21 Eylül 2024 Cumartesi

Eşeğimi Buldum Nihayet

"Çoğumuzun Parayla İmtihanı" başlıklı yazımda çoğumuzun TL yerine dolar ya da avro hesabı taşıdığından, benimse hiç böyle hesaplarım olmadığından, param olursa genelde altın aldığımdan bahsetmiştim.

Herkesin dövizi ve döviz hesabı olur da benim olmaz mı? Sende mi Brütüs demezseniz ben de bu kervana katıldım. Nihayet şeytanın bacağını kırdım.  Bu yazımda buna değineceğim.

Çocuk yurtdışına giderse lazım olur diye beş yüz dolar aldım. Cüzdanın bir tarafına koydum. 

Bir zaman geldi. Bir düğüne hediye olarak 200'ünü verdim. Kaldı 300 dolar.

Gel zaman git zaman dövizi yeniden beş yüze çıkarmak için tekrar bir iki yüz dolar aldım. 

Aldığım bu iki yüz doları, cüzdandaki diğer üç yüz doların yanına koymak için cüzdanı açtım. Yoktu para. Yandım Allah demeye kalmadan can havliyle cüzdanın bütün gözlerine, içine, dışına baktım. Baktığım yerlere tekrar tekrar baktım. Yoktu.

İyi de nereye gitti bu para. Eve koymuş olabilir miyim diye düşündüm. Sanmam. Hanım almış olabilir mi? Zannetmem. Birine borç vermiş olabilir miyim. Değil. O zaman cüzdandaki para nereye giderdi. Gel de çık bu işin içinden. Zenginlik böyle işte.

Eve koyduğumu hiç hatırlamasam da tek umudum ev kaldı bir de hanım.

Eve geldim, hanıma sordum. Ben görmedim dedi. Oğlana sordum. Yapma baba dedi. O zaman şuraya koymuş olabilir miyim, buraya koymuş olabilir miyim dedim. Her birine tek tek baktım. Yoktu.

Baktığım yerlere tekrar baktım. Uçup gitmişti. 

Üç yüz dolar yoktu. Geri de gelmeyeceğine göre geriye kendi kendimi ikna etmek kaldı. Zaten gavur parası değil mi, giderse gitsin. Daha önce yoktu zaten. Farz et ki almadın dedim ise de çaktırmadan TL'ye vurdum. Nereden baksan bir on bini geçiyordu o üç kağıt. İkna adına ne dedim ise de kendimi ikna edemedim.

Sofra hazırmış bu arada. Oturdum. Yiyorum ama belli etmesem de hiç tadı yok. O güzelim yemekteki lezzet de gitti. 

Yemekten sonra şuraya koymuş olabilirim dediğim, daha önce baktığım yere tekrar geldim. Oradaki olan zerzevatı bir kez daha alt üst ettim. Yine yoktu. Böyle alt üst etmekle olmaz. Burada ne var ne yok, hepsini tek tek elden geçirmeliyim dedim. Elime alıp yere koyarken benim üç yüz dolar önüme düştü. Gördünüz, tek tek bakacağım demem yetti de arttı bile.

İşte şu dedim üç para önüme kayıp gelince. Sevincimi sormayın. Anlatılmaz yaşanır bu. Nasrettin Hocanın eşeğini kaybettikten sonra bulması gibi bir şey oldu bu. Ha eşeği bulmuşum ha parayı.

Şu parayı ha yemekten önce bulsaydım da ağzımın tadıyla yemeğimi yeseydim dedim ama varsın olsun. 

Odadan çıkıp oğlanın yanına geldim. Babam, cüzdanımdan bu parayı sen almış olabilir misin dedim ciddi ciddi. Oğlan yüzüme bakmadan gülünce devam ettiremedim sorguyu. Bu işi anneyin üzerine yıkalım dedim. Hanıma, hanım, bu evde sen, ben, bizim oğlan var. Bu parayı ya sen ya ben ya oğlan aldı dedim. Bu söz bana tanıdık geldi dedi. Ardından parayı şuraya koymuşum dedim.

Hasılı ilk defa aldığım doları önce kaybettim. Sonra buldum. Siz buna eşeğini bulmuşsun deyin. 

Yalnız şu var ki zenginlik başa bela. 

Aklıma, bir ara hazinenin başına göz kırptığım geldi. Mübarek üç yüz dolara sahip çıkamıyorsun. Koca hazineye nasıl sahip çıkacaktın geldi. 

Konya Yerel Basını

"Beyşehir Müftü'sünün, belden yukarısı çıplak bir kadınla, polis tarafından bir aracın arka koltuğunda yakalandığı, kadının kimliğini söylemediği, olayın İl Müftülüğüne, oradan da Valiliğe intikal ettirildiği, Müftünün çarşaflı eşini İl Müftülüğüne getirerek eşinin 'Arabadaki benim" dediği, araya hatırlı kişilerin girmesiyle, bu olayın polis kayıtlarında kaldığı, savcılığa intikal ettirilmediği" bazı İnternet sitelerinde iddia ediliyor. 

Bu iddiayı ilk defa sosyal medya paylaşımında gördüm. Aslı astarı yoktur dedim. Sonra "Beyşehir" yazdım Google'a. Karşıma, daha önce "Beyşehir Müftüsü arabada" şeklinde aranmış bir yazı otomatik olarak çıktı. 

İddia diyorum. Çünkü bu olay Müftü'yü karalamak için asparagas da olabilir. 

Bu tür iddialar için nasıl ki her gördüğüme amca demiyorsam, bir sitenin yazdığına da "demek ki aslı varmış" deyip atlamam. En azından birkaç siteye göz atarak kendimce teyit yaparım. 

"Beyşehir Müftüsü arabada" şeklinde yazınca; "egedesonsoz", "onedio", "kayseriyerelhaber", "kulisinbaskenti", "cumhuriyet", "veryansintv", "bursahakimiyet", "agri04haber", "AHB Haber", "mynet", "iyigunler.net", "corumosmancik", "eksisozluk" Web sayfaları üç aşağı beş yukarı aynı şekilde iddiaya yer vermişler.

Gördüğünüz gibi Cumhuriyet, onedio, mynet, eksisozluk dışında diğer siteler mahalli siteler. Ege, Kayseri, Bursa, Ağrı, Çorum gibi her bölgemizden siteler iddiaya yer vermiş. Gözüm, Konya İnternet ve mahalli gazetelerinin İnternet sitelerini aradı. Öyle ya Beyşehir, Konya'nın hem gelişmişlik hem de nüfus yönünden önde gelen ilçelerinden biri. Ta Ağrı'daki bir site haber yaptığına göre Konya'nın güzide basını "Şöyle iddia ediliyor, haber asparagas, aslı var veya yok" şeklinde bir haber yapardı. Arama motorlarında Konya'ya ait yerel basında bir site maalesef önüme düşmedi. Birkaç tanesinin Web sayfasına girdim. Belki orada yer vermişlerdir diye. Heyhat ki heyhat. Aslı var veya yok, iddia ediliyor şeklinde tek kelime bile görmedim. Yer veren olduysa da ben rastlamadım. 

Konya'nın yerel basınının büyük bir eksikliği bu bence. Normal şartlarda Konya yerel basını bu iddiayı dile getirecek. Diğer basın da Konya basınını kaynak göstererek sayfasında yer verecek.

Bırakın böyle bir durumu. Tek kelime yer bulmamış bizim yerel basında. Araştırmacı gazeteciliğin kalmadığını biliyorum da bu kadar bigane kalınacağını hiç düşünmemiştim. Bunun sebebi hikmeti nedir? Birileri yer vermeyin mi dedi. Konya basını bu iddiayı önemsiz mi gördü? Bunun yerine daha önemli haberlere mi imza attılar? Korkuyorlar mı? Hepsi kafasını kuma gömmüş, siparişle gelen haberlere mi yer veriyor? Kol kırılır, yen içinde kalır diye mi düşünüldü? İnanın, anlamadım gitti. Yahu gelin şöyle bir iddia var. Bu haberin aslını astarını araştıralım bari de mi demezler. İlginç gerçekten.

Bizim Konya basını birbirinin aynısının, tıpkısının, benzerinin kopyası ise bu kadar farklı gazete ve İnternet sayfasına gerek var mı?

Siz Konya basını, burnunuzun ucundaki bir iddiayı araştırmaktan aciz misiniz? Siz gazeteciliği hep böyle mi yaptınız ya da yeni tür bir gazeteciliğe mi terfi ettiniz?

Valla, sebep her ne ise Konyalı olarak hem bu iddiadan hem iddianın yerelde dile getirilmeyişinden ve yok kabul edilişinden utandığımı belirtmeliyim.

Sahi Konya'da olup bitenler hakkında gerçek bilgiyi biz kimden öğreneceğiz? Ağrı haberden mi, Çorum haberden mi?

Ne olur, kış uykusundan uyanın, kafanızı kumdan çıkarın. Sağa, sola bakın, ne var ne yok görün. Nereden ne koku geliyor bir koklayın.

Ne olur, yaptığınız gazetecilik ise hakkını verin. Kınayanın kınamasına aldırmayın. Basın hürdür. Sansürlenemez olmazsa olmaz maddenizin hakkını verin. Gazetecilik yapın gazetecilik.

Daha ne diyeyim mübarekler size...

Not: Konya yerel basından bu iddiaya yer veren oldu da ben görmedi isem, kusuruma bakmasınlar, haklarını helal etsinler.

20 Eylül 2024 Cuma

Tahta Kılıçla Cihat *

Fakültede öğrenci iken Yusuf Işıcık’ın tefsir dersindeyiz. Konu nereden açıldı hatırlamıyorum. Bir arkadaş, "Biz Müslümanlar şöyle yapalım, böyle yapalım. Birlik olalım. Cihat yapalım. Niye cihat yapmıyoruz" türünden hamasi bir konuşma yapmıştı. Işıcık da "Tahta kılıçlarla cihat devri geçti arkadaşım" demişti.

Geçmişte de belki tahta kılıçla cihat ya da savaş yapılmadı ama Işıcık, zamanın silah teçhizatına sahip olmanın gerekliliğine dikkat çekmişti.

Evet, geçmişin savaşları at sırtında kılıç sallamakla, ok atmakla, mızrak kullanmakla olurdu. Göğüs göğse mücadele edilirdi ve geçmiş savaşlar insan gücüne dayanıyordu.  Sonra ateşli silahlar, tank, füze, uçak, bomba vs. aletler savaşlarda kullanılır oldu.

İsrail'in, Lübnan'da bulunan Hizbullah üyelerinin kullandığı çağrı cihazı ve telsizler üzerinden düzenlediği siber saldırıyı duyunca rahmetli Yusuf Işık'ı hatırladım.

Düşmanın silahıyla silahlanmadıkça, onlar gibi üretmedikçe, onların üretip satışa sunduğu ürünü aldıkça, her alanda onların pazarı oldukça, onlarla yapacağımız her türlü mücadele tahta kılıçla cihada benzer.

İsrail telsiz ve çağrı cihazlarını patlatarak bu yaptığıyla, kendisiyle mücadeleye girişenlere ve girişecek olanlara meydan okudu. Bakın, benim sadece askerim, topum, tüfeğim yok. Kullandığınız, yanı başınızdan ayırmadığınız haberleşme aracı diye bildiğiniz aletleri bile silah olarak kullanır, sizi öldürürüm. Aklınızı başınıza almazsanız, uslu durmazsanız, cep telefonları aracılığıyla da sizi yok ederim. Bu yaptığım, gücümü göstermek için yeter de artar bile mesajı vermiştir cümle aleme.

İsrail'in yaptığı bu siber saldırı karşısında, İsrail ile boy ölçüşmenin yolu, kendi çağrı cihazımızı, telsizimizi, cep telefonumuzu, uçağımızı, tankımızı vs. her şeyi yerli ve milli, öz sermaye ile yapmamız gerektiğini gösterdi diyeceğimiz yerde, bu siber saldırının ardından, sosyal medyada, "Telefona patlayıcı yerleştiren insanlık düşmanı siyonist, yediğin içtiğin ürünlere neler karar hiç düşündün mü? Boykota katıl, boykotun önemini anladınız mı?" türünden paylaşımlar yapılarak mücadele boykota indirgeniyor.

İyi ki elimizde bir boykot silahımız var. Bu da olmasaydı ne yapacaktık ki? Bilelim ki siber saldırıya karşı boykot silahını devreye sokarak boykota devam demek, bu asırda tahta kılıçla cihada devam demektir. İlla bu siber saldırıya karşı bir paylaşım yapılacaksa, bu ülke niçin kendi cep telefonunu yapmıyor paylaşımı yapmak gerekmez mi? Lütfen acizliğimizi boykota sarılarak örtmeye çalışmayalım. Unutmayalım ki İsrail aylardır ürünlerine boykot yapıldığı bir zaman diliminde, gücünden bir şey kaybetmediği gibi üzerine siber saldırı yapıyor.

Lütfen hamaset, sloganı, efelenmeyi, kuru sıkı meydan okumayı bir tarafa bırakalım. İsrail'in ve MOSSAD’ın müdahale edemediği telsiz, çağrı cihazı, cep telefonu vesairemizi üretelim.

*23.09.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.