Ana içeriğe atla

Hasan Peker'in Ardından (2)

Pikniğe davet etmişler rahmetliyi. Kalabalık bir davetli topluluğu var. Yenmiş, içilmiş. Muhabbet yapılmış.

Kalkıp dağılacakları zaman, kesenize bereket, ziyade olsun, geçmişlerinizin ruhuna değsin diyecek Hasan Hocam.

Sorar bu ikram kimden diye. Ses çıkmaz kimseden. 

İkramı yaptığına kanaat getirdiği birine, x hocam, ziyade olsun der. O kimse de ikram sahibi ben değilim deyince, Hasan Hocam işkillenir. Peşine düşer. Kimden o zaman der. Malzemeleri y kişisinin aldığını söylerler.

Oklar ikram sahibini gösterince, morali bozulur Hasan Hocanın. Eyvah, ben ne yaptım der ama iş işten geçmiştir. Çünkü o kişinin, kendi cebinden ziyade, çalıştığı kurumun market hesabına yazdırıp yiyip içtiğini bilen birisidir.

Geldiğine geleceğine, yiyip içtiğine pişman olur. Bir daha da o kimselerden oluşan piknik ve yemek davetlerine, usulünce reddederek katılmaz. 

Bunu bana anlattığında, pişmanlığı her halinden okunurdu. Rahmetliye, geçmiş pişmanlıkları sorulsa, ikram sahibini bilmeden yediği bu yemeği ilk sıraya koyardı.

*

Eskiden okul derneğinin karşıladığı yurt nöbetlerine resmi olarak altı saat nöbet ücreti ödenmeye başlayınca, yurtta nöbet tutmak için bir meslek grubunun çoğu, hanımı korkanlar, çocuğu korkanlar dahil, yurtta nöbet tutmaya başlar. Hasan Hocam bekar ve hakkı olmasına rağmen nöbet tutmaya hiç tenezzül etmedi.

*

Torpil nedir bilmezdi. Ne torpil yapardı ne de torpil isterdi. Geldiği yerlere tırnaklarını kazıyarak geldi. Biri bir konuda torpil istese, duymamış olayım derdi.

Mahzun, mahcup ve masum bir duruşu vardı. Yüzünden okunurdu temiz biri olduğu. Görür görmez içi kaynardı insanın. Edep timsali idi.

Belden aşağı konuşmaz, konuşanlara da geçit vermezdi.

Hakaret nedir bilmezdi. Dam dum ve hakaretamiz konuşanlardan hoşnut olmadığını tepki vermeden, yüz hattı ile belli ederdi. Nazı geçtiğine, bunu sana yakıştıramadım derdi.

Allah kendisinden razı olsun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde