Ana içeriğe atla

Manavgat'ta Bir Kaportacı

2011 yılında bir aracı almak istedim. Aracı göstermek için aracı olan tanıdığım sanayideki bir arkadaşa götürdü. 

Komşu kaportacıya, arabanın kaportasına bir bak dedi. Kapıları açıp kapattı. Arabaya, önden ve arkadan baktı. Şurada, burada boya var. Araba temiz, alabilirsiniz dedi.

Tavsiye üzerine arabayı aldım. O yıldan bugüne kullanıyorum arabayı.

Bir ara satışa çıkardım. Bir sanayici aradı. Araca baktı. Arka sağ çamurluk ile bagaj kapağının değişmiş olduğunu söyledi. Bu vesileyle aracımda iki parça değişen olduğunu öğrenmiş oldum. 

Nasıl kaportacı ise değişen parça olduğunu ya anlamadı ya da söylemedi. 

Sağ çamurluktan geçtim. Bagaj kapağı sert vurmayla kapanıyordu. Bunu da birkaç defa tekrar etmek gerekiyordu. Bunu da birkaç kaportacıya gösterdim. Uğraştılar, didindiler. Bu, bu kadar olur dediler.

Bagajın sert vurmakla kapanmasından dolayı çok mecbur kalmadıkça bagajı pek kullanmadım.

Araba arkadan darbe yiyince belli ki sahibi adam gibi yaptırmamış. Fazla masraf etmeden alelacele yaptırmış ve satışa koymuş. 

Bizim insanımızın çoğunun böyle olduğunu zamanla öğrendim. Bir ara arabanın camını değiştireceğim. Oto camcı, binici misin satıcı mısın dedi. Ne alaka dedim. Binici isen şu Kore malını takalım. Yok satıcı isen şu Çin malını takalım dedi. Arasında kalite ve fiyat farkı varmış. Şimdilik biniyorum ama satabilirim de. Yalnız satıcıyım diye adi malı takmak doğru olmaz. Sattığım da binici olacak. Kore malını tak dedim.

Döneyim tekrar bagaj kapağına. 

Manavgat sahilindeyim. Eşyaları koyduktan sonra bagajı kapattım. Kapanmadı. Üç, dört, beş defa örtmeye çalıştım. Nafile. Engelleyen bir şey var mı diye baktım. Valizin tutacağı sıkışmış. Kurtardım. Tekrar örtmeye çalıştım. Olmadı. Dikkatli bakınca, kilidi tutacak köprünün kırıldığını gördüm. Olacağı buydu. 13-14 senedir çarpa çarpa bu zamana kadar geldi. Sonunda tatilde iken benden bu kadar dedi.

Bagaj kapanmadan kaldığım otele kadar geldim. Sabaha kadar aküyü bitirmesin  diye bagajdaki lambayı söndürdüm.

Sabah olunca Manavgat sanayisine gideyim mi gitmeyeyim mi diye düşünmeye başladım. Ya Konya'ya kadar bagaj açık gelecektim ya da Manavgat'ta yaptırmalıydım. İyi de Manavgat'ta kimseyi tanımam. Tanıdık kaportacı da olmayınca nasıl gidecektim. Gerçi tanıdıkla pazarlık yapmazsın. Ne isterse onu verirsin. Tanımadığın ise ne isteyeceği belli olmaz. İnsafına artık. Hoş, darbeyi esas tanıdıklar vurur ama gel de bunu bana anlat. 

Oğlanın cesaret vermesiyle Manavgat sanayisine gittik. Gördüğüm ilk kaportacıya, bagaj kapanmıyor, bir bakar mısın dedim. Bakamam, işim var gördüğün gibi dedi. Kime gideyim dedim. Şu arka taraflarda var dedi. Sokak sokak kaportacı aradım. Sonunda bir tane buldum. Usta bir başka araçla uğraşıyordu. Bagaj kapanmıyor deyince, Ramazan, şu bagaj kapağına bir bak diye birine seslendi.

Girişte kapının önüne çömelmiş iki kişiden biri imiş. Adaş, şu bagaja bir bak dedim. Baktı. Kapatmak için birkaç deneme yaptı. Eline anahtarı alarak kırılmış ve yana yatmış dili iyice düzeltti. Sonra örttü. Kapak kapandı. Sonra tekrar açtı. Dili içince yukarıya doğru kaldırdı. Arabayı arka arkaya içeri getirin dedi. Ne yapacaksın dedim. Kaynak yapacağım dedi. Arkada tüp var dedim. Kaçak yoksa sorun olmaz dedi. Güzelce kaynattı. Kaynattığı yerin içine dışına su döktü. Sonra yavaşça kapattı. Kapandı. Tamam dedi. Birkaç defa da ben açıp örttüm. Yay gibi oldu. Kapatmak için sert vurmaya da gerek kalmadı. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Çünkü zor örtülmesinden dolayı arabanın en nefret ettiğim yeri bagajı açıp kapatmaktı. Bundan kurtuldum. Artık sert vurmayacağım.

Tanıdık yok diye korka korka geldiğim Manavgat sanayisindeymiş meğer benim usta. Ustanın hasıymış hem de. Yıllardır süren bagaj nefretimi sonlandırdı. Yaptığı şey de çok basitti aslında. Usta dediğin böyle olur. Arabanın dilinden anlayacak, nereyi nasıl yapacağını bilecek.

Şimdi geldi hesap işine. Eline düşmüştüm artık. Ne isterse vereceğim. Borcum ne kadar dedim. 100 lira dedi. Hiç beklemiyordum bu kadar isteyeceğini. Daha fazla ister diye düşünmüştüm. İkinci sevincim de el emeği oldu. Hem işim görüldü hem de istenen el emeği bir şey değildi. Boşu boşuna endişe etmişim yaban elde kaportacının fırsatçılık yapacağını düşünerek. Ön yargı imiş bendeki meğer. Bu ön yargımdan dolayı kendimden utandım.

Ustanın elinin yönet, işinin ehli olduğunu ve istediği el emeğinin çok makul olduğunu görünce, şu çamurluklara da bir el atıver dedim. İki tarafa da ikişer vida attı. Bagaj kapağı gibi pek iyi olmadı ama söylemiş oldum. Şunu anladım ki bir yeri yapmada eli yönet olanın diğer tarafta eli yönet olmayabiliyor. Tekrar borcumu sordum. 250 dedi. Ödemeyi yaparak teşekkür edip ayrıldım.

Hasılı tatilde bagaj sorununun çıkmasında varmış bir hayır. Çünkü Konya’nın derman olmadığı bagaj kapağı derdinin çözümü küçücük Manavgat’mış. 

Teşekkürler usta. Eline ve emeğine sağlık. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde