Ana içeriğe atla

Emeklemek ve Emeklilik

Bu devirde emeklilik tıpkı emekleme dönemindeki çocuğun emeklemesi gibidir. Çünkü;

Emekleyen çocuk da sürünür, düşük emekli ücreti alan da sürünür. 

Çocuk bir başına ayağa kalkıp yürüyeceğim çabası içerisine girer. Çevresindekiler de ayağa kalkıp yürümesi için destek olur. Emekli de hem vücut yönüyle hem de ekonomik sıkıntı dolayısıyla yere kapanmamaya ve düşmemeye çalışır. 

Çocuk dikilip yürümeye başladığında anne babanın desteğine ihtiyacı kalmaz. Emekliyi ise düşmemesi için hem de kendi kendine yetmesi için birilerinin destek olması gerek. 

Çocuğun emeklemesi bir umut ve heyecandır. Emeklininki ise üzüntü verici ve bir ömre bedel pişmanlık.

Çocuk dünyayı kurtaracağım umuduyla yaşar. Emekli ise geldim gidiyorum, sayılı günlerim bitmek üzere der ve dünyayı kurtarmaktan vaz geçer. Hayatı acı ve yaşanmaya değer görmese de ne kadar nefes alsam kâr düşüncesi içerisine girer. Günü kurtarmaya çalışır.

Çocuk kendini evin değerli bir bireyi olarak görür. Emekli ise kendini eve yük görür.

Çocuk eve gelen herkesin ilgilendiği göz bebeğidir. Gözler hep ondadır. Her hareketi büyükler nezdinde puan toplar. Emekliye ise ayıp olmasın diye hal hatır sorulur. Köşesinde oturur durur.

Çocuk evin neşesi, emekli ise ateşi.

Onca şımarıklığına ve yaramazlığına rağmen çocuk hayattır. Emekli ise başlı başına sıkıntı ve dert.

Çocuk sıfır km ve son model bir araç iken emekli miadını doldurmuş, uzatmalara oynayan ve trafikten düşmesine ramak kalmış eski püskü bir araç gibidir.

Çocuk, üşümeye dayalı ortalık hastalığının dışında hastane ve ilaç yüzü görmezken emeklinin poşet dolusu ilacı olur.

Çocuğun ilacı şurup iken emeklinin ilacı tablettir.

Çocuk ilacı içmemek için direnirken emekli sırası gelen ilacı içmek için bekler.

Çocuk ilacı içmeyecek ayakta tutunmaya çalışırken, emekli ise ilaçla ayakta tutunmaya çalışır.

Çocuğun, hastalandığından haberi bile olmaz. Emekli ise hasta mı oluyorum acaba diye kendini dinler durur.

Çocuk eve gelen büyüklerden hediye ve harçlık bekler. Emekli de bekler. Çocuk her defasında bunlara kavuşur. Emekli ise avucunu yalar.

Çocuk dört gözle bayram seyran, çarşı Pazar ve doğum gününü bekler. Mutluluktan uçar. Emekli için ise her bayram seyran ve çarşı dert ve üzüntüdür.

Çocuğun her yediği kendisine yarar. Emeklininki ise dokunur. Çocuğa ye kuzum, yarar denir. Emeklinin ise yeter artık diye gözüne bakılır.

Çocuk istediği her şey için yapılacak masrafı düşünmez. Emekli ise her istek ve ihtiyaca kara kara düşünür.

Çocuk alışveriş yapacağında gördüğü market ve bakkala girer. Emekli ise malı nasıl daha ucuza alırım düşüncesiyle market market dolaşır.

Çocuk için hayat gelecektir. Emekli için ise koskoca bir pişmanlık ve hayattan umudu kesmektir.

Hasılı hayat, emekleyen ve emeklemeyi geride bıraktıktan sonra çocuğa güzeldir. Çünkü hayat onun baharıdır. Emeklinin ise hayat kıştır hep hem de öyle böyle değil, kara kıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde