21 Mart 2023 Salı

Bölünmüşlük ve Parçalanmışlığımız

Mart 2023 itibariyle etkin durumda olan irili ufaklı 121 tane parti varmış.

Bu partiler içerisinden 36 tanesi 2023 seçimlerine katılma hakkı elde etmiş. 

8-10 parti dışında bu partilerin çoğunun tabanı yok. Hepsi birer tabela partisi. Çoğu partinin adını, sanını bilen yok. Fikri, zikri, amacı nedir hakeza. 

Buradan anlaşılıyor ki siyaseten beklediğini bulamayan parti kurarak ya tutarsa misali baş olmaya çalışıyor ya da tabanı olan partilerin kendisini temsil ettiğine inanmıyor ki envaiçeşit parti kurulmaya devam ediyor.

Parti sayısı 72 olsa her milletin ve fraksiyonun bir partisi var diyeceğim. Demek ki tabanı olan partilerin toparlayıcılığı yok ve aynı tabana hitap eden birden çok parti var.

Yeni hükümet sistemine ve yüzde yedi ülke barajına rağmen yüzün üzerinde parti bulunuyorsa, bu ülkede bölünmüşlük ve parçalanmışlık had safhada demektir.  Herhalde hiçbir ülkede bizdeki kadar parti yoktur.

Bu kadar parti bölünmüşlüğümüzü gösterse de çoğu partinin seçimlere katılmaması garip. Seçime de katılmayacaksa partiler niçin kurulur? Bu durum garip olsa da bu konuya iyi yönden bakarsak, iyi ki hepsi seçimlere katılmıyor. Düşünsenize, 121 parti de ayrı ayrı seçimlere katılsa, birleşik oy pusulasının uzunluğu ne kadar olurdu? Hep bir partiye bir cm yer ayrılsa 121 cm uzunluğunda bir oy pusulasıyla muhatap olacaktık. Bu da ülkenin Guinnes rekorlar kitabına girmesi demektir. Tümünün birden seçimlere katılmaması bizi rekorlar kitabından mahrum etse de seçimlere katılmayarak bu ülkeye en büyük iyiliği yapmış oluyorlar.

Partiler açısından durumumuz bu iken dini yönden halimiz nasıldır? Cemaat ve tarikat yönüyle de bir parçalanmışlığın olduğu gözlerden kaçmıyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esergül Balcı ve ekibinin 4 ay süren saha çalışmasına göre, Türkiye’de belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolu bulunuyor.

Sivil toplum kuruluşları incelendiğinde, 2020 yılı itibariyle 121.720 dernek, 5.775 vakıf, 604 sendika bulunmaktadır (www.ilke.org.tr). Gördüğümüz gibi STK yönünden de zenginliğimiz dikkat çekiyor. Zenginlik diyorum ama bu da bölünmüşlüğün bir göstergesi. Bu kadar vakıf, dernek ve sendika incelense, çoğunun aynı amaca hizmet ettiği görülecektir.

Solculuk-sağcılık, İslamcılık-laik seküler, Alevi-Sünni; Türk-Kürt, Suriyeli-Afgan-Türk ayrışmasını söylemeye gerek yok.

Parçalanmışlığımıza veya çeşitliliğimize verdiğim bu örneklerden hareketle bu ülkede niçin kutuplaşma ve ayrışmanın olduğu daha iyi anlaşılır. Bazısı bir kısmının kopyası olsa da birbirini düşman gören, ellerine fırsat geçse karşı tarafı boğup yok edecek, aynı kazana atsan kaynamayacak o kadar çok yapı var bu ülkede. Tüm bu bölünmüşlük ve parçalanmaya rağmen bu ülke yıkılmayıp iyi ayakta duruyor. Zira hiçbir ülke bu kadar parçalanmışlığı kaldıramaz.

20 Mart 2023 Pazartesi

Eyvallah ve Estağfurullah

Bazı kelime, kavram, isim, söz ve deyimler var ki ne kadar kullanırsan kullan, kişiyi ve muhatabı bezdirmiyor. Anlam yüklüdür. Kelamı kibar gibidir. Ebadından büyük anlamlar taşır. Bunlardan biri de eyvallahtır. TDK'ye göre

"Allah'a ısmarladık", 

"Teşekkür ederim", 

"Kabul ediyorum, razıyım" anlamlarında kullanılan bir seslenme sözü, isim ve sözdür. 

Ben kaçtım anlamında, "Haydi bana eyvallah" deriz. 

Bu isim deyim olarak da kullanılıyor: 

"Eyvallah demek" , hoş görerek kabul etmek veya edilmek, hoşça kalın, sağlıcakla kalın. 

"Eyvallah etmemek", birinden yardım istememek, gönül borcu olmamak, boyun eğmemek. 

"Eyvallahı olmamak", kimseye gönül borcu, minnet olmamak. 

"Kimseye eyvallahım yok", kimseye muhtaçlığım yok. Giden gider, kalan kalır.

“Haydi sana eyvallah”, güle güle!

