8 Ocak 2024 Pazartesi

Namaz Çok mu Öncelikli? *

Birkaç gündür sosyal medyada namaz esnasında rahatsızlanan biri için namaz bozulur mu sorusu soruluyor. Cevap olarak da bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulunun daha önce verdiği fetva yazılıp çiziliyor. 

Bu soru, bu cevap şimdi niçin derken, bir arkadaş 1,5 dakikalık bir video gönderdi. Videoyu izleyince sosyal medyadaki paylaşımların gündeme dair olduğunu öğrenmiş oldum. Meğer ki gündem dışı kalan benmişim. 

Videonun içeriğinden bahsedeyim: Endonezya’da bir camide, cami imamı arkasındaki cemaate sabah namazını kıldırıyor. Secdeye gidiyor imam ve cemaat. İmamın secde hali normalden fazla olmuş olmalı ki ardındaki ilk saftan iki kişi bir ara kafalarını secdeden kaldırıp bakıyorlar. Bakıyorlar ki imam hala secdede. Kendileri de tekrar alınlarını secdeye koyuyorlar. Bir süre daha geçtikten sonra anormal bir durum olduğu anlaşılmış olmalı ki ya da kalp krizi geçirmekte olanın sesini duymuş olmalılar ki fatih görevi gören kişi, başını secdeden kaldırıp bir daha bakıyor. Görüyor ki imamın başı öne gitmiş, kalkamıyor. Yani olduğu yere yığılıp kalmış. (Videoda ses yok. Sadece görüntü var).

İmamın rahatsızlandığını gören fatih ayağa kalkarak imamın sağ tarafına geçip kaldığı yerden tekbir alarak namazı devam ettiriyor. Ardındaki cemaat de imama uyuyor. İmam ve cemaatten biri de adam ölüyor diye namazını bozmuyor. Bu durum hepsinin gözü önünde oluyor.

Namazın ardından imam ve cemaat secdede yere yığılan imama koşuyorlar. Görüyorlar ki imam ölmüş.

Herhalde sonradan doktor muayenesi yapılmış olmalı ki gazetelerin yazdığına göre imam kalp krizinden ölmüş.

Bu videoyu izleyince bu kadar da olmaz dedim. İnan hayret ettim ve üzüldüm. Yanı başlarında imam secdede kıvranıyor, bizim Müslümanlar namazı bozmayıp devam ediyorlar.

Merak ediyorum, bir insanın sağlığı hayat-memat meselesi iken namaz bozulmayıp da ne zaman bozulacak. Bunun için illa birilerinin ve Diyanet'in fetvasına mı gerek duyulur. (Ki bu konuda namaz bozulur fetvasına rağmen bizim imam ve cemaat bildiğini okumuş.) Çünkü insan sağlığı ve insan hayatı söz konusu. Namaz bozulur ve o kişiye müdahale edilir ya da ilgili sağlık kuruluşuna telefon edilerek ambulans istenir. Din buna cevap verir, insanlık zaten budur.

Evet namaz farzı ayın, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ibadet ise mevzubahis olan insan sağlığı ise sağlık, her zaman namazdan önce gelir. Namaz farzı ayın ise hasta insana müdahale etmek namazdan çok çok öncelikli bir farzı ayındır.

Secdede iken kalp krizi geçirerek ölen bu kimsenin ölümünden ona müdahale etmeyip namaza devam edenler sorumludur. Zira gözleri önünde bir kişinin ölümüne sebebiyet vermişlerdir. Mahkeme taammüden ölüme sebebiyet vermekten o cemaat hakkında özellikle namazı devam ettiren fatih hakkında dava açmalıdır.

Burada kalp krizi geçiren kişi secde halinde iken vefat etmiş, müdahale edilse de kurtarılamazdı denebilir. Bu da mümkün. Hiç namaza devam edilmeyip anında müdahale edilmiş olsaydı bile bu kalp krizi geçiren kişi kurtarılamayabilirdi. Ama en azından insanlık görevini yaptıkları için cemaat sorumlu tutulmazdı.

