Ana içeriğe atla

Yazmak Okumaktır, Okumak da Yazmaktır

İlk yazmaya sosyal medyada başladım. Aklıma eseni yazmışım. Yazılarımı takip eden Mustafa Yıldırım isimli mesai arkadaşım, "Hocam, falan yazarı tanıyor musun dedi. (Sorduğu kişiyi hatırlamıyorum.) Tanımıyorum dedim. Kimdir dedim. Yazı stilin ona çok benziyor dedi. Böyle sosyal medyada yazmaktansa sana bir blog açalım. Orada yaz. Hem yazıların bir yerde toplu olur dedi. Nasıl yapacağız dedim. Sen bir isim söyle, ben hallederim dedi. Dilin kemiği yok olsun dedim. Gitti. Az sonra geri geldi. Adına bir blog açtım dedi. Sen yazıyı gönder, ben yayımlayayım dedi. Bir böyle iki böyle. Bir gün hocam, sana yazı göndererek rahatsız ediyorum. Sen bana şu bloğu ver. Nasıl kullanacağımı göster. Bundan sonrasını ben hallederim dedim. Gösterdi. O gündür bugündür elimde bir oyuncağım var. Minnettarım kendisine.

Bloğu bana teslim etmeden önce sosyal medyada yazdığım ne kadar konu varsa geriye dönük tarayıp bloguma aktarıverdi. Sağ olsun.

İyi ki akıl edip bana böyle bir blog açıverdi. Blog benim bir meşguliyetim oldu. Hem elim hem kolum hem beynim hem hafızam hem oyuncağım hem dert ortağım hem sırdaşım hem günlüğüm oldu. 

2015 yılından beri yazarım. Aşağı yukarı her konuda bazı konularda defalarca dilim döndüğünce yazmışımdır. 

Kalem oynatmadığım belki birkaç konu kalmıştır.

Yazmaya başlarken dert edindiğim her konuda yazmaya kendi kendime söz vermiştim. 

An itibariyle bu yazıyla birlikte 4.442 yazım olmuş. Bazı günler 6-7 yazı birden yazmışlığım oldu. Yürümeye başladığım pandemi dönemiyle birlikte günlük yazı ortalamamda epey bir efor düşüklüğü oldu ama yazma yerine yürüyüşü tercih ettim. Yine de yürüyüşten arta kalan zamanda yazmaya çalıştım. 

Yazılarımı kahir ekseriyetle cep telefonuyla, son birkaç yıldır tamamen cep telefonu marifetiyle yazdım ve yazıyorum.

Yazı yazmak için bir oda bir sessizlik ortamı aramadım. Otobüs ve dolmuşta yolculuk yaparken, bir esnaf çay ocağında bir başıma olduğum zamanlarda gürültünün içinde benim işim yazı yazmak oldu. 

Yazılarımın bir kısmı mahalli gazetelerde yayımlandı. Hala da yayımlanmaya devam ediyor. Bir kısmını sosyal medyada paylaşıyorum.

Yazıp çizdiğimi gören bazılarından tasvip görmekle beraber sayıları az da olsa bazıları, "Niye yazıyorsun? Yazdığından para kazanıyor musun? Gazetelerde yazdığından ödeme yapıyorlar mı? Eline, koluna yazık. Sana ne faydası var? Yazıp duruyorsun ama bir faydası oluyor mu? Eline ne geçiyor? Baksana yazdıkların dikkate alınmıyor" demeyi ihmal etmedi. 

Yazılarının hiç etkisi ve katkısı olmasa da dikkate alınmasa da istedim ki yazılarım tarihe şahitlik yapsın. Dert edindiklerim bana şahit olsun.

Böyle diyenlere ne desem boş. En iyisi bu tiplere kalem üstadı Gökhan Özcan’ın kaleminden cevap vereyim:

Yazmak, esasen insanın kendi kendisiyle konuşmasıdır.

Kalem duramaz, bunu kayda geçirir.

Kağıt duramaz, kayda geçeni başka insanlara götürür.

Yazı yazandan çıkıp başkalarına ulaştığında zaten söz çoktan söylenmiş ve işitilmiştir.

Peki okuyan? O, olmuş olanın misafiridir.

Kalemi devreden çıkarırsanız şunu görürsünüz: Her yazan aynı zamanda okuyandır, her okuyan aynı zamanda yazan...

Anlam, elden ele dolaşan ve her ele kendi nasibi kadarını bırakan bir rızıktır.” Gökhan ÖZCAN

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Yazınızı okudum. Bu yazıda merak ettiğim bir durum var. Arkadaşınız size Blogger'de bir blog sayfası yaratıyor ve daha sonra o sayfayı size devrediyor. Bu nasıl oldu? Yani sayfayı size nasıl devredebildi ki? Sizin bu blog sayfanız hanginizin e_posta hesabında açıldı? Sizin mi? Yoksa arkadaşınız kendi e_posta hesabından mı açtı? Kendi e_posta hesabından açtıysa, bu sayfayı size devredemez biliyorum. Ancak sizin adınıza hem e_posta hesabı açıp ve bu hesaba da bağlı blog sayfasını açtıysa böyle devredilebilir sanıyorum. Şu anda ben kendi e_posta hesabıma açtığım bir blog sayfasını bir başka arkadaşa devretmek istiyorum ama devredemiyorum. Çünkü açılan bu blog sayfası benim e_posta hesabıma bağlı olarak açıldı.
    Eğer olayı hatırlıyorsanız ve bir sakıncası da yoksa beni bilgilendirirseniz sevinirim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. As Recep Bey. Blog benim adım soyadım ve kendime ait Gmail adresi üzerinden açıldı. Şifreyi ben oluşturdum. Arkadaş sadece Blog açma konusunda bana yardımcı oldu. Bir devir söz konusu değil. Kendisi bilişim öğretmeni. Devir olur mu, olmaz mı bu konuda bilgim yok. Kendimize ait bloğunuzu devretmenizi istemem. Yine de siz bilirsiniz. Kesin karar verdi iseniz inşallah bir yolunu bulursunuz.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde