8 Ocak 2024 Pazartesi

Hadisler Kur'an'ın Nesidir?

İslam dünyasında aşılamayan sorunların başında hadisler geliyor. Dini alanda ayrışmanın, kutuplaşmanın, fikir ayrılığının ve tekfirciliğin temelinde, hadislere bakış açısının yattığını söyleyebiliriz.

Hadislere bakış açımızda bir fikir birliği olmadığı müddetçe Müslümanlar arasında birlik sağlanamadığı gibi ayrışma daha da artacaktır.

Pek az insan hadisler konusundaki bu açmazdan haberdar. Ama gündeme getirmiyorlar. Daha doğrusu getiremiyorlar. Çünkü netameli bir konu olduğundan, dışlanma ve ötekileştirme endişesiyle kimse bu konuyu masaya yatıramıyor. Çünkü ya hadis inkarcısı denecek ya da Kur'an yeterci denecek.

Aşılamayan kronikleşmiş bu sorun son yüzyılın sorunu değildir. Ehli hadis ve ehli rey ekolleri arasında geçmişten günümüze devam etmektedir. Tartışma, fikir alışverişi seviyesinde yürüse problem değil. En azından bir mesafe kat edilir. Bir arada bu konular konuşulmuş olur. Ne var ki İslam dünyası Allah'ın özgür bıraktığı fikir ayrılığı konusunda zaten sınıfta kalmıştır. Linç, itham, tekfir hepsi var. 

İşin uzmanları da bu alanın netameli olduğunu bildiği için hiç bu alana girmiyor. Çünkü linç, itham, tekfir ve dışlanmayı göze alması gerekir. O yüzden hadisler konusunda konuşmak, tahlil yapmak bir tabudur. 

Diyanet İşleri Başkanlığı senede bir iki defa bu konuyu hutbe konusu edinir. "Kim resule itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur", "Allah'ın peygamberi size ne veriyorsa alın, sizi neden sakındırıyorsa kaçının" ayetlerini hutbenin içeriğine alır ve sünnetin önemine dikkat çeker. Sünnet olmadan Kur'an anlaşılamaz vurgusuna dikkat çeker. 

Verdiği bu hutbelerle Diyanet, konuyu enine boyuna işlemekten ziyade adeta top çevirmektedir. Çünkü orta yerdeki mesele sünnetten ziyade hadislerdir. Sünnet ile hadis her ne kadar birbirinin yerine kullanılsa da farklıdır. Sünnet peygamberin dini bir gerekçe dolayısıyla adet haline getirdiği ve uygulamasını gösterdiği eylemlerdir. Hadisler ise sünnetin sözlü rivayetidir. Maalesef içine uydurma rivayetler girmiştir.

Hutbelerde ve tartışmalarda dile getirilen "Peygamber size ne veriyorsa alın, neden sakındırıyorsa kaçının" ve "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" ayetlerinde kastedilenin, peygamberin Kur'an adına getirdiği şeyleri almayı, bunlara itaat etmeyi kast ettiği, hadisleri kastetmediği açıktır. Şayet bu ayetler hadisleri de kastetmiş olsaydı, bir defa peygamber Kur'an ayetleriyle karışır endişesiyle hadisleri yasaklamazdı. 

Aslında Kur’an, hadis tartışması yapanların amacı, bağcıyı döğmek değil de üzüm yemek ise bu konuda anlaşmaları çok kolay. Bunun için hadisleri Kur’an süzgecinden geçirmek. Kur’an ayetlerinde ters ve Kur’an’ın ruhuna uymayan hadisleri terk etmek, peygamber adına hadis diye rivayet edilen sözleri akıl süzgecinden geçirmektir. Bu iki kriterde anlaşılırsa Müslümanların hadis diye bir problemleri olmaz. Bu alanda harcadıkları beyhude eforu başka alanlarda harcamış olurlar. Kısaca bağcıyı döğmeyi bırakıp üzüm yemeye başlarlar.

