Ana içeriğe atla

Sakalı Şerif ve Peygamberlik Mührü

Bizim için örnek olan ve örnek almamız gereken Hz Muhammed'i doğru anlamadığımızın bir göstergesi de sakalı şerif konusudur. Buna lihye-i saâdet, lihye-i şerif de deniyor.

Bilelim ki sakalın şerifliği olmaz. Sakal dediğimiz şey, her erkeğin yüzünde çıkan biyolojik bir özelliktir. Yüzdeki kılların tamamına sakal denirken her bir teline ise kıl denir.

Belli camilerde kırk bohça içine sarılı bir şekilde muhafaza edilen, mübarek günlerde çıkarılarak salavat eşliğinde insanların cam içindeki kılı öpmeleri peygamber sevgisi dışında her şeye benzer. Bunun adı sevgi ise peygambere sevgi böyle olmaz. Bunun adı saygı ise peygambere saygı böyle olmaz.

Ona sevgi ve saygının yolu, onun sünnetine uymak, gittiği yoldan gitmek, dini konularda emir ve talimatlarını yerine getirmek, ahlakını özellikle güvenilir özelliğini almak, bunu hayat felsefesi haline getirmektir. Ötesi şekilcilikten ve kuru kuruya sevgi göstermekten öte bir anlam taşımaz. Hele bu sakalı bulunduran kişilerin sakaldan medet beklemeleri, ondan bir şey ummaları İslam'ın ruhuna uygun olmasa gerek. Sözde sevgi göstermek yerine özde sevgi olması gerekir. 

Bugün değişik camilerde koruma altına alınan bu sakalların ne kadarı peygambere ait olduğu da ayrı bir konudur. Velev ki peygambere ait olsun, sakal sakaldır. 

Öyle zannediyorum, sakalına bu derece saygı, sevgi gösterenleri ve öpenleri peygamberimiz görse, şaşırır. Şaşırmakla da kalmaz, kızar. Derdiniz ne sizin, gidin işinize der. 

Halkımızın adet gereği sakalı şerifi öpmeye kalkmasını bir yere kadar anlayabilirim. Merak ettiğim, Diyanet İşleri Başkanlığının bu konuda halkı niçin aydınlatmadığıdır. Yapmayın, etmeyin, peygamber sevgisi bu değil diyecek. Diyanet böyle konularda da cemaati aydınlatmayacak da hangi konuları aydınlatacak.

Bu konuda tepki gelirse Diyanet bunu da üstlenecek ve halkı ikna edecektir.

Bir diğer konu da nübüvvet mührü veya peygamberlik mührü denen Peygamberimizin iki omuzunun arasında sol omuzuna yakın yerde bir mührün bulunduğu, bunun da peygamberliğine delil olduğu şeklindeki rivayetler de sıkıntılıdır bence. Buna hiç gerek yok.

Peygamberliğin ispatı bu mühür olacaksa, bu mührün niçin iki omuz arasında olduğudur. Çünkü iki omuz arası kişinin giyimli olduğu, başkasının göremediği bölgedir. Bu mührün herkesin görebileceği bir yerde mesela alnında olması daha uygun olmaz mıydı? Bana peygamber olduğunu göster diyenlere peygamberin sırtını dönüp elbisesini çıkarması olacak şey mi? Sonra sırta mühür yaptırmak bugün için çok kolay. Bu mühür kurgusu bazen karpuz vb. meyvelerde Allah yazıyor şeklindeki haberlere benziyor.

Peygamberin iki omuzu arasında peygamberlik mührü var anlayışı, Peygamberimizin mücadelesini yok saymak, önemsememek anlamına gelir. İnsanları ikna işi bu mühürle olsaydı, Peygamberimizin o kadar dolaşmasına ve adam adama markaj uygulamasına gerek kalmazdı. Ben peygamberim, işte bu da ispatı diyerek sırtını gösterir, olur biterdi. Hepimiz biliriz ki Peygamberimizin 23 yıllık peygamberlik hayatı koşuşturmayla geçmiştir. Durum bu iken peygamberliğini ispat için ayrıca böyle bir mühre hiç gerek yok.

Peygamberimizin iki omuzu arasında mühür vardı denen şey öyle zannediyorum, bir ben olsa gerek. Bu benin mühür şeklinde lanse edilmesi, İsa peygamberi ilahlaştıran, onu yücelten Hristiyanlık anlayışından esinlenme olsa gerek. İsa peygamberin bu kadar mucizesi varsa, bakın bizim Peygamberimizin de vardır yarıştırmasından başka bir şey değildir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde