11 Aralık 2023 Pazartesi

Gassal Önünde Meyyit Olmak

İmam hatiplilerin ve ilahiyatçıların hakim olduğu, her konuda söz sahibi olduğu, devletin tüm kurumlarında bu okul mezunlarının öncelikli olarak atandığı ve üst yönetici olarak görevlendirildiği bir dönemi yaşıyoruz. Kısaca her bir köşe başında ya bunlar var ya bu kaynaktan beslenmiş insanlar var ya da zamanın ruhuna uygun görünenler var. 

İçlerinde aldığı görevi hakkıyla yerine getirenler olduğu gibi ağzına yüzüne bulaştıranların da sayısı azımsanmayacak kadar çok. 

Bu kesim sosyal medyada da çok aktif. İçlerinde güzelce yazıp çizenler olduğu gibi trollük yapan, millete ayar veren, farklı düşünce sahiplerini mimleyen, onları jurnalleyen bir kesim de var. 

İçlerinde nazik ve kibar olanlar, görüşlere saygı gösterenler olduğu gibi büyük çoğunluğunun ağzı bozuk. Yazıp çizdiğini ve paylaştığını gören, önceleri şok üstüne şok yaşadı. Sonra şaşkınlıkları gitti. Bunların her bir yaptığına şaşırmıyorum ve her şeyi bekliyorum diyenlerin sayısı arttıkça arttı. 

Kısaca imam hatip ve ilahiyat mezunlarının genelini tenzih ederek bu iki okul mezunları arasında şımarıklığı ve had bilmezliği gözlerden kaçmayan, güce sırtını dayayan bir kesim türedi. 

Tutmuşlar köşe başlarını. Almışlar ellerine gücü ya da yaslanmışlar güce. Geçmiş ezikliklerini, horlanmışlıklarını insanların üzerine boca ediyorlar. 

Sanırsın ki tüm doğru kendi savundukları fikirden ibaret.

Hayata at gözlüğüyle bakıyorlar.  

Kendilerini mükemmel görüyorlar. 

Gücün yaptığı, yapamadığı her ne var ise onu savunmayı, gerekçelendirmeyi, karşı çıkanlara saldırmayı marifet biliyorlar.

Buraya kadar tamam. Ama burada kalmıyorlar. Diğer imam hatip ve ilahiyat mezunlarının da kendileri gibi olmasını, kendileri gibi düşünmesini, kendileri gibi tercih yapmasını istiyorlar. Çünkü onlara göre bir imam hatipli, bir ilahiyatçı farklı düşünemez, farklı bir siyasi partiye yönelemez, dini konularda geleneği çiğneyemez, yeni fikirlere yönelemez, bir eleştirisi varsa bunu kol kırılıp yen içinde kalacak şekilde yapmalıdır ya da vardır bir hikmeti demelidir. Asla başkasına prim vermemelidir. Çünkü maazallah bu güç ve imkan başkasının eline geçerse, neler yapmazlar neler. O yüzden elleri mahkum kendileri gibi olmaya.

Yine bunlara göre kazanımlar yok olmamalı.

Daima ve ölümüne destek vererek dik duruş sergilenmeli.

Herkese anladığı dilden konuşmalı. Çünkü eski pısırık kişiler değiliz. Biz bir gücüz artık. Karşımıza çıkanı ezip geçecek güçteyiz. O yüzden karşı tarafa şirin görünmeye hiç gerek yok.

Çoğunluğun antipatisini kazanan bu kesim, ne olup bittiğini, dışarıya nasıl bir görüntü verdiklerini bilmiyorlar mı?

Kafalar kuma gömülü olduktan sonra kendilerini mükemmel gördükten sonra hayata at gözlüğüyle baktıktan sonra kendilerini bu davanın yılmaz savunucusu gördükten sonra nasıl görebilsinler, değil mi?

Gassal önünde meyyit olmanı istiyorlar kısaca.

Bu tipler de bilsinler ki toplumun önemli bir kesimi nezdinde yaptıklarınızla ve verdiğiniz görüntüyle karizmayı çizdirdiniz hatta sıfırlandınız. Ama bunu görmeniz mümkün değil. Çünkü görecek göz yok. Zira basiret ve ferasetinizi kaybettiniz. Kısaca intihar ettiniz. 

Susam ve Tahin *

TL'nin pul olması ile birlikte ithal edilen susam da tüm ithal ürünler gibi dövize bağlı olduğu için haliyle tahin fiyatları bir türlü yerinde durmuyor. Aşağı yukarı her ay tahin fiyatlarına zam geliyor. Hem de öyle böyle değil, baya katmerli geliyor.

Ne zaman tahin almaya gitsem, fiyat değişiyor. Bir önceki tahin ihtiyacımı 150 lira ile gidermişken son gidişimde fiyatın otuz lira birden artarak 180 lira olduğunu gördüm.

Bir zamanlar tahin fiyatları pekmez fiyatlarıyla paralel idi. Üzüm bu sene az olmasına rağmen pekmez fiyatları 140-150 lira civarında iken tahin, pekmezi de kuru üzümü de sollayıp geçtiği gibi aradaki farkı açıyor.

Tahinin yükselmesinde sorun, tek başına dövizde de değil. Çünkü kaç aydır döviz yerinde sayıyor.

Bu susam dediğimiz bitki ülkede yetişmese, ülkenin iklimi müsaade etmiyor, ürün de ithal olunca mecbur pahalı yiyeceğiz dersin. 

Biliyorsunuz, tahinin ham maddesi susamdır. Susam bitkisinin tohumundan yapılmakta.

Ülkemizde susam Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yetişmekte.

Türkiye'de üretilen susam, susam ihtiyacının yüzde 20'ini karşılarken yüzde 80'ini dışarıdan ithal ediliyor. 

İhtiyaç içeriden karşılanamayınca, tahinde kullanılmak üzere susam dışarıdan ithal ediliyor. Bu da ülkenin parasının dışarıya gitmesine sebebiyet veriyor.

Ülkemizde yetişen bir ürün olmasına rağmen üstelik üç bölgenin iklimi susam üretmeye elverişli iken ülkemiz bir tarım ülkesine iken susam ihtiyacımızın yüzde 80'inin ithal edilmesi, bu ülkenin her alanda olduğu gibi tarım alanında da bir planlamasının olmadığını gösteriyor.

Merak ediyorum, Tarım Bakanlığı ne iş yapar? Görünen o ki ülkenin ihtiyacı olan susamı ektirme planlaması dahi yapamıyor. Çok mu zor, susam yetişen bölge tarımcısına susam ekmeyi, susam yetiştirmeyi teşvik etmek, bunun için çiftçiye teşvik vermek?

Güya iki sözümüzden biri yerli üretim deriz. Nedense susamı dahi kendi kendimize yetiremiyoruz.

Bir de ekimi, dikimi, uğraşısı meşakkatli ise niye üretelim değil mi? Bastırırız parayı başka ülkelerden alırız. Zaten her alanda yaptığımız bu.

Gelir gider sorunumuz varmış. Hiç önemli değil. Yer içeriz, borç yaparız. Kazandığımızı faiz ödemeye veririz. Borç yapacağız diye rahatımızdan ödün mü verelim. Öyle değil mi?

Sonra pahalılıktan şikayetçi isek, tahin yemesek de olur. Ayrıca tahin yememekle ölmeyiz. O yüzden bunun için moral bozmaya gerek yok vesselam.

Bu konuda başka ne diyeyim dedim. Aklıma masaldaki “Açıl susam açıl” geldi. Söyleyeceksin bu parolayı. Hiç ekip toplamadan, önüne susam dökülecek. Al istediğin susam olsun diyecek. Aslında bu yöntem, üretmeyi sevmeyen toplum için ve planlamadan nefret eden kurumlarımız için bu yöntem bulunmaz bir fırsat... Aman neyse ne? Susam yerine en iyisi susmak.

*25/12/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Emeklemek ve Emeklilik

Bu devirde emeklilik tıpkı emekleme dönemindeki çocuğun emeklemesi gibidir. Çünkü;

Emekleyen çocuk da sürünür, düşük emekli ücreti alan da sürünür. 

Çocuk bir başına ayağa kalkıp yürüyeceğim çabası içerisine girer. Çevresindekiler de ayağa kalkıp yürümesi için destek olur. Emekli de hem vücut yönüyle hem de ekonomik sıkıntı dolayısıyla yere kapanmamaya ve düşmemeye çalışır. 

Çocuk dikilip yürümeye başladığında anne babanın desteğine ihtiyacı kalmaz. Emekliyi ise düşmemesi için hem de kendi kendine yetmesi için birilerinin destek olması gerek. 

Çocuğun emeklemesi bir umut ve heyecandır. Emeklininki ise üzüntü verici ve bir ömre bedel pişmanlık.

Çocuk dünyayı kurtaracağım umuduyla yaşar. Emekli ise geldim gidiyorum, sayılı günlerim bitmek üzere der ve dünyayı kurtarmaktan vaz geçer. Hayatı acı ve yaşanmaya değer görmese de ne kadar nefes alsam kâr düşüncesi içerisine girer. Günü kurtarmaya çalışır.

Çocuk kendini evin değerli bir bireyi olarak görür. Emekli ise kendini eve yük görür.

Çocuk eve gelen herkesin ilgilendiği göz bebeğidir. Gözler hep ondadır. Her hareketi büyükler nezdinde puan toplar. Emekliye ise ayıp olmasın diye hal hatır sorulur. Köşesinde oturur durur.

Çocuk evin neşesi, emekli ise ateşi.

Onca şımarıklığına ve yaramazlığına rağmen çocuk hayattır. Emekli ise başlı başına sıkıntı ve dert.

Çocuk sıfır km ve son model bir araç iken emekli miadını doldurmuş, uzatmalara oynayan ve trafikten düşmesine ramak kalmış eski püskü bir araç gibidir.

Çocuk, üşümeye dayalı ortalık hastalığının dışında hastane ve ilaç yüzü görmezken emeklinin poşet dolusu ilacı olur.

Çocuğun ilacı şurup iken emeklinin ilacı tablettir.

Çocuk ilacı içmemek için direnirken emekli sırası gelen ilacı içmek için bekler.

Çocuk ilacı içmeyecek ayakta tutunmaya çalışırken, emekli ise ilaçla ayakta tutunmaya çalışır.

Çocuğun, hastalandığından haberi bile olmaz. Emekli ise hasta mı oluyorum acaba diye kendini dinler durur.

Çocuk eve gelen büyüklerden hediye ve harçlık bekler. Emekli de bekler. Çocuk her defasında bunlara kavuşur. Emekli ise avucunu yalar.

Çocuk dört gözle bayram seyran, çarşı Pazar ve doğum gününü bekler. Mutluluktan uçar. Emekli için ise her bayram seyran ve çarşı dert ve üzüntüdür.

Çocuğun her yediği kendisine yarar. Emeklininki ise dokunur. Çocuğa ye kuzum, yarar denir. Emeklinin ise yeter artık diye gözüne bakılır.

Çocuk istediği her şey için yapılacak masrafı düşünmez. Emekli ise her istek ve ihtiyaca kara kara düşünür.

Çocuk alışveriş yapacağında gördüğü market ve bakkala girer. Emekli ise malı nasıl daha ucuza alırım düşüncesiyle market market dolaşır.

Çocuk için hayat gelecektir. Emekli için ise koskoca bir pişmanlık ve hayattan umudu kesmektir.

Hasılı hayat, emekleyen ve emeklemeyi geride bıraktıktan sonra çocuğa güzeldir. Çünkü hayat onun baharıdır. Emeklinin ise hayat kıştır hep hem de öyle böyle değil, kara kıştır.