Pikniğe davet etmişler rahmetliyi. Kalabalık bir davetli topluluğu var. Yenmiş, içilmiş. Muhabbet yapılmış.
Kalkıp dağılacakları
zaman, kesenize bereket, ziyade olsun, geçmişlerinizin ruhuna değsin diyecek
Hasan Hocam.
Sorar bu ikram
kimden diye. Ses çıkmaz kimseden.
İkramı yaptığına
kanaat getirdiği birine, x hocam, ziyade olsun der. O kimse de ikram sahibi ben
değilim deyince, Hasan Hocam işkillenir. Peşine düşer. Kimden o zaman der.
Malzemeleri y kişisinin aldığını söylerler.
Oklar ikram sahibini
gösterince, morali bozulur Hasan Hocanın. Eyvah, ben ne yaptım der ama iş işten
geçmiştir. Çünkü o kişinin, kendi cebinden ziyade, çalıştığı kurumun market
hesabına yazdırıp yiyip içtiğini bilen birisidir.
Geldiğine
geleceğine, yiyip içtiğine pişman olur. Bir daha da o kimselerden oluşan piknik
ve yemek davetlerine, usulünce reddederek katılmaz.
Bunu bana
anlattığında, pişmanlığı her halinden okunurdu. Rahmetliye, geçmiş
pişmanlıkları sorulsa, ikram sahibini bilmeden yediği bu yemeği ilk sıraya koyardı.
*
Eskiden okul
derneğinin karşıladığı yurt nöbetlerine resmi olarak altı saat nöbet ücreti
ödenmeye başlayınca, yurtta nöbet tutmak için bir meslek grubunun çoğu, hanımı
korkanlar, çocuğu korkanlar dahil, yurtta nöbet tutmaya başlar. Hasan Hocam
bekar ve hakkı olmasına rağmen nöbet tutmaya hiç tenezzül etmedi.
*
Torpil nedir
bilmezdi. Ne torpil yapardı ne de torpil isterdi. Geldiği yerlere tırnaklarını
kazıyarak geldi. Biri bir konuda torpil istese, duymamış olayım derdi.
Mahzun, mahcup ve masum
bir duruşu vardı. Yüzünden okunurdu temiz biri olduğu. Görür görmez içi
kaynardı insanın. Edep timsali idi.
Belden aşağı
konuşmaz, konuşanlara da geçit vermezdi.
Hakaret nedir
bilmezdi. Dam dum ve hakaretamiz konuşanlardan hoşnut olmadığını tepki vermeden,
yüz hattı ile belli ederdi. Nazı geçtiğine, bunu sana yakıştıramadım derdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder