30 Temmuz 2024 Salı

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (1)

Vergi denetmeni olarak görev yapıyordu. İşi iyiydi ama en büyük hayali bir ilçeye mülkü amir olmaktı.

Bunun için sınavlara girmesi gerekiyordu. 

Sıkı bir hazırlık yaparak sınavlara girdi. Yüksek puan almasına rağmen girmeye hak kazandığı iki mülakatta yeterli puanı alamamıştı. Çünkü mülakatlar "adam gibi" yapılmaya başlanmıştı. 

Ama pes etmek yoktu. Üçüncüsüne girdi mülakatın. Bu sefer olmuştu.

Allah var, hakkıyla kazanmıştı mülki amirlik sınavını.

Torpille girdi diye düşünenlere aldığı yüksek puanları göstermeye hazırdı. (Nitekim görev yaparken kendisinin bölgesel torpille geldiğini ima eden birine,  tüm ilçe müdürlerinin yanında, benim torpille geldiğimi ima ediyorsun. Aldığım puanları gösterebilirim demişti de herkes küçük dilini yuta yazmıştı).

Sonunda bileğinin hakkıyla mülki amir olabildi ve küçük bir ilçeye mülki amir olarak atandı.

İlçe küçüktü ama kendisi ilçenin koca mülki amiriydi. Merkezdeki mülki amirlerle aynı haklara sahipti.

Bugün küçük ilçede başlamıştı ama bu görevde olduğu müddetçe ileride büyük ilçelerde de görev yapacaktı. Çünkü sırayla idi bu.

Üstelik küçük ilçede pişmeliydi ki büyük denizde boğulmasın.

Gerçi bu küçük yerde pişmeden büyük yerde de yapardı bu görevi. Çünkü anasından mükemmel doğmuştu. Ama gel gör ki kıdem aranıyor bu işlerde. 

Madem ki bu göreve hakkıyla atandı. Hakkını vermeliydi bu görevin. Çünkü az beklememişti memlekete hizmet etmek için. 

Çok hızlı girişti yeni işine. Çünkü ilçe ondan hizmet bekliyordu.

Bir de emsallerinden farklı giriş yapmalıydı ki amiri, memuru kaçacak delik aramalıydı ve ne oluyoruz demeliydi. Siz buna kedinin bacağını ilk gece ayırma deyin. Değilse hakkından gelinmezdi memur takımının.

Bir diğer husus her yaptığı konuşulmalıydı, gündem olmalıydı. Öyle şeyler yapmalıydı ki gıyabında konuşulmalıydı. Kimin ne konuştuğunu bilmese de en azından konuşulacağını bilmesi, kişinin kendisinin ne olduğunu bilmesi kadar önemliydi.

Ayrıca kendisi salt mülki amir koltuğunda oturacak biri değildi. Macera, serüven, hareket, gerilim, kaos vs. hepsi olmalıydı. Çünkü kimi ne kadar rahatsız ve huzursuz ederse, huzuru yerine gelecekti.

Başkasının huzursuzluğuyla huzur bulması az şey değildi. Değerdi mutluluk için. Çünkü o da herkes gibi mutlu ve huzurlu olma hakkına sahipti. 

Diğer yazımızda da görevine hızlı başlayan mülki amirin hizmetlerine bir göz atalım.

Not: Yazı hayal ürünüdür. Gerçekle alakası yoktur. 

Burun Ameliyatı Hikayem

Şubat ayında KBB'ye göründüm. Doktor iki taraf da tıkalı. Ameliyat olmanız gerekir dedi. Sol taraf tıkalı olmamalı. Çünkü 1998 yılında ameliyat oldum. Numunede ... doktor yaptı dedim. Tanıyorum o doktoru ama hiç ameliyat olmuşa benzemiyorsun dedi. Şimdi ameliyat olamam. İyileşme süreci biraz sürer. Okulum var deyip teşekkür edip ayrıldım.

Dışarı çıktıktan sonra beni bir düşüncedir aldı. Nasıl ameliyat olmuşa benzemiyordum. Aradan 26 sene geçse de daha dün gibi hatırlıyorum.

Yıl 1998 idi. Numune hastanesinde  sabah erkenden giderek sıra almış, güç bela muayene olmuştum. Ameliyat dedi muayene eden doktor. İyi, olayım demiştim. Ben yapamam, yoğunum, başka bir arkadaşa ol demişti.

Başka bir gün başka bir doktora muayene olup ameliyat olmak istediğimi söyledim. O da ben yapamam demişti. 

