Ana içeriğe atla

Bir Faninin 24 Saati

Daha şafak atmadan, ezan okunmadan ayaktaydı. Kalkar kalkmaz soluğu tuvalette alırdı. Kah taharet kah istibra derken tuvalette oyalanırdı. Abdest alması da uzun sürerdi. Yıkadığı yeri bir daha yıkar, her yıkamada da kuru yer kalmayacak diye abdest organlarını ovalardı. Dudaklar da boş durmazdı. Okur dururdu bildiği duaları içinden.

Abdestin ardından giyinir. Sabah namazının sünnetini kılar, yola çıkar. Camiye varır. Ne imam gelmiştir ne de cemaat. Kilitli camiyi açar. Beklemeye koyulur. 

Nice sonra tek tük cemaat gelmeye başlar. Ardından da imam. Bazı zamanlar imam bile gelmez. 

Camiye ilk giren olduğu gibi camiden en son çıkan cemaat olur.

Namazlarını daima ilk safta kılar. 

Hızlı hızlı gelip kıldığı sabah namazından sonra işe gidecekmiş gibi evine hızlıca döner. 

Eve geldiği zaman evde tüm yatanların kalkması, kimsenin üzerine güneşin doğmaması gerekir. Haliyle kahvaltı da hazır olmalıdır. 

Kahvaltıdan sonra tuvalet ve yeni bir abdest alınır. Seccade olarak post serilir. Kıldıkça kılardı.

Ardından köşesine çekilir. Bir güzel uyku çeker. Ara ara uyanır, vakit ne vakit oldu diyerek köstekli saatine bakar. 

Az oyalandıktan sonra kalkıp tuvaletine gider. Sonra holden bozma mutfağa geçer. Yiyecek bir şey var mı diye bakınır. Sonunda ekmeğin bulunduğu kabı açar. Bulduğu ekmeği kuru kuruya mideye indirir. Ardından odaya geçer. Biraz daha oyalanır. 

Öğle namazına hazırlık yapması gerek. Tuvalet ve abdestin ardından caminin yolunu tutar. Daha camiye kimse gelmemiştir. Caminin önündeki bankta bir başına oturur. Gelip geçeni seyreder. Cemaat gelmeye başlayınca caminin kilitli kapısını açarak en ön safa geçer oturur. Elinde tespih ağzında dua her kapı açılışında geriye döner bakar. 

İkindi, akşam, yatsı tüm namazlara hazırlık ve cemaatle kılma; yaz, kış, sıcak, soğuk böyle devam eder.

Peygamberimizin zaman zaman terk ettiği ikindi ve yatsı namazlarının sünnetleri bile sektirmeden kılardı.

Namaza kendini verdi mi top atsan duymazdı. Okuduğu süre ve duaları da yanındaki duyacak şekilde okurdu.

Namaz kılmayanlara buğzederdi. Sabah namazı vakti ışığı yanmayan evlere serzenişi hiç eksik olmazdı.

Çevresinde imajı; iyi namaz kılardı, hiç namazını geçirmezdi. Direk cennetlikti. Bu şekilde nam salmış tı.

Hayatı namaz, uyku, yeme ve içme ile geçse de geçim yönünden endi kendine yeten biri değildi. Namaza verdiği önemi rızkını temine vermedi. İş bulduysa yaz dönemleri biraz inşaatlarda amele olarak çalıştı. Haliyle koca horantayı bu kadar çalışmayla geçindirmesi mümkün değildi. Kimseden bir şey istemedi ama başkasının desteğiyle ömrünü geçirdi. Doğru dürüst ne kendisi gün gördü ne de çocukları. Bir sosyal güvencesi olmadan ömrünü tamamladı. Allah rahmet eylesin.

Keşke namaza verdiği önemi iş teminine ve evini geçindirmeye de verseydi çok daha iyi olurdu. Ki namaz, çalışmaya ve evini geçindirmeye, iş ve rızık peşinde koşmak da namaz kılmaya mani değildi. Pekala iş ve ibadet bir arada ve hayatın içinde devam edebilirdi. Niceleri bunu becermiştir. 

Ki İslam da din ve dünya işlerini dengede götürmeyi önerir ve her konuda ifrat ve tefriti yasaklar. 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde