23 Aralık 2023 Cumartesi

4444

4444 sayısını duyar duymaz bizde ne gibi bir çağrışım yapar?

Öyle zannediyorum, ilk aklınıza gelen, hasta ve dertlilerin dertlerine şifa bulmak ve sıkıntılardan kurtulmak amacıyla okudukları ya da çok kişinin yardımıyla okuttukları “Salatı tefriciye” veya “Salatı nariye” adı verilen duadır. Kur’an’da ve hadislerde yer almayan bu dua kültürümüzde yer almakta. Okunduğu takdirde dert ve hastalıklardan kurtulma ümit edilmektedir. Ne kadar fayda sağladığı bilinmese de toplumumuzda okunmaya devam eder.

Arapçası okunan duanın Türkçe anlamı şudur: “Allah’ım! Bizim Efendimiz Muhammed’e (sav) kusursuz bir salât ve rahmet, mükemmel bir selâm ve selâmet vermeni diliyoruz. O Peygamber ki, onun hürmetine düğümler çözülür, sıkıntılar ve belalar onun hürmetine açılıp dağılır, hacet ve ihtiyaçlar onun hürmetine yerine getirilir. Maksatlara O’nun hürmetine ulaşılır, güzel sonuçlar O’nun hürmetine elde edilir. O’nun şerefli yüzü hürmetine bulutlardaki yağmur istenilir, Allah’ım, onun ehli beytine, ashabına da her göz kırpacak kadar zamanda (her an, saniye) her nefes alacak zamanda sana malum olan varlıklar sayısınca salât et.

Küçüklüğümde yağmurun yağmadığı bir zamanda, yağmur yağması için bu duanın okunduğunu hatırlıyorum. Büyük caminin içinde, caminin arka taraflarında uygun bir yere 4444 adet çakıl toplanıp konmuş. Büyükler, kaç tane okudunuz ise buradan o kadar çakıl alın, yanındaki kaba koyun demişti. Biz de evde, yolda, çarşı ve pazarda okur, okuduğumuzun sayısını tutar, camiye gelince okuduğumuz adet kadar çakılı alıp gösterilen yere atardık. Böyle böyle bitirmiştik. Ardından yağmur yağdı mı hatırlamıyorum.

4444 başka hangi çağrışım yapar? İnternete 4444 sayısını girdim. Karşıma, “4444 sayılı kanun ile gelir vergisi kanunu, kurumlar vergisi kanunu, emlak vergisi kanunu, belediye gelirleri kanunu ve harçlar kanununda yapılan değişiklikler” çıktı. Kısaca bu kanunla vatandaşın cebine giren bir şey yok. Aksine cepten kurumlara para akışı var.

Nümeroloji’de de sayıların bir anlamı varmış. “Okültizm’in bir dalı olup, evrenin sayısal bir kurgu içerdiğini, evrendeki hiçbir şeyin rastlantıya dayanmadığını, her şeyin sayısal bir düzen içinde meydana geldiğini varsayar ve sayılarla ilgili çeşitli analitik ve sentetik çalışmalarla, evrendeki ve olaylardaki gizli yasa ve ilkeleri keşfetmeyi amaçlar.” (Vikipedi)

İlk, orta ve lise zorunlu eğitim için 444 rakamları kullanılırken buna bir 4 daha ilave edilirse yani üniversite de mecburi eğitim kapsamına alınırsa, 4444 ile ifade edilen bir eğitim sistemimiz olur. Yetkililer bunu niye düşünmezler, anlamadım gitti.

4444 rakam ve sayısından, farklı anlamlar çıkarılan anlayışlar gördüm İnternette. Oku oku bitmez. Her okuduğunuza feleğiniz şaşar.

Sizin için ne anlam ifade eder bilmem ama ben de kendimce bir anlam çıkardım 4444’ten. 2015 yılının Kasım ayında edindiğim dilinkemigiyok.blogspot.com adresimde, her telden yazıp yayınladığım yazı toplamım bu yazım ile birlikte 4444 oldu.

8 yıl zarfında yıllara göre yazdığım yazı toplamı:

2015 yılında, 210

2016 yılında, 603

2017 yılında, 670

2018 yılında, 611

2019 yılında, 671

2020 yılında, 370

2021 yılında, 264

2022 yılında, 302

2023 yılında, 740

Etti mi 4444 yazı.

Etmedi maalesef. Topladım 4441 yapıyor. Ama yayımlanan yazı toplamı 4444 diyor. Gel de çık bu işin içinden. Sanırım daha önce yayımlayıp sonra sildiğim yazıları da sayıyor ya da blogun sayfalar kısmında yazdığım 5 yazıyı toplama dahil etmiyor. Ben toplayayım diyorum. Bu sefer 4449 olması gerek. Yine tutmadı 4444 rakamı. Of... Nereden girdim bu hesap işine. Ama neyse. Sanki merak eden var.

Bu kadar yazıyı nasıl yazdın derseniz, bilin ki Salatı tefriciye okumaktan daha kolay bana göre.

Bir Faninin 24 Saati

Daha şafak atmadan, ezan okunmadan ayaktaydı. Kalkar kalkmaz soluğu tuvalette alırdı. Kah taharet kah istibra derken tuvalette oyalanırdı. Abdest alması da uzun sürerdi. Yıkadığı yeri bir daha yıkar, her yıkamada da kuru yer kalmayacak diye abdest organlarını ovalardı. Dudaklar da boş durmazdı. Okur dururdu bildiği duaları içinden.

Abdestin ardından giyinir. Sabah namazının sünnetini kılar, yola çıkar. Camiye varır. Ne imam gelmiştir ne de cemaat. Kilitli camiyi açar. Beklemeye koyulur. 

Nice sonra tek tük cemaat gelmeye başlar. Ardından da imam. Bazı zamanlar imam bile gelmez. 

Camiye ilk giren olduğu gibi camiden en son çıkan cemaat olur.

Namazlarını daima ilk safta kılar. 

Hızlı hızlı gelip kıldığı sabah namazından sonra işe gidecekmiş gibi evine hızlıca döner. 

Eve geldiği zaman evde tüm yatanların kalkması, kimsenin üzerine güneşin doğmaması gerekir. Haliyle kahvaltı da hazır olmalıdır. 

Kahvaltıdan sonra tuvalet ve yeni bir abdest alınır. Seccade olarak post serilir. Kıldıkça kılardı.

Ardından köşesine çekilir. Bir güzel uyku çeker. Ara ara uyanır, vakit ne vakit oldu diyerek köstekli saatine bakar. 

Az oyalandıktan sonra kalkıp tuvaletine gider. Sonra holden bozma mutfağa geçer. Yiyecek bir şey var mı diye bakınır. Sonunda ekmeğin bulunduğu kabı açar. Bulduğu ekmeği kuru kuruya mideye indirir. Ardından odaya geçer. Biraz daha oyalanır. 

Öğle namazına hazırlık yapması gerek. Tuvalet ve abdestin ardından caminin yolunu tutar. Daha camiye kimse gelmemiştir. Caminin önündeki bankta bir başına oturur. Gelip geçeni seyreder. Cemaat gelmeye başlayınca caminin kilitli kapısını açarak en ön safa geçer oturur. Elinde tespih ağzında dua her kapı açılışında geriye döner bakar. 

İkindi, akşam, yatsı tüm namazlara hazırlık ve cemaatle kılma; yaz, kış, sıcak, soğuk böyle devam eder.

Peygamberimizin zaman zaman terk ettiği ikindi ve yatsı namazlarının sünnetleri bile sektirmeden kılardı.

Namaza kendini verdi mi top atsan duymazdı. Okuduğu süre ve duaları da yanındaki duyacak şekilde okurdu.

Namaz kılmayanlara buğzederdi. Sabah namazı vakti ışığı yanmayan evlere serzenişi hiç eksik olmazdı.

Çevresinde imajı; iyi namaz kılardı, hiç namazını geçirmezdi. Direk cennetlikti. Bu şekilde nam salmış tı.

Hayatı namaz, uyku, yeme ve içme ile geçse de geçim yönünden endi kendine yeten biri değildi. Namaza verdiği önemi rızkını temine vermedi. İş bulduysa yaz dönemleri biraz inşaatlarda amele olarak çalıştı. Haliyle koca horantayı bu kadar çalışmayla geçindirmesi mümkün değildi. Kimseden bir şey istemedi ama başkasının desteğiyle ömrünü geçirdi. Doğru dürüst ne kendisi gün gördü ne de çocukları. Bir sosyal güvencesi olmadan ömrünü tamamladı. Allah rahmet eylesin.

Keşke namaza verdiği önemi iş teminine ve evini geçindirmeye de verseydi çok daha iyi olurdu. Ki namaz, çalışmaya ve evini geçindirmeye, iş ve rızık peşinde koşmak da namaz kılmaya mani değildi. Pekala iş ve ibadet bir arada ve hayatın içinde devam edebilirdi. Niceleri bunu becermiştir. 

Ki İslam da din ve dünya işlerini dengede götürmeyi önerir ve her konuda ifrat ve tefriti yasaklar. 

21 Aralık 2023 Perşembe

Yazmak Okumaktır, Okumak da Yazmaktır

İlk yazmaya sosyal medyada başladım. Aklıma eseni yazmışım. Yazılarımı takip eden Mustafa Yıldırım isimli mesai arkadaşım, "Hocam, falan yazarı tanıyor musun dedi. (Sorduğu kişiyi hatırlamıyorum.) Tanımıyorum dedim. Kimdir dedim. Yazı stilin ona çok benziyor dedi. Böyle sosyal medyada yazmaktansa sana bir blog açalım. Orada yaz. Hem yazıların bir yerde toplu olur dedi. Nasıl yapacağız dedim. Sen bir isim söyle, ben hallederim dedi. Dilin kemiği yok olsun dedim. Gitti. Az sonra geri geldi. Adına bir blog açtım dedi. Sen yazıyı gönder, ben yayımlayayım dedi. Bir böyle iki böyle. Bir gün hocam, sana yazı göndererek rahatsız ediyorum. Sen bana şu bloğu ver. Nasıl kullanacağımı göster. Bundan sonrasını ben hallederim dedim. Gösterdi. O gündür bugündür elimde bir oyuncağım var. Minnettarım kendisine.

Bloğu bana teslim etmeden önce sosyal medyada yazdığım ne kadar konu varsa geriye dönük tarayıp bloguma aktarıverdi. Sağ olsun.

İyi ki akıl edip bana böyle bir blog açıverdi. Blog benim bir meşguliyetim oldu. Hem elim hem kolum hem beynim hem hafızam hem oyuncağım hem dert ortağım hem sırdaşım hem günlüğüm oldu. 

2015 yılından beri yazarım. Aşağı yukarı her konuda bazı konularda defalarca dilim döndüğünce yazmışımdır. 

Kalem oynatmadığım belki birkaç konu kalmıştır.

Yazmaya başlarken dert edindiğim her konuda yazmaya kendi kendime söz vermiştim. 

An itibariyle bu yazıyla birlikte 4.442 yazım olmuş. Bazı günler 6-7 yazı birden yazmışlığım oldu. Yürümeye başladığım pandemi dönemiyle birlikte günlük yazı ortalamamda epey bir efor düşüklüğü oldu ama yazma yerine yürüyüşü tercih ettim. Yine de yürüyüşten arta kalan zamanda yazmaya çalıştım. 

Yazılarımı kahir ekseriyetle cep telefonuyla, son birkaç yıldır tamamen cep telefonu marifetiyle yazdım ve yazıyorum.

Yazı yazmak için bir oda bir sessizlik ortamı aramadım. Otobüs ve dolmuşta yolculuk yaparken, bir esnaf çay ocağında bir başıma olduğum zamanlarda gürültünün içinde benim işim yazı yazmak oldu. 

Yazılarımın bir kısmı mahalli gazetelerde yayımlandı. Hala da yayımlanmaya devam ediyor. Bir kısmını sosyal medyada paylaşıyorum.

Yazıp çizdiğimi gören bazılarından tasvip görmekle beraber sayıları az da olsa bazıları, "Niye yazıyorsun? Yazdığından para kazanıyor musun? Gazetelerde yazdığından ödeme yapıyorlar mı? Eline, koluna yazık. Sana ne faydası var? Yazıp duruyorsun ama bir faydası oluyor mu? Eline ne geçiyor? Baksana yazdıkların dikkate alınmıyor" demeyi ihmal etmedi. 

Yazılarının hiç etkisi ve katkısı olmasa da dikkate alınmasa da istedim ki yazılarım tarihe şahitlik yapsın. Dert edindiklerim bana şahit olsun.

Böyle diyenlere ne desem boş. En iyisi bu tiplere kalem üstadı Gökhan Özcan’ın kaleminden cevap vereyim:

Yazmak, esasen insanın kendi kendisiyle konuşmasıdır.

Kalem duramaz, bunu kayda geçirir.

Kağıt duramaz, kayda geçeni başka insanlara götürür.

Yazı yazandan çıkıp başkalarına ulaştığında zaten söz çoktan söylenmiş ve işitilmiştir.

Peki okuyan? O, olmuş olanın misafiridir.

Kalemi devreden çıkarırsanız şunu görürsünüz: Her yazan aynı zamanda okuyandır, her okuyan aynı zamanda yazan...

Anlam, elden ele dolaşan ve her ele kendi nasibi kadarını bırakan bir rızıktır.” Gökhan ÖZCAN