Namaz Çok mu Öncelikli? *

Birkaç gündür sosyal medyada namaz esnasında rahatsızlanan biri için namaz bozulur mu sorusu soruluyor. Cevap olarak da bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulunun daha önce verdiği fetva yazılıp çiziliyor. 

Bu soru, bu cevap şimdi niçin derken, bir arkadaş 1,5 dakikalık bir video gönderdi. Videoyu izleyince sosyal medyadaki paylaşımların gündeme dair olduğunu öğrenmiş oldum. Meğer ki gündem dışı kalan benmişim. 

Videonun içeriğinden bahsedeyim: Endonezya’da bir camide, cami imamı arkasındaki cemaate sabah namazını kıldırıyor. Secdeye gidiyor imam ve cemaat. İmamın secde hali normalden fazla olmuş olmalı ki ardındaki ilk saftan iki kişi bir ara kafalarını secdeden kaldırıp bakıyorlar. Bakıyorlar ki imam hala secdede. Kendileri de tekrar alınlarını secdeye koyuyorlar. Bir süre daha geçtikten sonra anormal bir durum olduğu anlaşılmış olmalı ki ya da kalp krizi geçirmekte olanın sesini duymuş olmalılar ki fatih görevi gören kişi, başını secdeden kaldırıp bir daha bakıyor. Görüyor ki imamın başı öne gitmiş, kalkamıyor. Yani olduğu yere yığılıp kalmış. (Videoda ses yok. Sadece görüntü var).

İmamın rahatsızlandığını gören fatih ayağa kalkarak imamın sağ tarafına geçip kaldığı yerden tekbir alarak namazı devam ettiriyor. Ardındaki cemaat de imama uyuyor. İmam ve cemaatten biri de adam ölüyor diye namazını bozmuyor. Bu durum hepsinin gözü önünde oluyor.

Namazın ardından imam ve cemaat secdede yere yığılan imama koşuyorlar. Görüyorlar ki imam ölmüş.

Herhalde sonradan doktor muayenesi yapılmış olmalı ki gazetelerin yazdığına göre imam kalp krizinden ölmüş.

Bu videoyu izleyince bu kadar da olmaz dedim. İnan hayret ettim ve üzüldüm. Yanı başlarında imam secdede kıvranıyor, bizim Müslümanlar namazı bozmayıp devam ediyorlar.

Merak ediyorum, bir insanın sağlığı hayat-memat meselesi iken namaz bozulmayıp da ne zaman bozulacak. Bunun için illa birilerinin ve Diyanet'in fetvasına mı gerek duyulur. (Ki bu konuda namaz bozulur fetvasına rağmen bizim imam ve cemaat bildiğini okumuş.) Çünkü insan sağlığı ve insan hayatı söz konusu. Namaz bozulur ve o kişiye müdahale edilir ya da ilgili sağlık kuruluşuna telefon edilerek ambulans istenir. Din buna cevap verir, insanlık zaten budur.

Evet namaz farzı ayın, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ibadet ise mevzubahis olan insan sağlığı ise sağlık, her zaman namazdan önce gelir. Namaz farzı ayın ise hasta insana müdahale etmek namazdan çok çok öncelikli bir farzı ayındır.

Secdede iken kalp krizi geçirerek ölen bu kimsenin ölümünden ona müdahale etmeyip namaza devam edenler sorumludur. Zira gözleri önünde bir kişinin ölümüne sebebiyet vermişlerdir. Mahkeme taammüden ölüme sebebiyet vermekten o cemaat hakkında özellikle namazı devam ettiren fatih hakkında dava açmalıdır.

Burada kalp krizi geçiren kişi secde halinde iken vefat etmiş, müdahale edilse de kurtarılamazdı denebilir. Bu da mümkün. Hiç namaza devam edilmeyip anında müdahale edilmiş olsaydı bile bu kalp krizi geçiren kişi kurtarılamayabilirdi. Ama en azından insanlık görevini yaptıkları için cemaat sorumlu tutulmazdı.

Umarım sözün bittiği yer olan böylesi kalp krizli cemaat namazı son örnek olur. Bir daha da böylesi durumla karşılaşılmaz. Ayniyle vaki olursa da namaz devam ettirilmez, insana müdahale edilir.  Bu durum sadece kalp krizlerinde değil, her türlü önemli hastalıkta böyle olmalıdır.

*10/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Paraşüt Aday

Paraşüt aday, bir şehirde iskan eden, o şehirle özdeşleşmiş onca kişinin arasından bir aday çıkaramayıp, başka şehirden isim yapmış birini o şehirden aday göstermeye denir.

Paraşüt aday kapasiteli, kaliteli, güçlü, ünlü ve ağır top biri de olabilir. 

Kazandığı takdirde o şehri çok iyi yönetebilir.

Yalnız bu yöntem daha önce denendi. Kendisini başka yerde ispatlamış nice tanınır olanlar aday yapıldı. Fakat başarı gelmedi. Hepsi de daha az tanınır olanlara mağlup oldu. Seçmen dışarıdan aday yapılanlara prim vermedi. Bakalım bu sefer nasıl olacak? Bunu da seçim akşamı sonuçlar açıklanınca göreceğiz.

Bir şehre, bir metropole başkan yapılacak kişinin illa o şehirde doğmuş olması gerekmez. Oraya başkan olacak kişinin daha adaylıkta adı geçmez iken o şehirde ikamet etmesi, orada yaptıklarıyla ön plana çıkmış olması tercih edilir seçmen için. Çünkü o toprağın insanıdır ve burayı mesken edinmiştir. Rızkını buradan temin etmektedir. Oturduğu mahalde komşuları vardır. Gezip dolaştığı yerler vardır. En azından çevresi onunla oturup kalkmıştır. 

Paraşütle gelen öyle mi? Şehri bilmez, çevreyi bilmez. Bir tek komşusu bile yoktur. Çünkü orada oturan biri değildir. Ne evi vardır ne barkı ne de akrabası. Aday olur olmaz ilk işi gidip o şehirden bir ev bulmak olacaktır. Seçimi kazanırsa orada oturmaya devam edecektir. Kaybederse seçim gecesi o şehirle işi bitecektir ve kiraladığı evi terk edecektir.

Kısaca bir şehre dışarıdan paraşütle gelip aday yapılan kişi o şehir için iğreti adaydır. O şehirde kalıp kalmaması seçimi kazanmasına bağlıdır. O şehirde yaşayan diğer adaylara göre seçime 1-0 yenik başlar.

Bu durum bilinmesine rağmen partiler önemsedikleri şehir için paraşüt adaydan bir türlü vazgeçmiyor.

Belli ki bu tür şehirlere çok önem veriyorlar ve kazanmak için ağır toplarını sahaya sürüyorlar. Mevcut başkandan çekiniyorlar. Bunu yense yense güçlü bir figür yener diye düşünüyorlar.

Böyle düşünseler de aslında bu paraşütle aday o şehir insanı için inciticidir. Çünkü bu demektir ki o şehirde oturan milyonlarca kişi arasından şehri yönetecek uygun aday görmemek demektir. Sizi yönetecek dışarıdan bir aday getireceğim demektir. Paraşütle gelen aday suni adaydır.

Partiler unutmasınlar ki galibiyet ve zaferler şöhret olmuş kişilerle kazanılmaz. Sahayı iyi bilen, seçmenin nabzını tutan nice isimsiz kahramanlar ağır toplara galip gelmiştir.

Benimki bir tespittir. Hangisi kazanır bilinmez. 

Buna seçmen karar verecektir. Yalnız korkunun ecele faydasının olmadığı gerçeği hiç unutulmamalıdır.