5 Eylül 2024 Perşembe

Manavgat Evliya Çelebi Uygulama Oteli

Manavgat Evliya Çelebi Uygulama Otelinde dört gün konakladım.

İşlek bir cadde üzerine yapılmış otel. Trafiğin gürültüsü, kapısı ve penceresi kapalı otelin içine kadar geliyor. Hemen yanı başında da Uygulama Otelinin Lisesine yer verilmiş. Keşke hem okulu hem de oteli işlek caddenin tam kenarına değil de biraz iç taraflara yapılmış olsaydı daha iyi olurdu. Çünkü tatile gidenler zaten şehrin trafiğinden uzaklaşıp sessiz ve sakin yerde kafa dinlendirmek için soluğu tatil beldesinde alıyor.

Kaldığım odanın balkonu ormana bakıyor. Baktıkça insanın içi açılıyor. Bu yönüyle otelin yeri harika. 

Trafik gürültüsünü artıran hususlardan bir tanesi de kavşağa yaklaşırken belirli aralıklarla çizilmiş beyaz şeritler, yaya ve okul yolu işaretleri. Araçlar bu işaretlere gelince, ister istemez ses yükseliyor.

Otelin geniş bahçesi var. Kafeteryanın olduğu bölüm yeşillendirilmiş. Bahçede at çıkabilir uyarısı dikkatimi çekti. Arka tarafa geçtiğimde iki tane at bir de tay gördüm.

Araçlar güneşten etkilenmesin diye üstü kapatılmış park yerleri oluşturulmuş. 

Otelde kaldığım süre içinde o kadar sessiz ki otelde sadece biz varız intibaı oluşuyor. Akşam olunca hem kapalı hem de kapalı olmayan yerde park edilmiş araçları ve sabah kahvaltısında lokantanın dolu olduğunu görünce otelin dolu olduğunu anlıyorsun. 

Otele girişin sağ tarafında kafeterya var. İsteyen akşam yemeklerini burada yiyebiliyor, çay ve benzeri içecekler buradan ücret karşılığı karşılanıyor. 

Hem yemek hem içecek yönünden zengin bir menüsü var kafeteryanın. Ana yemekler dışında diğer içecek ve yardımcı yemeklerin fiyatlarını astronomik gördüm.

Akşam yemeklerini listeden sipariş vermek suretiyle kafeteryadan giderdim. 23.00'e kadar yemek servisi var burada. Izgara türü yemekleri yapanlar ve servis edenler lise öğrencisi. Başlarında bir usta öğreticileri vardı.

Resimde gördüğünüz ana yemekler vardı menüde. Her akşam farklı ızgara türünden yemek yedik. Usta öğretici zaman zaman yemeklerimizi nasıl buldunuz diye sordu. Şu ızgara köfteyi ve balığı pişiren 9.sınıf öğrenci dedi bir defasında. Yemekleri çok lezizdi bu arada. Daha dokuzuncu sınıfta bu kıvamı yakalayan öğrenci, usta öğretici olduğunda iyi bir aşçı, işi ve mesleği olan nitelikli bir eleman olur. Boşta kalmaz. Üniversiteyi bitirdikten sonra boşta kalan öğrencilere göre bu okulun öğrencileri daha şanslı. 
Başka yerleri bilmem ama sahilde bir otel statüsüne göre fiyatları bana makul geldi.

Açık büfe yemeklere göre bu şekil akşam yemeği hem israfı önleme hem istediğin zaman yemek yeme hem de yemeğin lezzetini alma yönüyle daha iyi.

Daha önce başka yerde görmediğim bir servis türü gördüm bu otelde. İstediğim ana yemeği hiç tabakta yemedim. Dikdörtgen şeklinde tahtadan yapılmış düz bir kap idi önüme gelen. İlk gün tavuk şiş yedim. İki şiş, közde pişirilmiş yarım domates, yarım papya biber ve pilav hepsi birden tahta tabak üzerinde idi. Her gün farklı ızgara türü yedim. Hepsi tahta üzerinde geldi. Servisin bir farklı yönü daha vardı. Her gün çatal ve bıçak kondu önümüze. Hiç kaşık konmadı. Dört gün boyunca pilavı çatal ile yedim. Hayatta çatalla pilav yediğim ilk yer burası oldu. 

