22 Nisan 2023 Cumartesi

Sakalı Şerif ve Peygamberlik Mührü

Bizim için örnek olan ve örnek almamız gereken Hz Muhammed'i doğru anlamadığımızın bir göstergesi de sakalı şerif konusudur. Buna lihye-i saâdet, lihye-i şerif de deniyor.

Bilelim ki sakalın şerifliği olmaz. Sakal dediğimiz şey, her erkeğin yüzünde çıkan biyolojik bir özelliktir. Yüzdeki kılların tamamına sakal denirken her bir teline ise kıl denir.

Belli camilerde kırk bohça içine sarılı bir şekilde muhafaza edilen, mübarek günlerde çıkarılarak salavat eşliğinde insanların cam içindeki kılı öpmeleri peygamber sevgisi dışında her şeye benzer. Bunun adı sevgi ise peygambere sevgi böyle olmaz. Bunun adı saygı ise peygambere saygı böyle olmaz.

Ona sevgi ve saygının yolu, onun sünnetine uymak, gittiği yoldan gitmek, dini konularda emir ve talimatlarını yerine getirmek, ahlakını özellikle güvenilir özelliğini almak, bunu hayat felsefesi haline getirmektir. Ötesi şekilcilikten ve kuru kuruya sevgi göstermekten öte bir anlam taşımaz. Hele bu sakalı bulunduran kişilerin sakaldan medet beklemeleri, ondan bir şey ummaları İslam'ın ruhuna uygun olmasa gerek. Sözde sevgi göstermek yerine özde sevgi olması gerekir. 

Bugün değişik camilerde koruma altına alınan bu sakalların ne kadarı peygambere ait olduğu da ayrı bir konudur. Velev ki peygambere ait olsun, sakal sakaldır. 

Öyle zannediyorum, sakalına bu derece saygı, sevgi gösterenleri ve öpenleri peygamberimiz görse, şaşırır. Şaşırmakla da kalmaz, kızar. Derdiniz ne sizin, gidin işinize der. 

Halkımızın adet gereği sakalı şerifi öpmeye kalkmasını bir yere kadar anlayabilirim. Merak ettiğim, Diyanet İşleri Başkanlığının bu konuda halkı niçin aydınlatmadığıdır. Yapmayın, etmeyin, peygamber sevgisi bu değil diyecek. Diyanet böyle konularda da cemaati aydınlatmayacak da hangi konuları aydınlatacak.

Bu konuda tepki gelirse Diyanet bunu da üstlenecek ve halkı ikna edecektir.

Bir diğer konu da nübüvvet mührü veya peygamberlik mührü denen Peygamberimizin iki omuzunun arasında sol omuzuna yakın yerde bir mührün bulunduğu, bunun da peygamberliğine delil olduğu şeklindeki rivayetler de sıkıntılıdır bence. Buna hiç gerek yok.

Peygamberliğin ispatı bu mühür olacaksa, bu mührün niçin iki omuz arasında olduğudur. Çünkü iki omuz arası kişinin giyimli olduğu, başkasının göremediği bölgedir. Bu mührün herkesin görebileceği bir yerde mesela alnında olması daha uygun olmaz mıydı? Bana peygamber olduğunu göster diyenlere peygamberin sırtını dönüp elbisesini çıkarması olacak şey mi? Sonra sırta mühür yaptırmak bugün için çok kolay. Bu mühür kurgusu bazen karpuz vb. meyvelerde Allah yazıyor şeklindeki haberlere benziyor.

Peygamberin iki omuzu arasında peygamberlik mührü var anlayışı, Peygamberimizin mücadelesini yok saymak, önemsememek anlamına gelir. İnsanları ikna işi bu mühürle olsaydı, Peygamberimizin o kadar dolaşmasına ve adam adama markaj uygulamasına gerek kalmazdı. Ben peygamberim, işte bu da ispatı diyerek sırtını gösterir, olur biterdi. Hepimiz biliriz ki Peygamberimizin 23 yıllık peygamberlik hayatı koşuşturmayla geçmiştir. Durum bu iken peygamberliğini ispat için ayrıca böyle bir mühre hiç gerek yok.

Peygamberimizin iki omuzu arasında mühür vardı denen şey öyle zannediyorum, bir ben olsa gerek. Bu benin mühür şeklinde lanse edilmesi, İsa peygamberi ilahlaştıran, onu yücelten Hristiyanlık anlayışından esinlenme olsa gerek. İsa peygamberin bu kadar mucizesi varsa, bakın bizim Peygamberimizin de vardır yarıştırmasından başka bir şey değildir.

21 Nisan 2023 Cuma

Dini Anlayışlardaki Kadın Sorunu

İsrailiyat menşeli, kadının erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığı, kadını rencide eden bir hurafedir. Hatta 13. kaburga kemiğinden yaratıldığının ifade edilmesi Hristiyan anlayışındaki 13 uğursuz rakamını temsil ediyor. Burada kadının uğursuzluğu kastediliyor olsa gerek. Yahudi kaynaklarından İslam kültürüne hatta rivayetlere giren bu anlayış ile yüzleşilmeli. Bu rivayetler içerik yönünden reddedilmelidir. Kadının da tıpkı erkek gibi topraktan yaratıldığı ifade edilmelidir. 

Erkeğin dört kadınla evlilik durumunun, İslam'ın emir, tavsiye ve ruhsatı olmadığı, ayette geçen dörde kadar (4 dahil) evlilikle, İslam'ın sayı sınırı olmayan Arap adetini önce sınırladığı, bunu da adalet şartına bağladığı, bir evliliği tercih ettiği, nihai hedefinin tek evlilik olduğu anlatılmalıdır.

Karı koca arasında sorun çıktığında nasihat, yatağı ayırma ve dayak atma şeklindeki sıra ile İslam’ın evliliği idame ettirmeyi istediği, dövme meselesinin darabe fiilinin onlarca anlamından biri olduğu, kültürde dövme olduğu için fiilin dövme şeklinde anlaşıldığı, ayetle kastedilen, dövmeden ziyade evleri ayırma, evi terk etme ve ailesinin yanına küs gitme şeklinde anlaşılmasının daha uygun olacağı işlenmelidir. 

Kadının erkeğe göre şahitliği konusu, kadın ve erkeğin ticari alan haricinde şahitlikte eşit olduğu, ticari alandaki bir erkek, iki kadın derken o günün şartlarında ticaretin kahir ekseriyetle erkek mesleği olduğu, ticarete çoğu kadının yabancı olduğu, yabancı olunan konularda unutma ve yanılma ihtimaline karşı biri unutursa diğeri hatırla-t-sın niyeti güdüldüğü, ayetteki amacın eşitsizlikten ziyade ticaretin sekteye uğramadan devam etmesinin kastedildiği, buradaki vurgunun uzmanlık olduğu, uzmanı olmayan kişiler için birden fazla şahit istenebileceği anlatılmalıdır.

Yine kadın erkek arasında genel hatlarıyla erkeğin mirastan iki, kadının ise bir pay alacağıyla ilgili ayeti anlamak için ayetin indiği toplum yapısı incelendiğinde, o günün şartlarında kadına miras verilmediği, ilk defa İslam'ın  kadına mirastan pay verdiği, payın eşitsiz dağılımının ise o günkü toplum yapısına uygun olacak şekilde belirlendiği, burada erkeğe mirastan fazla pay vermenin sorumlulukla alakalı olduğu, erkeğe ailenin ve evin geçim işinin yüklendiği, fazlalığın da bundan kaynaklandığı anlatılmalıdır. Aile fertleri arasında sorumluluk eşit ise mirasın eşit dağıtılabileceği, eşit değilse erkekler arasında bile farklı miras dağıtmanın olabileceği işlenmelidir. 

Bunların dışında kadını ikinci plana iten, rencide eden ne kadar söz, rivayet varsa bu düşünce ve anlayışların İslam’ın görüşü olmadığı, kültürden kaynaklandığı izah edilmelidir. Kadının da tıpkı erkek gibi bir birey olduğu, Allah Teala’nın kadına da tıpkı erkeğe olduğu gibi sorumluluk verdiği, aralarındaki üstünlüğün Allah’a karşı sorumluluk bilincini yerine getirme ile olduğu, farklılığın biyolojik bünyeden ibaret olduğu, toplumdaki görev farklılıklarının iş bölümü olduğu şeklinde izahlara yer verilmelidir.

Bu konular izah edilsin derken bu konudaki ayetler dikkate alınmasın gibi bir düşüncem yok. Birilerine şirin görünme gibi bir niyetim de yok. İsterim ki kadını aşağılayan anlayış değişsin. Toplumun yarısı ve önemli bir güce sahip olan kadınların kafalarında ama, fakat, acaba gibi müphemler olmasın. 

Zafer Özlemim

Fakültede öğrenciyim. İmamlık yapan bir arkadaşla Anıt tarafından geliyoruz. Menzilimiz Kayalıpark.

Konya Lisesine gelince Kız Lisesinin oradan sağa sapalım dedi arkadaş. Niye dedim. Şu Zafer'den geçmeyelim. Orada açık saçık bol olur. Oralar bize göre değil. Boşu boşuna günaha girmeyelim dedi. Ara sokaklardan geçerek Arapoğlu Makasının oradan Kayalıpark'a geçtik.

Geçtik ama dini bütün arkadaşımız sayesinde Zafer, içimde ukde kaldı.

Sonrasında fakülte bitti. Gurbete öğretmen gittim.

Yaz dönemi memlekete geldim. Duydum ki imamlık yaparken beni Zafer'den geçirmeyen arkadaşım üç beş kişiye namaz kıldırmak iş değil, bunu herkes yapar diyerek imamlıktan istifa etmiş. Sağda solda büfe açmış. Dikiş tutturamamış. Yurtdışı macerası yaşayıp geri memlekete dönmüş.

Şimdi ne yapıyor dedim. Dediler ki Zafer'de bilet gişesi çalıştırıyor.

Nasıl olur dedim. Soluğu Zafer'de aldım. Baktım ki beni Zafer'den transit geçirmeyen arkadaşım, Camlıköşk’ün yanındaki bilet gişesini çalıştırıyor. Yani Zafer'in göbeğinde iş yapıyor.

Hayırlı olsun dedikten sonra arkadaşım, ne oldu. Zafer'in insan manzarası mı değişti diyeceğim ama görüyorum ki Zafer aynı Zafer. İnsanlar yine benzer. Beni buradan geçirtmeyen sen burada sabahtan gece vaktine kadar iş yaptığına göre o zaman geçmek günah, burada çalışmak ise günah değil dedim ya da sana günah yok bana günah var yoksa tek sapık ben miydim dedim. Dediklerime, abi ben değiştim dedi, güldü. 

Şimdi mi? Zafere yakın bir yerde oturuyorum. Günlük Zafer’in içinden geçip duruyorum. Kah alışveriş yapıyorum kah orada bir yerlerde çay içiyorum. Her geçişimde de geçmişte geçemediğim günleri yad ediyor ve geçmişin özlemini gideriyorum. Geçip giderken de hiç suçluluk psikolojisi çekmiyorum, günah kazandığımı da düşünmüyorum.

Beni bu güzergahtan geçirmeyen arkadaşım da o büfeyi devretmesine rağmen geçmeme bir şey demiyor.

Tüm bunlardan mütevellit oh be dünya varmış diyorum. Nasıl demem. Daha düne kadar yasak bölge idi benim için. Özgürüm artık. Bu özgürlüğü değişmem hiçbir şeye.

Bu arada düne gelinceye kadar yasak olan bu bölge diğer muhitlerden pek farklı değil. Belki de diğer bölgelerden tek farkı canlılığı ve insan yoğunluğu hiç kaybolmuyor. Gecenin geç vakitlerine kadar burada hayat devam ediyor.