31 Temmuz 2024 Çarşamba

İsmail Haniye, İsrail ve İran

Bir saldırıyla üç çocuk ve dört torununu öldürmüştü İsrail. Belli ki esas hedef İsmail Haniye idi. 

Ama İsrail, ona önce evlat ve torun acısını tatsın. Sonra kendisini kaldırırız mesajı vermişti. 

Bunu bilmek için bir istihbarî bilgiye sahip olmaya gerek yoktu. Zira tüm olup bitenler dünyanın gözü önünde göstere göstere geliyordu. 

Esas hedefin kendisi olduğunu öyle zannediyorum İsmail Haniye de biliyordu. Öldürmek için her yolu mubah gören İsrail'i de iyi tanıyordu. Nereye gidip gitmeyeceğine ne yiyip ne içeceğine, hangi ülkenin güvenli olup olmayacağına dikkat etmesi gerekirdi. 

En azından kendisini törene davet eden İran, Haniye’yi güvenlikli bir yerde misafir etmesi ve her türlü tehlikeye karşı güvenlik tedbirlerini almalıydı.

Ülkesine bir tören için davet ettiği Haniye’ye, "Gelme. Ben senin güvenliğini sağlayamam" diyebilirdi. Madem bunu yapmadı. Pekala hava saldırılarına karşın daha güvenlikli bir yerde ağırlayabilirdi misafirini.

Tüm bunlar yapılmamış belli ki.

Geriye, İsrail'e operasyon yapma kalmıştı. İsrail için istihbarata gerek yoktu zaten. Çünkü gölge gibi takip ediyordu öldüreceği kişileri. Öldüreceği kişinin şurada, burada olması da önemli değildi. Zira her yerde operasyon yapabilirdi. Bunun için güç, kuvvet, teknoloji, imkan ve küresel destek vardı. 

Nihayet Haniye’nin misafir edildiği ve İran Devrim Muhafızları Ordusunun koruması altındaki  konuta, gece 02.00'de düzenlediği hava saldırısı ile Haniye’yi öldürdü. Mekanı cennet olsun. 

Suikastın yapıldığı ülke İran. Suikast ülkenin başkenti Tahran'da yapıldı. İran ile İsrail sınır komşusu bile değil.

Belli ki İsrail adım adım izlemiş Haniye’yi. Kalacağı yerin koordinatlarını belirleyerek düzenlediği hava saldırısı ile hedefine ulaşmış. 

Belli ki İran’ın hava saldırılarını bertaraf edecek savunma sistemi yok. Varsa da gece uykuya dalmışlar.

Bu menfur cinayette İsrail'e söyleyecek bir şey bulamıyorum. Çünkü hedefine ulaşmak için her yolu deneyen ve yaptıklarından dolayı dünyadan gelen ve gelecek tepkilere kulaklarını tıkayan bir İsrail var karşımızda. 

Belli ki İsrail yıllarca ne yapacağının hazırlığını yapmış. 7 Ekimden beri Gazze'de taş üstünde taş bırakmadan bir insanlık dramını gerçekleştiriyor. Hakkında soykırım uyguluyor şikayeti üzerine açılan davayı bile iplemiyor. Gazze'yle de yetinmiyor. Kah Suriye'ye kah Lübnan'a kah Irak'a kah İran'a kah Yemen'e nokta atış operasyonlar yapıyor.

Başka ülkeye saldırı o ülkenin bağımsızlığına halel getirirmiş, bu yaptığı diplomatik teamüllere aykırıymış. Tüm bunlar İsrail için vız gelir.

Aslında İsrail’in tek anladığı güçtür. İsrail'in bu orantısız saldırılarına ve maruz bıraktığı katliamlara karşı, karşısında hamaset, slogan ve ürünlerine boykot dışında bir güç yok. 

Burada İran’ı sorgulamak lazım. Koruyamayacağın bir kişiyi ülkene niçin davet ediyorsun? Sınırın bile olmayan İsrail gelip başkentinde nokta atış operasyon yapıyorsa, bu ülke ne için var? Başkenti bile güvenlikli olmayan ve İsrail için yolgeçen hanı olan bu ülkenin bu bölgede varlık sebebi nedir? Ülkesinde cereyan eden menfur cinayet İran’ın acziyetini mi ortaya koyuyor yoksa burada bir Acem oyunu mu var? Bu ülkenin Ortadoğu’da ki rolü, tıpkı İsrail gibi bir çıban başı rolünü üstlenmek midir?

Hasılı İran, olmayan karizmasını bir kez daha çizdirmiştir. Bu görüntüsüyle Filistin’in hamisi falan olamaz. Boşu boşuna devletim diye geçinmesin.

30 Temmuz 2024 Salı

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (1)

Vergi denetmeni olarak görev yapıyordu. İşi iyiydi ama en büyük hayali bir ilçeye mülkü amir olmaktı.

Bunun için sınavlara girmesi gerekiyordu. 

Sıkı bir hazırlık yaparak sınavlara girdi. Yüksek puan almasına rağmen girmeye hak kazandığı iki mülakatta yeterli puanı alamamıştı. Çünkü mülakatlar "adam gibi" yapılmaya başlanmıştı. 

Ama pes etmek yoktu. Üçüncüsüne girdi mülakatın. Bu sefer olmuştu.

Allah var, hakkıyla kazanmıştı mülki amirlik sınavını.

Torpille girdi diye düşünenlere aldığı yüksek puanları göstermeye hazırdı. (Nitekim görev yaparken kendisinin bölgesel torpille geldiğini ima eden birine,  tüm ilçe müdürlerinin yanında, benim torpille geldiğimi ima ediyorsun. Aldığım puanları gösterebilirim demişti de herkes küçük dilini yuta yazmıştı).

Sonunda bileğinin hakkıyla mülki amir olabildi ve küçük bir ilçeye mülki amir olarak atandı.

İlçe küçüktü ama kendisi ilçenin koca mülki amiriydi. Merkezdeki mülki amirlerle aynı haklara sahipti.

Bugün küçük ilçede başlamıştı ama bu görevde olduğu müddetçe ileride büyük ilçelerde de görev yapacaktı. Çünkü sırayla idi bu.

Üstelik küçük ilçede pişmeliydi ki büyük denizde boğulmasın.

Gerçi bu küçük yerde pişmeden büyük yerde de yapardı bu görevi. Çünkü anasından mükemmel doğmuştu. Ama gel gör ki kıdem aranıyor bu işlerde. 

Madem ki bu göreve hakkıyla atandı. Hakkını vermeliydi bu görevin. Çünkü az beklememişti memlekete hizmet etmek için. 

Çok hızlı girişti yeni işine. Çünkü ilçe ondan hizmet bekliyordu.

Bir de emsallerinden farklı giriş yapmalıydı ki amiri, memuru kaçacak delik aramalıydı ve ne oluyoruz demeliydi. Siz buna kedinin bacağını ilk gece ayırma deyin. Değilse hakkından gelinmezdi memur takımının.

Bir diğer husus her yaptığı konuşulmalıydı, gündem olmalıydı. Öyle şeyler yapmalıydı ki gıyabında konuşulmalıydı. Kimin ne konuştuğunu bilmese de en azından konuşulacağını bilmesi, kişinin kendisinin ne olduğunu bilmesi kadar önemliydi.

Ayrıca kendisi salt mülki amir koltuğunda oturacak biri değildi. Macera, serüven, hareket, gerilim, kaos vs. hepsi olmalıydı. Çünkü kimi ne kadar rahatsız ve huzursuz ederse, huzuru yerine gelecekti.

Başkasının huzursuzluğuyla huzur bulması az şey değildi. Değerdi mutluluk için. Çünkü o da herkes gibi mutlu ve huzurlu olma hakkına sahipti. 

Diğer yazımızda da görevine hızlı başlayan mülki amirin hizmetlerine bir göz atalım.

Not: Yazı hayal ürünüdür. Gerçekle alakası yoktur. 

Burun Ameliyatı Hikayem

Şubat ayında KBB'ye göründüm. Doktor iki taraf da tıkalı. Ameliyat olmanız gerekir dedi. Sol taraf tıkalı olmamalı. Çünkü 1998 yılında ameliyat oldum. Numunede ... doktor yaptı dedim. Tanıyorum o doktoru ama hiç ameliyat olmuşa benzemiyorsun dedi. Şimdi ameliyat olamam. İyileşme süreci biraz sürer. Okulum var deyip teşekkür edip ayrıldım.