Otel temiz ve bakımlı. Çalışanların ilgi ve alakası çok iyiydi. Uygulama oteli olmasına rağmen oturmuş bir otel statüsü vardı. Usta öğreticinin son akşam yemeğinden sonra çay ikram edeyim teklifini de teşekkür ederek geri çevirdim.

Sahile 3,5-4 km olması, işlek caddede olması ve gürültüyü binaya çekmesi yönüyle dezavantajlı olmakla beraber yemyeşil ormana nazır ve şehrin dışında olması, çalışanların ilgi ve alakası avantaj olarak görülebilir.

4 Eylül 2024 Çarşamba

Manavgat'ta Bir Kaportacı

2011 yılında bir aracı almak istedim. Aracı göstermek için aracı olan tanıdığım sanayideki bir arkadaşa götürdü. 

Komşu kaportacıya, arabanın kaportasına bir bak dedi. Kapıları açıp kapattı. Arabaya, önden ve arkadan baktı. Şurada, burada boya var. Araba temiz, alabilirsiniz dedi.

Tavsiye üzerine arabayı aldım. O yıldan bugüne kullanıyorum arabayı.

Bir ara satışa çıkardım. Bir sanayici aradı. Araca baktı. Arka sağ çamurluk ile bagaj kapağının değişmiş olduğunu söyledi. Bu vesileyle aracımda iki parça değişen olduğunu öğrenmiş oldum. 

Nasıl kaportacı ise değişen parça olduğunu ya anlamadı ya da söylemedi. 

Sağ çamurluktan geçtim. Bagaj kapağı sert vurmayla kapanıyordu. Bunu da birkaç defa tekrar etmek gerekiyordu. Bunu da birkaç kaportacıya gösterdim. Uğraştılar, didindiler. Bu, bu kadar olur dediler.

Bagajın sert vurmakla kapanmasından dolayı çok mecbur kalmadıkça bagajı pek kullanmadım.

Araba arkadan darbe yiyince belli ki sahibi adam gibi yaptırmamış. Fazla masraf etmeden alelacele yaptırmış ve satışa koymuş. 

Bizim insanımızın çoğunun böyle olduğunu zamanla öğrendim. Bir ara arabanın camını değiştireceğim. Oto camcı, binici misin satıcı mısın dedi. Ne alaka dedim. Binici isen şu Kore malını takalım. Yok satıcı isen şu Çin malını takalım dedi. Arasında kalite ve fiyat farkı varmış. Şimdilik biniyorum ama satabilirim de. Yalnız satıcıyım diye adi malı takmak doğru olmaz. Sattığım da binici olacak. Kore malını tak dedim.

Döneyim tekrar bagaj kapağına. 

Manavgat sahilindeyim. Eşyaları koyduktan sonra bagajı kapattım. Kapanmadı. Üç, dört, beş defa örtmeye çalıştım. Nafile. Engelleyen bir şey var mı diye baktım. Valizin tutacağı sıkışmış. Kurtardım. Tekrar örtmeye çalıştım. Olmadı. Dikkatli bakınca, kilidi tutacak köprünün kırıldığını gördüm. Olacağı buydu. 13-14 senedir çarpa çarpa bu zamana kadar geldi. Sonunda tatilde iken benden bu kadar dedi.

Bagaj kapanmadan kaldığım otele kadar geldim. Sabaha kadar aküyü bitirmesin  diye bagajdaki lambayı söndürdüm.

Sabah olunca Manavgat sanayisine gideyim mi gitmeyeyim mi diye düşünmeye başladım. Ya Konya'ya kadar bagaj açık gelecektim ya da Manavgat'ta yaptırmalıydım. İyi de Manavgat'ta kimseyi tanımam. Tanıdık kaportacı da olmayınca nasıl gidecektim. Gerçi tanıdıkla pazarlık yapmazsın. Ne isterse onu verirsin. Tanımadığın ise ne isteyeceği belli olmaz. İnsafına artık. Hoş, darbeyi esas tanıdıklar vurur ama gel de bunu bana anlat. 