Gördüğümüz gibi çoğu zaman anlamını bilmeden kullandığımız eyvallah her konuşma ve cevapta yerini alıyor. Ne konuşurken ne de cevap verirken tepki çekmediği gibi herkes hoşnut oluyor.

Estağfurullah sözü de hemen hemen her yerde kullandığımız bir sözdür. Bu da tıpkı eyvallah gibi hoş anlam taşır ve anlam yüklüdür. Esas anlamı “Allah’tan af ve mağfiret dilerim” iken yaptığı bir işten, iyi bir davranıştan dolayı kendisine teşekkür edilen bir kimsenin söylediği, teşekküre değmez, bir şey değil, rica ederim anlamında bir incelik sözüdür.

Yine övülen kimsenin “yok ya ben öyle değilim” anlamında alçak gönüllülük ifade etmek için kullanılır. Mütevazı insanların sık sık başvurduğu ve dilinden düşürmediği bir sözdür.

Bir de tövbe estağfurullah şeklinde bazen yaptığından dolayı pişmanlık duymak bazen de birine veya bir şeye kızınca söylenir.

Estağfurullah çekmek sabretmek için kullanılır.

Hasılı gündelik hayatta asıl anlamından farklı yerlerde kullansak da hoş iki söz vesselam. Hem eyvallah hem de estağfurullah.

Deprem Müzesi

Birbiri ardına yaşadığımız doğal afetler gösterdi ki bu ülke insanına, vadesi gelmiş ve hastalık dışında normal ölüm yasak. Bu yasağın bir iyi yönü var ki kimseye tek tür ölüm dayatılmıyor, bize seçenek sunuluyor. Kötü yönü, ölüm seçeneklerimiz var ama kimse kendisi için hangi çeşit ölümün takdir edildiğini bilmiyor. Bu da bu işin sürprizi.

Bize ölüm olarak biçilen rol, enkaz altında kalıp can vermek, bir sel baskını sonucunda suda boğulmak, maden ocaklarında grizu patlamasıyla oluşan göçük altında nefessiz kalıp ölmek, çığın altında kalmak, tren faciasında veya bayram tatiline giderken ya da tatil dönüşü trafik kazasıyla vefat etmek ya da bir canlı bomba ya da terörist eliyle can vermektir. 

İnsanımıza ölümlerden ölüm beğendiren ve anasından doğduğuna, doğacağına pişman eden bu tür ölümleri görünce Albert Camus’un, "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" sözünü hatırlamamak mümkün değil. Maalesef bu ülkede bize normal ölüm yasak. Bu söz bize bu ülkede verilen değeri gösteriyor.

Her depremi milat kabul ederek bundan sonra böyle olmayacak dememize rağmen Kahramanmaraş merkezli iki deprem gösterdi ki “Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünün bile bizde bir karşılığı yok. Zira bizi bırakın nasihati, musibetler de kendimize getirmiyor. Temenni ediyorum ki bu son musibeti unutmayız, aklımızı başımıza alırız da bundan sonrasını afetlere kurban vermeyecek şekilde planlarız.

Unutmayalım diyoruz ama nasıl ki unutmayacağız, bize milat olacak dediğimiz 99 depremini unuttuğumuz gibi bu son depremi de unutacağız. Unutmamak, unutturmamak, bir daha aynı yanlışları tekrarlamamak için neler yapılabilir?

Depremi vuran her ilde bir deprem müzesi yapılabilir. Bu deprem müzesi için yıkılan, çöken ve onlarca kişiye mezar olan bir yer belirlenir. Buranın molozu kaldırılmaz (Mümkünse tüm moloz yerinde kalmalı). Moloz koruma altına alınır. Enkazın uygun yerine tek katlı büyükçe bir yer yapılır. Bu binada depremle ilgili yazı (ölen sayısı, yıkılan bina sayısı, binaların niçin yıkıldığı vb.) ve görsellere yer verilir. Burası halkın ziyaretine açılır. Ayrıca belediye başkanı olacaklara, binaların yapı denetiminden sorumlu olanlara, inşaat mühendislerine, mimarlara, imar işlerinden sorumlu devlet ve siyaset adamlarına, belediye meclis üyelerine, inşaat mühendisliği ve mimarlık öğrencilerine, müteahhitlere, inşaat yapacaklara ve inşaat başlatacaklara kısaca inşaat ve zeminin her aşamasında şu ya da bu şekilde dahli olanlara bu müzeyi ziyaret yapmaları zorunlu kılınabilir.

Yeni binaların her birinin görünen yerlerine, binanın her aşamasında sorumluluğu olanların isimleri yazılmalı. Her binanın tarihçesi dijital ortama aktarılmalı.

Son depremle birlikte depreme maruz kalan il ve ilçe belediyeleri ve başkanları geçmişten günümüze mercek altına alınmalı. Yıkılan binalardaki sorumlulukları incelenmeli. Tespit edilen sorumluların,  emsal olması için en ağır ceza verilmeli. Sorumluları ve aldıkları cezalar bilgisi müzede afişe edilmeli.

Halkta deprem bilinci geliştirilmeli. Görev ihmali olanlar hakkında birlikte hareket edebilmeli. Demokratik tepkilerini dile getirmeli...