pişman. Halbuki mesleki teknik liseleri veya MESEM’leri bitiren öğrencilerin işleri daha okurken hazır.

Kısaca mesleki ve teknik liselerde veya MESEM’lerde okuyanlar, akranlarına göre daha şanslılar.

Diğer yazımda da MESEM’lerdeki ders yükünü ve ders saatlerini masaya yatırmak isterim.

*28.10.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

26 Eylül 2024 Perşembe

İfrat ve Tefritin Sonuçları

Bir şeyin değeri ve önemi nasıl sağlanır ya da bir şeyin değer ve önemi nasıl düşürülür? 

Etki ve tepki ile ya da ifrat ve tefritle. 

Biraz açar mısın? 

Çok açmaya gerek yok. Zaten her şey açık. Yeter ki değer ve değer verilenler üzerinden olup bitenleri şöyle gözümüzün önüne bir getirelim. 

Sen yine de aç. Hatta örneklendirirsen hem daha iyi anlarım hem de aklımda daha kalıcı olur. 

Bir şeyin önem ve değerini artırmak istiyorsan, o değerlere saldıracaksın, baskı yapacaksın. Bu durumda insanlar kenetlendiği gibi saldırdığın şeylere dört elle sarılır. 

Peki, insanların değer verdiği ve önemsediği şeyler nasıl gözden düşürülür?

Değer verilen ve önemsenen şeyleri çoğaltarak ve dilinden hiç düşürmeyerek.

Biraz açar mısın?

Mesela, halk imam hatip okullarını çok mu sevdi, bu okullara aşırı bir talep mi var. Yapacağın şey, halk istiyor diye bu okulların sayısını aşırı bir şekilde çoğaltacaksın.

Halk hafızlığa büyük önem mi veriyor? Hafızlara saygı mı gösteriyor? Her yere hafız yetiştiren okul ve kurslar açacaksın.

İlahiyat fakülteleri için de aynı yolu takip edeceksin. 

Başörtüsünü gözden düşürmek mi istiyorsun? 

Başörtüsünü hiç ağzından düşürmeyeceksin. 

Din, dini değerleri, ahlakı, ayet ve hadisi gözden düşürmek mi istiyorsun? 

Bu değerleri hiç dilinden düşürmeyeceksin. Hep bunları referans göstereceksin. Oturup kalkıp din, iman, ahlak, ayet, hadis vs. konuşacaksın. Hep sureti haktan görüneceksin. 

Bunları konuşmak iyi olmaz mı? 

Yerinde, kıvamında ve kararınca konuşursan, bir de konuştuğunu ve referans gösterdiğini yaşarsan, pratiğe dönüştürürsen iyi olabilir. Yani söz ve eylem birlikteliği olursa, savunulan değerlerin değeri düşmeyebilir. Yalnız söz ve eylem çelişkisi olursa, başkasına telkin verilirken üzümler salkım salkım yenilirse, değerler hamaset ve slogan olarak kullanılırsa, başkasına sopa olarak ve Demokles’in kılıcı gibi kullanılırsa; İHO, İHL, hafızlık, başörtüsü vs'nin sadece satışı yapılırsa, buralar arka bahçe kabul edilir ve bu değerleri kendi mülkü veya tapulu malı gibi görürse, bil ki bu değerler ayaklar altına alınmış olur.  

Bu örnekleri verirken ciddi olamazsın. 

Hem de hiç olmadığı kadar ciddiyim. Zira bu ülkede olup bitenleri sonuçları itibariyle okuma yaparsan, yaptığım tespitlerin doğruluğuna hak verirsin. 

Herhalde baskı yapanlar bu değerler önem kazansın veya dilinden düşürmeyenler değeri düşsün diye yapmıyordur. 

Kimsenin içini bilemem. Zira niyet okuyucusu değilim. Birileri gözden düşsün veya değeri artsın diye belki bir amaç taşımamıştır. Bu değerlere baskı yapanlar, samimi olarak bu değerlerin yok olmasını istemiş olabilir. Aynı şekilde bu değerleri hakim kılmak isteyen de bu değerleri yüceltmek istemiş olabilir ama sonuç ortada. Yani tersi bir durum söz konusu. 

Bunu test için şöyle etrafına bir bak. Çoğunluk hiç olmadığı kadar dinden veya dini değerlerden uzak veya mesafeli. Halbuki dilden düşürülmeyen değerler, açılan İHO ve İHL'ler, ilahiyatlar, hafızlık okulları vs. kurumlar sayesinde, toplumda dindarlığın artması beklenirdi. 

Ne diyeyim, tespitlerinde haklısın galiba. 

Bir Zamanlar Ben

Tempolu, rutin ve rutin yürüyüş yapmaya sanırım 2020 yılının Ramazan bayramı sonrası başlamıştım. Her gün değişik güzergahlarda yürüdüm. Yürüdüğüm her günü sosyal medyada paylaşmadım. Pek azını paylaştım. Paylaştıklarım, seneyi devriyesinde sanal alem anılar bölümünde hatırlatıyor. İşte o yürüyüşlerimden bir tanesini daha 20/09/2020 tarihinde yapmışım. Bu yürüyüşü paylaşırken şöyle yazmışım:

"Bugünkü güzergahım:

Yaka-Hicaz Cad-Alemdar Cad-Erenköy-Kanal Boyu-Otogar.

Otogar-Tramway Yolu-Beyşehir Yolu-Fatih Caddesi-Yaka.

Kanal boyunda bol bol iğde ağaçları var. İğde severler kanal boyuna" .

Pandemi zamanıydı bu tarih. Zaten salgınla beraber yürüyüşe başlamıştım. Bir cumartesi günü imiş bu yürüyüşüm. 30.672 adım atmışım. 20,86 km yapmışım. Bu yürüyüş 4 saat 9 dakika sürmüş. 1 km'yi yaklaşım 12 dakikada almışım. 9 dakikada bir km yaptığım seri ve tempolu yürüyüşlerim de eksik değildi o zamanlar. 

Şimdi ise 8 bin ila 12 bin arasında biraz tempoyu düşürerek yürümeye devam etsem de o zamanlar haftalık ortalamam, 20.507 adım imiş. 

20 Eylül 2020 tarihli yürüyüşüme Meram Yaka'dan başlamıştım. Hicaz Yolundan Kanal boyuna çıkıp oradan Otogar'a yürümüştüm. Kanal boyunda yol boyu iğde ağaçları vardı. Ağaçtan iğde kopararak açlığımı gidermiştim. Km'nin 12 dakikaya varması da iğde ağaçları altında oyalanmamdan olsa gerek. 

Dönüşü, tramvay yolundan yürümüştüm. 10 km idi aklımda kaldığı kadarıyla. Kanal boyu ise 11 km idi. 

Kanal Boyu denilen yol şimdilerde bölünmüş yol. Adı da Abdulhamit Caddesi. Bugünlerde arabayla 5-6 kez geçmişliğim var. İğde ağaçları hala var mı, yoksa yeni yol yapımında kesildi mi, hiç dikkatimi çekmedi. 

Şu var ki pandemiden bu yana pek az gün hariç hep rutin yürüdüm. İlk iki senede aldattığım bir gün olmuş ise ertesi gün iki katı yürüyüş yaparak telafi etmiştim. 

Bazıları abarttığımı söylese de yürüyüş gibisi yok. Epey kilo verdim. 83-85 kilodan 67 kiloya kadar inmiştim kilo olarak. Göbek eridiği gibi sağlık yönünden de bana epey bir faydası oldu. 

Yürüyüş severlere duyurulur.