Oğlanın cesaret vermesiyle Manavgat sanayisine gittik. Gördüğüm ilk kaportacıya, bagaj kapanmıyor, bir bakar mısın dedim. Bakamam, işim var gördüğün gibi dedi. Kime gideyim dedim. Şu arka taraflarda var dedi. Sokak sokak kaportacı aradım. Sonunda bir tane buldum. Usta bir başka araçla uğraşıyordu. Bagaj kapanmıyor deyince, Ramazan, şu bagaj kapağına bir bak diye birine seslendi.

Girişte kapının önüne çömelmiş iki kişiden biri imiş. Adaş, şu bagaja bir bak dedim. Baktı. Kapatmak için birkaç deneme yaptı. Eline anahtarı alarak kırılmış ve yana yatmış dili iyice düzeltti. Sonra örttü. Kapak kapandı. Sonra tekrar açtı. Dili içince yukarıya doğru kaldırdı. Arabayı arka arkaya içeri getirin dedi. Ne yapacaksın dedim. Kaynak yapacağım dedi. Arkada tüp var dedim. Kaçak yoksa sorun olmaz dedi. Güzelce kaynattı. Kaynattığı yerin içine dışına su döktü. Sonra yavaşça kapattı. Kapandı. Tamam dedi. Birkaç defa da ben açıp örttüm. Yay gibi oldu. Kapatmak için sert vurmaya da gerek kalmadı. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Çünkü zor örtülmesinden dolayı arabanın en nefret ettiğim yeri bagajı açıp kapatmaktı. Bundan kurtuldum. Artık sert vurmayacağım.

Tanıdık yok diye korka korka geldiğim Manavgat sanayisindeymiş meğer benim usta. Ustanın hasıymış hem de. Yıllardır süren bagaj nefretimi sonlandırdı. Yaptığı şey de çok basitti aslında. Usta dediğin böyle olur. Arabanın dilinden anlayacak, nereyi nasıl yapacağını bilecek.

Şimdi geldi hesap işine. Eline düşmüştüm artık. Ne isterse vereceğim. Borcum ne kadar dedim. 100 lira dedi. Hiç beklemiyordum bu kadar isteyeceğini. Daha fazla ister diye düşünmüştüm. İkinci sevincim de el emeği oldu. Hem işim görüldü hem de istenen el emeği bir şey değildi. Boşu boşuna endişe etmişim yaban elde kaportacının fırsatçılık yapacağını düşünerek. Ön yargı imiş bendeki meğer. Bu ön yargımdan dolayı kendimden utandım.

Ustanın elinin yönet, işinin ehli olduğunu ve istediği el emeğinin çok makul olduğunu görünce, şu çamurluklara da bir el atıver dedim. İki tarafa da ikişer vida attı. Bagaj kapağı gibi pek iyi olmadı ama söylemiş oldum. Şunu anladım ki bir yeri yapmada eli yönet olanın diğer tarafta eli yönet olmayabiliyor. Tekrar borcumu sordum. 250 dedi. Ödemeyi yaparak teşekkür edip ayrıldım.

Hasılı tatilde bagaj sorununun çıkmasında varmış bir hayır. Çünkü Konya’nın derman olmadığı bagaj kapağı derdinin çözümü küçücük Manavgat’mış. 

Teşekkürler usta. Eline ve emeğine sağlık. 

Dalgalı Deniz

"Gitti ömrünün tamamı" kesimindenim. Çünkü nahiv bilir, yüzme bilmem. Bu yüzden deniz nedir bilmem. Çünkü gitmem. Gidersem de boyumu aşan sudan öteye geçmem ya da masmavi denizi uzaktan seyrederim.

Yüzme bilmeyince tatil kültürü de yok. İlla tatile gideceksem, kaplıcayı seçerim. Çünkü yüzme derdi yok. Kapanıyorsun 1+1 odaya. Dolduruyorsun sıcak suyu. Giriyorsun içine. Yandım Allah diyorsun. Bir 20 dakika yanıyorsun. Bu süre zarfında dünyanın en büyük çilesini çekiyorsun. Yanma ve bu çile karşılığında para ödüyorsun. Adına da tatil deniyor. 