Dışarı çıktıktan sonra beni bir düşüncedir aldı. Nasıl ameliyat olmuşa benzemiyordum. Aradan 26 sene geçse de daha dün gibi hatırlıyorum.

Yıl 1998 idi. Numune hastanesinde  sabah erkenden giderek sıra almış, güç bela muayene olmuştum. Ameliyat dedi muayene eden doktor. İyi, olayım demiştim. Ben yapamam, yoğunum, başka bir arkadaşa ol demişti.

Başka bir gün başka bir doktora muayene olup ameliyat olmak istediğimi söyledim. O da ben yapamam demişti. 

Olmayacak böyle poliklinikte muayene olarak dedim. Aynı hastanede memur olarak çalışan bir arkadaştan bir doktorun ismini aldım. Soluğu İstanbul Caddesindeki özel muayenesinde aldım. Ameliyat yapayım. Şu gün uygun mu dedi. Olur dedim. Ameliyat parası ne vereceğim dedim. Namı diğer bıçak parası. Ameliyattan para almıyorum. Yalnız ameliyat için ameliyat sonrası kontrole gelip gideceksin. Bu yüzden iki muayene parası alıyorum dedi.

Bir 60 verdim. 60.000 miydi, 60 milyon muydu bilmiyorum.

Hastaneye giderek falanı gör, ameliyata uygunluk için yapılması gereken konsültasyonları yaptır dedi. İlgili sekreterini bularak yapılması gerekenleri hastanede yaptırdım. 

Ameliyat günü doktor bir sandalyeye oturttu. Lokal anestezi uyguladı. Karşılıklı konuşarak ameliyat yaptı. Ameliyat bitimi her yeri bir güzel diktim dedi. Kaç dikiş attın dedim. Saymadım dedi. Yanında yardım eden hemşiresi, dikiş sayısı önemli değil beyefendi dedi. Bence de önemli değil ama dışarıda kaç dikiş atıldığını sorarlar bana dedim. Doğru, bizim millet dikiş sayısında meraklı dedi. Gülüştük. Ardından burnuma tampon yerleştirdi. Sanırım bir gün mü yattım, iki gün mü şimdi hatırlamıyorum. 

Ameliyatı hastanede olsam da kontroller için özel muayenesine gittim. Tamponları çıkarması bir eziyetti benim için. Ameliyattan zormuş bu tamponları çıkarmak dedim. Öyledir dedi.

Kontrole kaç defa gittim. Tamponları kaç defa çıkarıp yenisini koydu hatırlamıyorum. Hatırladığım, bir kontrol sırasında, hocam senin sağ taraf da tıkalıymış dedi. O tarafı da alaydın dedim. Görmedim. Görseydim alırdım dedi.

En son kontrole gelip tamponları çıkarıp beni uğurladığında, hakkını helal et hocam demişti de ben de helal olsun demiştim.

Gördüğünüz gibi o günden bugüne olduğum ameliyatı, ameliyat sürecini, verdiğim parayı, neler konuştuğumuzu daha dün gibi hatırlıyorum. 

Şimdi düşünüyorum da doktor bana niçin hakkını helal et demişti? Ücret olarak iki özel muayene parası aldığı için mi, iki tarafı da tıkalı olan burnumun sol tarafını ameliyat edip sağ tarafını görmediği için mi, sol taraftan sadece burnumun girişindeki kıkırdağı alıp ileri girmeyip ameliyatı yarım yaptığına mı? Hasılı sebebini bilmiyorum ama bizde alavere olunca genelde helalleşme olur.

Bu arada 2024'te muayene olduğum doktor, burnunun iki tarafı tıkalı, sol taraftan da ameliyat olmuşa benzemiyor, hiçbir izi yok dese de 1998 yılında sol tarafımdan alınan kıkırdak beni rahatlattı. Sık sık nükseden baş ağrım kesildi. Az veya çok nefes alıyorsam sol tarafımdan nefes alıyorum. Eskiden ağzım açık uyurken ağzım kapalı uyuyorum. Zaman zaman başıma gelen burun akıntım kesildi.

Yeni doktorum kabul etmese de gördüğünüz gibi dört dörtlük ameliyat olmasam da 1998'deki ameliyatım beni nispeten rahatlatmış. 

Belki de tam rahatlamayı, cuma günü olacağım burun ameliyatı ile göreceğim. Hazır okullar tatilken bunu da aradan çıkarayım.