16 Nisan 2023 Pazar

Kürt Sorununun Çözümü

Kimi kabul etmese de bu ülkede bir Kürt sorunu var ve bu konu her seçim öncesi gündeme gelir. Bugüne kadar ben çözerim diyenler de bu meseleyi çözebilmiş değil. Çünkü kimse bu meseleye eğilmiyor. Eğilmeye kalkan da terör destekçisi olarak görülüyor. Bu demektir ki bu konu çözülsün istenmiyor. Sürekli ülkenin gündeminde kalsın isteniyor.

Kimler bu konunun çözülmesini istemiyor? Öyle zannediyorum, Türk milliyetçileri ve Kürt milliyetçileri istemiyor. Niye istesinler ki? Türk milliyetçileri bu meselenin çözümünü istemez. Çünkü bu meseleden ekmek yiyor. Terör dışında siyaseten söylediği bir şey yok. Varlığı terörün sürmesine bağlı. Çözülse siyaseten yiyeceği ekmek kalmaz. Kürt milliyetçileri de çözüm istemez. Çünkü bu mesele çözülse, bunların da yiyeceği ekmek yok. Şu durumda belirli bölgeler kalesi durumda. Buralardan ful vekil çıkarıyor.

Anlatmak istediğim, bu meseleye taraf olanlar çözüm isteseler de bu konuda samimi değiller. 

Birileri istemese de bu meselenin çözülmesi gerek. Çünkü ülkenin önünü görmesi ve gelişmesi bu meselenin çözülmesine bağlı. Bunun için devletin inisiyatif alması, polisiye ve pansuman tedbirlerin ötesine geçecek bir irade ortaya koyması gerekiyor. Bu konuda devlet ne yapabilir? 

Herkesin güvenini kazanmış kişilerden bir komisyon kurmalı. 

Komisyon Kürt illerine giderek halk ile görüşür. Dert ve sorunları ve çözüm önerilerini dinler. Her birini not alır. Halkın tümüne ulaşmak için e devlet aracılığıyla sorun ve çözüm önerilerinin yazılmasını ister. Bunun için belli bir süre verilir. 

Komisyon, sorunları ve çözüm önerilerini raporlaştırır. Kamuoyuna duyurur. Gereği için devlete teslim eder. 

Devlet sorun ve çözüm önerilerini görüşür ve karara bağlar. Doğuştan gelen ve temel insan haklarından verilmeyen haklar varsa, bu hakları derhal verir. Çözüm önerilerinden yerine getirilmesi sakıncalı olanların niçin yerine getirilmediğini gerekçesiyle birlikte taraflara, kamuoyuna ve uluslararası kamuoyuna duyurur.

Tüm bu hakları verirken devlet güvenliği elden bırakmamalı. Başta terör olmak üzere hiçbir alanda boşluk bırakmamalı. Terör eylemlerine kalkışanlara göz açtırmamalı. Silah doğrultanlara silahla karşılık vermeli. Dağda silahlı örgüt üyeleri içerisinde herhangi bir ölüme sebebiyet vermeyenlere af getirmeli. Daha önce terör eylemine başvurmuş, ölümle sonuçlanmış üyelerin teslim olmaları halinde adil yargılanmalarına garanti vermeli.

Türkçe’nin resmi dil olduğunun, her türlü yazışmanın Türkçe yapılmasının altı bir kez daha çizilir. Bunun yanında Kürtçenin Kürtlerin ana dili olduğu kabul edilir. Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde Kürkçe, Türkçe ile birlikte ana dil olarak okullarda okutulmasına imkan verilir. Diğer bölgelerde Kürt olmayanların Türkçe ile birlikte ikinci seçmeli zorunlu dil olarak Kürtçeyi okullarda okunmasının önü açılır.

Devlet bu hakkı verirken hiç gocunmamalı, bölünürüz endişesi yaşamamalı. Ülke içinde birden fazla dilin öğrenilmesini bir zenginlik olarak görmeli. Özellikle Kürt olmayanların bu dersi almasını önemsiyorum. Çünkü devlet memuru olacak kişiler ülkenin her bir bölgesinde yeri geldiği zaman görev yaptığına göre Güneydoğu illerinde görev yapacak görevliler halkın içine girdiği zaman gerektiğinde Kürtçe konuşabilmeli. En azından bir ortamda Kürtçe konuşurken ne konuşulduğunu bilir ve anlar.