Olmayacak böyle poliklinikte muayene olarak dedim. Aynı hastanede memur olarak çalışan bir arkadaştan bir doktorun ismini aldım. Soluğu İstanbul Caddesindeki özel muayenesinde aldım. Ameliyat yapayım. Şu gün uygun mu dedi. Olur dedim. Ameliyat parası ne vereceğim dedim. Namı diğer bıçak parası. Ameliyattan para almıyorum. Yalnız ameliyat için ameliyat sonrası kontrole gelip gideceksin. Bu yüzden iki muayene parası alıyorum dedi.

Bir 60 verdim. 60.000 miydi, 60 milyon muydu bilmiyorum.

Hastaneye giderek falanı gör, ameliyata uygunluk için yapılması gereken konsültasyonları yaptır dedi. İlgili sekreterini bularak yapılması gerekenleri hastanede yaptırdım. 

Ameliyat günü doktor bir sandalyeye oturttu. Lokal anestezi uyguladı. Karşılıklı konuşarak ameliyat yaptı. Ameliyat bitimi her yeri bir güzel diktim dedi. Kaç dikiş attın dedim. Saymadım dedi. Yanında yardım eden hemşiresi, dikiş sayısı önemli değil beyefendi dedi. Bence de önemli değil ama dışarıda kaç dikiş atıldığını sorarlar bana dedim. Doğru, bizim millet dikiş sayısında meraklı dedi. Gülüştük. Ardından burnuma tampon yerleştirdi. Sanırım bir gün mü yattım, iki gün mü şimdi hatırlamıyorum. 

Ameliyatı hastanede olsam da kontroller için özel muayenesine gittim. Tamponları çıkarması bir eziyetti benim için. Ameliyattan zormuş bu tamponları çıkarmak dedim. Öyledir dedi.

Kontrole kaç defa gittim. Tamponları kaç defa çıkarıp yenisini koydu hatırlamıyorum. Hatırladığım, bir kontrol sırasında, hocam senin sağ taraf da tıkalıymış dedi. O tarafı da alaydın dedim. Görmedim. Görseydim alırdım dedi.

En son kontrole gelip tamponları çıkarıp beni uğurladığında, hakkını helal et hocam demişti de ben de helal olsun demiştim.

Gördüğünüz gibi o günden bugüne olduğum ameliyatı, ameliyat sürecini, verdiğim parayı, neler konuştuğumuzu daha dün gibi hatırlıyorum. 

Şimdi düşünüyorum da doktor bana niçin hakkını helal et demişti? Ücret olarak iki özel muayene parası aldığı için mi, iki tarafı da tıkalı olan burnumun sol tarafını ameliyat edip sağ tarafını görmediği için mi, sol taraftan sadece burnumun girişindeki kıkırdağı alıp ileri girmeyip ameliyatı yarım yaptığına mı? Hasılı sebebini bilmiyorum ama bizde alavere olunca genelde helalleşme olur.

Bu arada 2024'te muayene olduğum doktor, burnunun iki tarafı tıkalı, sol taraftan da ameliyat olmuşa benzemiyor, hiçbir izi yok dese de 1998 yılında sol tarafımdan alınan kıkırdak beni rahatlattı. Sık sık nükseden baş ağrım kesildi. Az veya çok nefes alıyorsam sol tarafımdan nefes alıyorum. Eskiden ağzım açık uyurken ağzım kapalı uyuyorum. Zaman zaman başıma gelen burun akıntım kesildi.

Yeni doktorum kabul etmese de gördüğünüz gibi dört dörtlük ameliyat olmasam da 1998'deki ameliyatım beni nispeten rahatlatmış. 

Belki de tam rahatlamayı, cuma günü olacağım burun ameliyatı ile göreceğim. Hazır okullar tatilken bunu da aradan çıkarayım.

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Düğün Davetiyeniz Yanınızda mı? *

Bir camide görev yapar. Cemaati nezdinde hatırı sayılır bir itibarı var. Ünü cami cemaati dışına da taşmıştır. Aynı zamanda bir cemaatin de ileri gelenlerindendir.

Sevilip sayılan birisi de olduğu için düğünlere de davet etmişler kendisini. Her birine de gidebildiği kadar gitmiştir. Özel sofralarda ağır misafir olarak ağırlanmıştır.

Gel zaman git zaman bu hocamız da düğün yapacaktır. Çünkü mahdumu evlilik çağına gelmiştir.

Büyük bir titizlikle davet listesini hazırlar. Kimleri çağırıp çağırmayacağı kararını verir. Hazırladığı düğün davetiyelerini de sevenlerine ulaştırır.

