26 Kasım 2023 Pazar

Hasan Peker'in Ardından (3)

Doğru bildiğini yaptı. İnandığı doğruları vardı. Hayatını doğruları ve prensipleri belirledi. İlkelerinden hiç ödün vermedi. Gerekirse bu uğurda tek kaldı. Herkes de bilirdi hassasiyetlerini ve saygı duyardı.

Bir kitabı okumaya karar verdiğinde plan yapar. Ne zaman ne kadar okuyacağını, ne kadar sürede bitireceğini belirlerdi. Kitap okumaya kapandığında o süre zarfında inzivaya çekilirdi.

Evlilik için evleneceği adayda da aradığı kriterleri vardı. Kültürlü olacak. Okumuş olması şart değil. Çalışan olmayacak. Dersine girdiği öğrencisi olmayacak. Görünce içine sinecek gibi.

Kriterlerine tam uyan adayı bulamadığı için hiç evlenmedi. Gördüğünüz gibi öyle büyük şartları da yoktu aslında. Kendisi gidip birine talip olamayacak kadar utangaçtı. Ailesinin önerdiklerine olmaz dedi. Çevresi de bu konuda bildiğim kadarıyla ön ayak olmadı.

Kendisine zaman zaman olur mu diye önerdiğim isimleri; öğrencim, olmaz diye reddetti.

Okul yönetimine, şu arkadaşa kız sınıflarını vermeyin de uygun biriyle okul bitimi evlendirelim önerime kulak veren olmadı. Sağ olsunlar, ısrarla kız sınıflarını vermeye devam ettiler.

Sonunda birini önerdim. Adayımız o yıl üniversite kazanıp gitmişti. Bir şartla olur dedi. Okulunu bırakmak şartıyla dedi. Arabama binip esnaf babadan kızını istedim. Şartını da söyledim. Baba çok memnun oldu. Şeref duyarım, yalnız kıza sormam lazım dedi.

Sonucu öğrenmek için tekrar uğradım. Hocam, kız okulu bırakmam dedi. Kusura bakmayın dedi. İlk kız istemem böylece olumsuz sonuçlandı.

Sonrasında başkalarını da önerdim. Kulak verip dinledi. Ama bazı endişelerini dile getirip adım atamadı. (Bunlar da bende özel kalsın.) Belki de bizden, olmaz, haydi buna talip oluyoruz dememizi bekledi. Biz anlamadık. Talip için gittiklerine de öyle zannediyorum, kalbi kaynamadığı için olmaz dedi.

Ne zaman tayin isteyip gideceksin diyenlere, Hasan Hocam ne zaman evlendiririz, ondan sonra derdim şakasından. Hasan Hocamı evlendiremeden ben sözümde durmayıp tayin isteyip, ilçeden ayrıldım.

Şu var ki Hasan Hocamın evlenmemesinde veya evlenmemesinde çevresindeki eş dostun payı olsa gerek. Kendi adıma bu mahcubiyeti hep taşıdım. 

Hasılı Hasan Hocamı baş göz etmek nasip olmadı. Bu dünyaya tek geldi tek gitti. Garip geldi garip gitti de diyebiliriz buna. Allah kendisinden razı olsun.

Hasan Peker'in Ardından (2)

Pikniğe davet etmişler rahmetliyi. Kalabalık bir davetli topluluğu var. Yenmiş, içilmiş. Muhabbet yapılmış.

Kalkıp dağılacakları zaman, kesenize bereket, ziyade olsun, geçmişlerinizin ruhuna değsin diyecek Hasan Hocam.

Sorar bu ikram kimden diye. Ses çıkmaz kimseden. 

İkramı yaptığına kanaat getirdiği birine, x hocam, ziyade olsun der. O kimse de ikram sahibi ben değilim deyince, Hasan Hocam işkillenir. Peşine düşer. Kimden o zaman der. Malzemeleri y kişisinin aldığını söylerler.

Oklar ikram sahibini gösterince, morali bozulur Hasan Hocanın. Eyvah, ben ne yaptım der ama iş işten geçmiştir. Çünkü o kişinin, kendi cebinden ziyade, çalıştığı kurumun market hesabına yazdırıp yiyip içtiğini bilen birisidir.

Geldiğine geleceğine, yiyip içtiğine pişman olur. Bir daha da o kimselerden oluşan piknik ve yemek davetlerine, usulünce reddederek katılmaz. 

Bunu bana anlattığında, pişmanlığı her halinden okunurdu. Rahmetliye, geçmiş pişmanlıkları sorulsa, ikram sahibini bilmeden yediği bu yemeği ilk sıraya koyardı.

*

Eskiden okul derneğinin karşıladığı yurt nöbetlerine resmi olarak altı saat nöbet ücreti ödenmeye başlayınca, yurtta nöbet tutmak için bir meslek grubunun çoğu, hanımı korkanlar, çocuğu korkanlar dahil, yurtta nöbet tutmaya başlar. Hasan Hocam bekar ve hakkı olmasına rağmen nöbet tutmaya hiç tenezzül etmedi.