Umarım sözün bittiği yer olan böylesi kalp krizli cemaat namazı son örnek olur. Bir daha da böylesi durumla karşılaşılmaz. Ayniyle vaki olursa da namaz devam ettirilmez, insana müdahale edilir.  Bu durum sadece kalp krizlerinde değil, her türlü önemli hastalıkta böyle olmalıdır.

*10/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Paraşüt Aday

Paraşüt aday, bir şehirde iskan eden, o şehirle özdeşleşmiş onca kişinin arasından bir aday çıkaramayıp, başka şehirden isim yapmış birini o şehirden aday göstermeye denir.

Paraşüt aday kapasiteli, kaliteli, güçlü, ünlü ve ağır top biri de olabilir. 

Kazandığı takdirde o şehri çok iyi yönetebilir.

Yalnız bu yöntem daha önce denendi. Kendisini başka yerde ispatlamış nice tanınır olanlar aday yapıldı. Fakat başarı gelmedi. Hepsi de daha az tanınır olanlara mağlup oldu. Seçmen dışarıdan aday yapılanlara prim vermedi. Bakalım bu sefer nasıl olacak? Bunu da seçim akşamı sonuçlar açıklanınca göreceğiz.

Bir şehre, bir metropole başkan yapılacak kişinin illa o şehirde doğmuş olması gerekmez. Oraya başkan olacak kişinin daha adaylıkta adı geçmez iken o şehirde ikamet etmesi, orada yaptıklarıyla ön plana çıkmış olması tercih edilir seçmen için. Çünkü o toprağın insanıdır ve burayı mesken edinmiştir. Rızkını buradan temin etmektedir. Oturduğu mahalde komşuları vardır. Gezip dolaştığı yerler vardır. En azından çevresi onunla oturup kalkmıştır. 

Paraşütle gelen öyle mi? Şehri bilmez, çevreyi bilmez. Bir tek komşusu bile yoktur. Çünkü orada oturan biri değildir. Ne evi vardır ne barkı ne de akrabası. Aday olur olmaz ilk işi gidip o şehirden bir ev bulmak olacaktır. Seçimi kazanırsa orada oturmaya devam edecektir. Kaybederse seçim gecesi o şehirle işi bitecektir ve kiraladığı evi terk edecektir.

Kısaca bir şehre dışarıdan paraşütle gelip aday yapılan kişi o şehir için iğreti adaydır. O şehirde kalıp kalmaması seçimi kazanmasına bağlıdır. O şehirde yaşayan diğer adaylara göre seçime 1-0 yenik başlar.

Bu durum bilinmesine rağmen partiler önemsedikleri şehir için paraşüt adaydan bir türlü vazgeçmiyor.

Belli ki bu tür şehirlere çok önem veriyorlar ve kazanmak için ağır toplarını sahaya sürüyorlar. Mevcut başkandan çekiniyorlar. Bunu yense yense güçlü bir figür yener diye düşünüyorlar.

Böyle düşünseler de aslında bu paraşütle aday o şehir insanı için inciticidir. Çünkü bu demektir ki o şehirde oturan milyonlarca kişi arasından şehri yönetecek uygun aday görmemek demektir. Sizi yönetecek dışarıdan bir aday getireceğim demektir. Paraşütle gelen aday suni adaydır.

Partiler unutmasınlar ki galibiyet ve zaferler şöhret olmuş kişilerle kazanılmaz. Sahayı iyi bilen, seçmenin nabzını tutan nice isimsiz kahramanlar ağır toplara galip gelmiştir.

Benimki bir tespittir. Hangisi kazanır bilinmez. 

Buna seçmen karar verecektir. Yalnız korkunun ecele faydasının olmadığı gerçeği hiç unutulmamalıdır.

Hayal Kırıklığına Uğratan Arkadaşlık

Her kesimle iletişimi olan, bir konudaki görüşünü çekinmeden söyleyen, farklı fikirlere açık, entelektüel birikime sahip, gönlü açık biri. Aynı zamanda arkadaş canlısı. 

Oturduğu şehre arkadaşlarını davet eder. Gelene izzet ve ikramını esirgemez. Evini, barkını açar. Vaktini ayırır. Geldiği yerden alır. Gideceği yere götürür. 

Onun bu yönünü bilen eşi, dostu şehrine uğradığı zaman yanına varmazlık yapmaz. Hepsini el üs ünde tutar. Uğramayan olursa da serzenişini ifade eder. 

Kendisi de bir başka şehre gittiği zaman o şehirde hukuku olan kim varsa ziyaretini esirgemez. Ziyaretinde de kimseye yük olmaz. 

Dedik ya arkadaş canlısı. Yeter ki biraz hukuku olsun. 

Bilir ki üç çeşit arkadaşlık unutulmaz. Bunlar: Hapishane, asker ve okul/sınıf arkadaşlığı. Böyle duymuştur. Özellikle okul ve sınıf arkadaşlarına ayrı bir ihtimal gösterir. Çünkü okul ve sınıf arkadaşlığının yeri ayrıdır. 

Bu kişi bir hafta sonu bir çalıştay için bir ilimize gider. Bilir ki o ilde sınıf arkadaşları var. O ile geldiğini de dostlarına duyurur. Ben şu oteldeyim der. 

Kendisi için çalıştay bir sebep. Bu vesileyle mezun olduktan sonra uzun süredir görüşmediği arkadaşlarıyla görüşecektir. Teşehhüt miktarı da olsa biraz hasbihal ve muhabbet edecektir. Bu yüzden içi içine sığmaz. 

Beklenti hayal kırıklığına dönüşür. Çünkü koca bir hafta sonunu o ilde geçirir. O ilde olan sınıf arkadaşlarından ne bir ses çıkar ne de seda. Hiçbiri oteline uğramadığı gibi bir telefon açıp hoş geldin bile demez. Ben şuradayım, şu işim var. Maalesef yanına uğrayamıyorum gerekçe sunanı bekler. Bu da olmaz.

Ha bir insanın mazereti olamaz mı? Elbette insanların mazereti olabilir. Vakit ayıracak zamanı da olmayabilir. Bir telefon da mı açılmaz? Arkadaşım, hoş geldin, kusura bakma, güle güle de mi denmez?

İnsanları tanımak için demek ki yaşamak gerekiyormuş.

Siz böyle bir durumla karşılaştınız mı? Karşılaştı iseniz kendinizi nasıl hissettiniz bilmiyorum ama herhalde dost ve arkadaş bildiklerinize notunu verirsiniz. Saymayanı ben de saymam dersiniz en azından ve siz de mesafenizi koyarsınız.

Öyle zannediyorum bu kişi de o ilde yaşayan arkadaşlarına gönül koyacak ve kırılacaktır. Çünkü ne umdu ne buldu. Belki de böyle bir durumla karşılaşacağını bilseydi, o çalıştaya katılmazdı. En azından arkadaşlarının bu yönünü öğrenmemiş olurdu.

Bundan sonraki ömrünü geçirirken bu yaşadığı belki de hiç aklından çıkmayacaktır.

Bu durumu öğrendiğim zaman başıma gelmiş gibi üzüldüm. Çünkü maruz kaldığı bu durumu hak eden biri değildi. Aklıma tek şey geliyor. Bu kişi fikir yönünden, birbirinin kopyası arkadaşlarından ayrışmıştı. Bu farklılığını da ifade etmekten hiç kaçınmadı. Çünkü farklı görüşünü söyledikleri can ciğer bildiği arkadaşlarıydı. Arkadaşlık başka fikir başkaydı. Görünen o ki arkadaşları bu farklı fikrinle yanımızda yerin yok demek istedi belki de. Kim bilir?