Yazın ne yaptın diyene kaplıcaya gittim diyorsun. 

Ama kaplıcayı oğlan sevmiyor. Ya peşimize takılmıyor ya da suya girmeden odasına kapanıyor. Yüzü gülmüyor ve sıkılıyor. 

Oğlan arkadaşlarıyla denize giderse, biz de kaplıcaya gidelim dedim. Aksilik oldu, oğlan denize gidemedi. Bu yüzden kaplıcayı askıya aldım ve denize gitmeye karar verdim. Ben yüzme bilmesem de bari oğlan yüzsün istedim. 

Nereye gideyim derken dört günlüğüne Manavgat Uygulama Otelinden yer ayırttım. Yüzme bilmesem de otelden sahile bir on beş dakika yürüyerek yürüyüşümü yaparım dedim. 

Yer ayırttığım uygulama otelinde kahvaltı dahilmiş. Bu da benim işime geldi. Çünkü açık büfe oteller pek hoşuma gitmedi. Şundan da alayım bundan da derken aldığım tüm yemeklerden bir lezzet almadım. Üstelik acıkmadan yemek yiyorsun. 

Kahvaltıyı haydi otelde hallettik. Akşam yemeklerini nasıl halledecektim. Otelin kafeterya bölümünde ızgara türünden yemekler yapılıyormuş. İstediğimin siparişimi veriyorsun, Lokanta usulü önüne geliyor.

Otele gidip yerleştikten sonra akşam vakti sahile gittik. Otel ile sahil mesafesi dört km imiş. Haliyle her gün arabayla gittik sahile. Son gün ailem arabayla gitti, ben ise gidiş ve dönüşü yürüyerek yaptım. Bu vesileyle yürüyüş güzergahlarım arasına Manavgat'ı da dahil etmiş oldum.

Dört gün boyunca denizi çok öfkeli gördüm. Çünkü çok dalgalıydı. Buranın denizi hep mi böyle yoksa beni geldi diye mi dalgalı idi, bilemiyorum. Belki de deniz kim, sen kim dedi bana.

Güya boyumu aşmayacak kadar ilerleyip suya girmiş olacağım. Ama dalgalar pek ileriye gitmeme imkan vermedi. Çünkü arka arkaya gelen dalgalar önce boyumu aşıyor, sonra kenara doğru çarpıp yere vuruyor. Dengeyi kaybedince mide ne kadar alırsa artık tuzlu suyu istemeden içiyorsun. İyi boğulmadım diye seviniyorsun.

Hemen ayağa kalkıp daha yıkılmadım diyorsun. Daha da gelmez bu dalga diyorsun. Ama nerde. Beni yere çarpıp yıkan dalganın o kadar hoşuna gitmiş olmalı ki gitmesiyle gelmesi bir oluyor.

Sonra yavaş yavaş tecrübe kazanıyorsun. Uçsuz bucaksız denize bakıp ileriden dalgaların gelip gelmediğini anlayabiliyorsun.

Dalganın büyüğünün geldiğini anlamak için bir başka tecrübe daha edindim. O da kenardaki sular önce içe doğru çekiliyor. Sonra çekilen suya yeni sular eşlik etmek suretiyle topluca dalga olup sana saldırıya geçiyor. Bunu öğrenince sular çekilmeye başlar başlamaz biraz daha kenara geçiyorum.

Dalgaların ve dalgalı denizin bir faydası var. Yüzme bilmeyen benim gibileri korkutuyor ama içine çekmiyor. Bu korku sana yeter deyip kenara atıyor yani boğmuyor. Adeta dalga geçiyor. Yani kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor.

Hasılı, içine girip dalgalara maruz kalmasam, dalgaların bu kadar etkili olduğuna inanmazdım. 

Siz bana benzemeyin. Ne yapıp ne edip yüzmeyi öğrenin derim.