*

Torpil nedir bilmezdi. Ne torpil yapardı ne de torpil isterdi. Geldiği yerlere tırnaklarını kazıyarak geldi. Biri bir konuda torpil istese, duymamış olayım derdi.

Mahzun, mahcup ve masum bir duruşu vardı. Yüzünden okunurdu temiz biri olduğu. Görür görmez içi kaynardı insanın. Edep timsali idi.

Belden aşağı konuşmaz, konuşanlara da geçit vermezdi.

Hakaret nedir bilmezdi. Dam dum ve hakaretamiz konuşanlardan hoşnut olmadığını tepki vermeden, yüz hattı ile belli ederdi. Nazı geçtiğine, bunu sana yakıştıramadım derdi.

Allah kendisinden razı olsun. 

Hasan Peker'in Ardından (1)

Bildiğim kadarıyla babası küçük yaşında iken vefat etmişti. Annesiyle birlikte kalırdı. Maddi durumları da pek iyi değildi. 

İlahiyatı kazanınca, imamlık sınavına girer ve kazanır. Müracaatını yapar. Karapınar'ın bir köyüne imam olarak atanır.

Niyeti yaz boyunca imamlık yapacak. Aldığı maaşları biriktirip okul zamanı istifa edecek. Biriktirdiği parayı da okul harçlığında kullanacak.

Başlarken istifa edeceğini söyleyemez. Çünkü cemaat nicedir imam bekler. Gelen imamlar da bir süre sonra bir şekilde çekip gidermiş. Cemaatin bu beklentisini gören Hasan Hocam, bu konuyu ilk başlarda açamaz. İçinde bir ukde kalır. Cemaati yarı yolda bırakacağının pişmanlığını hisseder. Bunu cemaate söylemesi sonraki günlere kalır.

Cemaat Hasan Hocayı el üstünde tutar. İzzet ve ikramdan mahrum bırakmaz.

Cemaatin sürekli müdavimlerinden, aynı zamanda av işiyle de uğraşan bir hacı amca, Hasan Hocayı mükellef bir akşam yemeğine davet eder.

Belirtilen akşam Hasan Hoca akşam namazından sonra hacı amcayla birlikte eve geçer. 

Eve girerken bahçenin girişinde derisi üzülmüş bir tilki derisi dikkatini çeker.

Sofra önlerine konur. Sofraya Hasan Hoca, ev sahibi, büyük ve küçük oğlu yanaşır. Menüde bir sini pilav, üzerinde pilavlar görünmeyecek şekilde parçalanmamış et kaplı. Et de kıpkırmızı ve buram buram kokuyor. Hasan Hocam aç mı aç. Eti de pek sever. 

Haydi Hocam, buyur başla derken Hasan Hocam, önce büyük başlasın diye kaşık sallamayı biraz ağırdan alır.

Bu esnada küçük çocuk başı öne eğik. Morali bozuk. Sen niye yemiyorsun der Hasan Hoca. Ağabeyi, o tilki etini yemez der.

Hasan Hocanın gözünün önüne evin girişindeki tilki dersi gelir. Ağabey de etin tilki eti olduğunu söyler. Amcanın tilki eti yiyeceğine hiç ihtimal vermez ama durum ortada. Sininin üstünde kocaman tilki eti duruyor. Başından kaynar sular dökülmüştür Hasan Hocanın. Hiçbir şey de diyemez. Kalkıp ben tilki eti yemem de demez. Hiç bozuntuya vermeden bulgur pilavının üstündeki etleri ortaya doğru iterek pilavdan almaya başlar. Yese de tadı yok ama başka da çaresi yok.

Ev sahibi hacı amca, Hocam haydi, etlerden niye yemiyorsun, niye sadece pilavdan alıyorsun der. Hasan Hoca, ben eti pek sevmem demiş her defasında. Israrlara rağmen ete el sürmemiş. Pilavdan ne kadar aldıysa, doydum deyip çekilmiş kenara.

Sofradan kalktıktan sonra ev sahibi, Hocam, bu hindiyi senin için kesmiştim. Olmadı. Keşke başka yemek yaptırsaydım deyince, Hasan Hocanın kafa dank eder ama iş işten geçmiştir, kendisi için hazırlanan mükellef sofranın nimetinden faydalanamamıştır.

Tilki eti olmadığı halde büyük oğlan niye böyle söylemiş. Güya kardeşine takılmış. Mübarek ağabey, takılacak zamanı iyi bulmuş.

Hasılı Hasan Hocam, ayağına gelen nimeti tilki eti haram diye yemez.

Bunu hem güler hem anlatırdı. Nereden bilebilirdim etin tilki eti değil de hindi eti olabileceğini derdi.

İlahi Hasan Hocam, Allah sana rahmet eylesin. Yıllar sonra da bu anını anlatarak hindi etine özlemini dile getirirdin. Bu dünyada nasip olmamış ama öbür dünyada kat kat hindi eti yersin inşallah.