Düğün günü düğün salonundaki yerini alır. Davete icabet edenlere hoş geldin demesi gerekir. Çünkü usul böyledir. Hem kız babası hem de oğlanın babası girişin uygun bir yerinde durur. Salona girenleri karşılarlar. Yemeğini yiyip gidenlere de güle güle derler.

Düğün sahibi hoca, kimsenin yapmadığı bir şeye imza atar. Tam salonun kapısında durur. Selam verip hayırlı olsun dedikten sonra salona girmeye kalkanlardan düğün davetiyesini göstermesini ister. İşte burada deyip gösterenleri kapıdan içeri alır. Gösteremeyenleri içeri almaz. Davetiye evde kaldı deseler de nafile. Davetiyeyi gösteremediniz deyip nazikçe geri gönderir.

Bana bu anekdotu anlatan arkadaş da hocanın davetlilerinden. Bu arkadaş da düğüne icabet edenlerden. Ama yanında kartı yok. Üstelik yanında davetli olmayan başkaları da var.

Yolda bu arkadaşı tanıyan biri, S... Abi, davetiyen yanında değilse geri dön. Hocamız almıyor uyarısını yapar.

Altında arabası yok. Evi ta nerede. Evden davetiyeyi alıp gelmesi de mümkün değil. Hocayı tanıyor nasılsa. Hoca da kendisini. Geri dönmek olmaz. Madem buraya kadar geldi. Şansını denemeliydi.

Selamün aleyküm K.... hocam, hayırlı olsun der. Aleyküm selam S...., davetiyenizi görebilir miyim der. Hocam, bana davetiye verdiniz. Davetiye evde. Soracağınızı bilmediğim için getirmedim. Peki. Ya bu yanındakiler kim diye sorar. Yanımdakiler düğün için İstanbul'dan gelen misafirler deyince içeri girmelerine izin verir. 

Düğün sahibinin düğününe gelen misafirlere davetiye sorması, öyle zannediyorum, garibinize gitmiştir. Gitmesi de normal. Çünkü böylesini daha önce görmemiş olabilirsiniz. Hoş, ben de görmedim. Demek ki hoca düğünlere gide gide davetsiz misafirlerden haberdar olduğu için işi baştan sıkı tutmuş olmalı.

Hocanın bu yaptığı garibimize gitse de başka şehirleri bilmem ama Konya’daki salon düğünlerine, davetlilerin yanında bir de davetsiz misafirlerin geldiği de bir gerçektir. Düğün yapanlar daha iyi bilir, misafirleri karşılarken tanımadığı simaları da görür. Düğün sahibi hayırlı olsun diye elini sıkanı bu kimdi diye düşüne dursun, davetsiz misafir oturduğu bir masada karnını güzelce doyurup çıkar.

İkinci düğünde dünürle beraber misafirleri karşılarken selam vermeden içeri giren biri vardı. Selam vermemesi, hayırlı olsun dememesi, bizimle tokalaşmaması garibime  gitmişti. O geçip gittikten sonra dünüre, bu sizden mi demiştim de değil demişti. O zaman bizden de değil deyip gülüşmüştük.

Dersine girdiğim bir sınıf düğün yaptığımı duyunca, Hocam bizi niye çağırmadınız. Haberimiz olsaydı, aramızda para toplar, bir çeyrek alır gelir, takımızı takar, yemeğimizi de yerdik dediler. (O zamanlar da çeyrek ucuzdu. Şimdi olsa takamazlar). Aynı öğrenciler, biz hafta sonu düğün salonlarının olduğu yerlere gider, salona geçer, karnımızı doyururuz dediler.

Hasılı Konya düğün sektöründe davetsiz misafir eksik olmaz. Az veya çok her düğün sahibi bunu tadar. Sadece düğününde kart soran K.... hocadan davetsiz misafir nasibini bulamamıştır diyeceğim ama “İstanbul’dan sizi düğüne gelen misafirler” diyen S....’in yanında, İstanbul’dan gelen misafir harici Konya’dan bu yemeğe katılan davetsiz misafirler de olmuş. S.... kendisi anlatmıştı bir konuşmasında.

Hatta şu da anlatılır düğünler vasıtasıyla. Bir sofrada birbirini tanıyan, tanımayanlar oturur. Birbirlerine kız evinden misin yoksa oğlan evinde mi diye sorarlar. Böyle bir yemekli sofrada yine sormuşlar masadakilere. Biz kız evindeniz demişler. Halbuki yedikleri yemek sünnet düğünü imiş. Bu anekdot genelde her düğünde anlatılır ve gülünür.

*29.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.