Kürkçenin Doğu ve Güneydoğu illerinde zorunlu, diğer illerde seçmeli olması, yabancı dil konusunda da bu ülke insanının makus talihini yenecektir. Hepimiz biliriz ki bu ülke insanının İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi dilleri öğrenip konuşma sorunu var. Bir kişi ana dili dışında bir ikinci dili daha bilmesi, diğer dilleri daha çabuk öğrenmesini kolaylaştıracaktır. Ne alaka diyebilirsiniz. Gözlemim odur ki Kürt çocukları yabancı dil konusunda Türklerden daha avantajlıdır. Bir Kürt çocuğu ailede Kürkçe öğreniyor, aynı zamanda okula gidince de Türkçe öğreniyor. İki dil birden bilen Kürt çocuğu İngilizceyi Türklere göre daha çabuk kavrıyor.

Özetle Kürt sorununun çözümü için yeter ki bir irade ortaya konsun. Taraflar samimi olur, birbirlerine güvenirlerse, inanın bu sorunun altından milletçe kalkarız.

İnadım İnat

TDK, inat kelimesine “Bir konuda direnme, ayak direne, diretme, direnim; birine karşı çıkma, karşı düşünce ileri sürme; inatçı anlamlarını verir.

“İnadım inat olmak” veya “inadı tutmak” deyimleri çok inatçı kişiler için kullanılır.

İnatçılık, söylediğinden veya yaptığından vazgeçmemek, çok direnmek. İnatçılık gösteren kişiler kendi düşüncelerine takılıp kalan, ısrarcı biçimde dediğinin kabul edilmesini ve yapılacak olanın kendi dediği şekilde yapılmasını bekleyen insanlardır. (Prof. Dr. Erol Özmen)

Keçi gibi inatçı kişilerin özellikleri:

"Kendi düşüncelerine takılıp kalırlar. Israrcı biçimde dediklerinin kabul edilmesini ve yapılmasını isterler.

Yaptıklarının her yönünü, olası sonuçlarını, başkası için ne anlama geldiğini dikkate almadan hareket ederler.

Tartışmalarda asla pes eden taraf olmazlar.

Bu kişilerin lügatlerinde özür dilemek gibi bir şey yoktur.

İnatçı insanlar kendilerinin inatçı olduğunu kabul etmezler.

Utançları nedeniyle dediklerinden vazgeçemezler.

Daima son sözü inatçılar söyler.

Her zaman bir çıkış yolu bulurlar.

Sarsılan ilişkilerde asla ilk hamleyi yapmazlar.

Aşırı derecede gururludurlar." (gazete.com)

İnatçı insanlara cahil diyeceğim ama öylelerini tanırım ki okumuşlardır ama inatlarından hiç ödün vermezler. Dediğim dedikçidirler. Bu yönleriyle tuttukları görüşün ve gittikleri yolun doğruluğundan adları gibi eminler.

Bu tipler hayata tek gözlükle bakan, aklına başka alternatif getirmeyen önyargılı kişiler olabilir.

İnatlarında dolu dizgin gittiklerine göre özgüvenleri tavan yapmış olsa gerek.

Keçi gibi inatçı kişilerin son özelliği, aşırı derecede gururlu olmak olduğuna göre bu gurur kibirden  farklı bir şey değil. Öyle zannediyorum inatçı olduklarını kabul etmedikleri gibi kibirli olduklarını da kabul etmezler. Her inatçı için kibirli olduğu söylenemese de Hz Adem’e karşı çıkan İblis’in en büyük özelliğinin kibir yani üstünlük fikri olduğunu burada hatırlatmada fayda var. Ki İblis gittiği yolun yanlış olduğunu bile bile inadım inat diyerek burnundan kıl aldırmamıştır.

Bir görüşü, bir fikri veya öncü kişileri fanatik derecesinde savunup destekleyen fanatikleri de inadım inat  kapsamına almada öyle zannediyorum, bir sakınca yoktur.

14 Nisan 2023 Cuma

Yerden Bitme ve Yerin Bitirdikleri

Yerden bitme; çok kısa boylu kimseler için söylenir. Bir insan uzun boylu olabildiği gibi kısa boylu da olabilir. Kişinin kısa boylu olması ayıplanacak bir şey değil. Üstelik kısa boyluluk kişinin kendi elinde değil. Sırtı yere yakın, kısa boyludan korkacaksın dense de kısa boylu olmak bir kötülük alameti değildir. 

Yerden bitmenin bir ikinci anlamı daha var: "Nereden geldiği, nasıl ortaya çıktığı belirsiz, türedi kimseler" için kullanılır ki esas bu ikinci anlamına giren kişilerden korkacaksın. Allah böylelerinden ırak eylesin bizi. Zira böyleleri düşman başına. 

Bir de yerden biten, yerin bitirdikleri var ki bunlar; kökü yerden beslenen, yere kök salmış, yukarı doğru dışa dal budak salmış ağaçlardır. Verdiği görüntü yemyeşildir. Görmeye ve seyretmeye doyum olmaz. Baktıkça başkası gelir insanın. Oksijen verir, gölgesinden faydalandırır. Erozyon ve heyelanı önler, meyve verir. İster meyve veren olsun ister meyvesiz, ağaç demek bir nimettir.

Yine yerin bitirdiği kökü yerin altında olan gövdesi dışa çıkmış sebzeler var ki bunlar mutfak demektir, mide demektir, tencere ve tavadır. Besin kaynağıdır bizler için. Bin bir türlü çeşidi vardır. Her birinin tadı ve lezzeti başkadır. Sofralarımızın vazgeçilmezidir. Varlığı nimet, yokluğu tencere, tavanın kaynamaması ve açlık demektir. Yine azlığı fiyatların tavan yapması, alım gücünün azalması demektir. Bolluğu da bereket demektir. Her türlü başağı olan buğday, arpa, nohut vb. verebileceğimiz örneklerdir. 

Bir de toprağın altında olan nimetler var ki bunlar da soğan, patates vb. sebzelerdir. Bunların bolluğu evlere ve mutfaklara bereket getirirken azlığı ise bu ürünlerin ateş pahası fiyattan satılması yani külfet ve masraf demektir. Özellikle çiğ yenmesi ağza acı veren, iştah açan, kanser başta olmak üzere birçok hastalığı önleyici özelliği olan, yemeklerin vazgeçilmesi soğan, ağza acı vermenin yanında milletin ağzının tadını kaçırdı. Cepleri de acıtıyor bu sene. Hoş sadece bu sene değil, aşağı yukarı her sene fiyat yönünden tavan yapıyor ve ne olacak bu soğanın hali dercesine gündemden düşmüyor.

Bazıları soğanın zirve yapmasını, birileri stok yapıyor gerekçesinin ardına sığınsa da mesele bu kadar basit değil. Öyle zannediyorum plansız tarım politikasının bir sonucu bu soğan fiyatları.

Yine bazıları, soğanın astronomik artışını “Biz soğan ve patatese ülkeyi satmayız” hamasetini yaparak bu meselenin çözümünü güçleştiriyor. Soğan ve patates için kim, niçin ülkeyi satmaya kalksın ki. Bu tür hamasetlere vatandaşın karnı tok. Stok varsa bu, yetkililerin bir zaafıdır. Yeterince ekilmiyorsa, bu da Tarım Bakanlığının bir ayıbıdır. Bir tarım ülkesi olan bu ülkeye bu fiyatlar yakışmıyor. Bu zaaf ve ayıptan kurtulmanın yolu, bu ürünün bolca ekilmesini sağlamak, gerekirse ektirmektir. Bolca ekilirse, hem böylece kimse patates ve soğan için ülke satmaya (!) kalkmaz.

Hasılı, ikinci anlamıyla yerden bitmeden korkulur. Başlı başına bir nimet olan yerin bitirdikleri ise bu asırda bir milletin öğünüdür, geleceğidir. Bu yerin bitirdikleri ne fazla ne de az olsun, tam kıvamında olsun. Vatandaş da makul fiyattan alıp iyi beslensin. Hiçbir ürün ne yerlerde sürünerek ne de zirve yaparak gündem olsun.