Ana içeriğe atla

Deprem Müzesi

Birbiri ardına yaşadığımız doğal afetler gösterdi ki bu ülke insanına, vadesi gelmiş ve hastalık dışında normal ölüm yasak. Bu yasağın bir iyi yönü var ki kimseye tek tür ölüm dayatılmıyor, bize seçenek sunuluyor. Kötü yönü, ölüm seçeneklerimiz var ama kimse kendisi için hangi çeşit ölümün takdir edildiğini bilmiyor. Bu da bu işin sürprizi.

Bize ölüm olarak biçilen rol, enkaz altında kalıp can vermek, bir sel baskını sonucunda suda boğulmak, maden ocaklarında grizu patlamasıyla oluşan göçük altında nefessiz kalıp ölmek, çığın altında kalmak, tren faciasında veya bayram tatiline giderken ya da tatil dönüşü trafik kazasıyla vefat etmek ya da bir canlı bomba ya da terörist eliyle can vermektir. 

İnsanımıza ölümlerden ölüm beğendiren ve anasından doğduğuna, doğacağına pişman eden bu tür ölümleri görünce Albert Camus’un, "Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" sözünü hatırlamamak mümkün değil. Maalesef bu ülkede bize normal ölüm yasak. Bu söz bize bu ülkede verilen değeri gösteriyor.

Her depremi milat kabul ederek bundan sonra böyle olmayacak dememize rağmen Kahramanmaraş merkezli iki deprem gösterdi ki “Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünün bile bizde bir karşılığı yok. Zira bizi bırakın nasihati, musibetler de kendimize getirmiyor. Temenni ediyorum ki bu son musibeti unutmayız, aklımızı başımıza alırız da bundan sonrasını afetlere kurban vermeyecek şekilde planlarız.

Unutmayalım diyoruz ama nasıl ki unutmayacağız, bize milat olacak dediğimiz 99 depremini unuttuğumuz gibi bu son depremi de unutacağız. Unutmamak, unutturmamak, bir daha aynı yanlışları tekrarlamamak için neler yapılabilir?

Depremi vuran her ilde bir deprem müzesi yapılabilir. Bu deprem müzesi için yıkılan, çöken ve onlarca kişiye mezar olan bir yer belirlenir. Buranın molozu kaldırılmaz (Mümkünse tüm moloz yerinde kalmalı). Moloz koruma altına alınır. Enkazın uygun yerine tek katlı büyükçe bir yer yapılır. Bu binada depremle ilgili yazı (ölen sayısı, yıkılan bina sayısı, binaların niçin yıkıldığı vb.) ve görsellere yer verilir. Burası halkın ziyaretine açılır. Ayrıca belediye başkanı olacaklara, binaların yapı denetiminden sorumlu olanlara, inşaat mühendislerine, mimarlara, imar işlerinden sorumlu devlet ve siyaset adamlarına, belediye meclis üyelerine, inşaat mühendisliği ve mimarlık öğrencilerine, müteahhitlere, inşaat yapacaklara ve inşaat başlatacaklara kısaca inşaat ve zeminin her aşamasında şu ya da bu şekilde dahli olanlara bu müzeyi ziyaret yapmaları zorunlu kılınabilir.

Yeni binaların her birinin görünen yerlerine, binanın her aşamasında sorumluluğu olanların isimleri yazılmalı. Her binanın tarihçesi dijital ortama aktarılmalı.

Son depremle birlikte depreme maruz kalan il ve ilçe belediyeleri ve başkanları geçmişten günümüze mercek altına alınmalı. Yıkılan binalardaki sorumlulukları incelenmeli. Tespit edilen sorumluların,  emsal olması için en ağır ceza verilmeli. Sorumluları ve aldıkları cezalar bilgisi müzede afişe edilmeli.

Halkta deprem bilinci geliştirilmeli. Görev ihmali olanlar hakkında birlikte hareket edebilmeli. Demokratik tepkilerini dile getirmeli...

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Size bir önerim olacak. Şu andaki yorum yazınızın konusuyla ilgili değil, yazınızın sayfanızda yer almasaıyla ilgili. Yeni bir yazı yazdıktan sonra, kaydetmeden, yazınızın son noktasına kursörü yerleştirip, DEL ya da DELETE tuşuna basın ve yazı sayfanızın aşağıda oluşan boşluğu kaldırmış olursunuz ve böylece yazınızın yerleştiği sayfanın görünümü daha güzel olur. Örneğin bu yazınızı bitirdikten sonra aşağıya doğru boşluk oluşmuş. Bu boşluğun silinmesi gerekir. Tabi bana göre.

    YanıtlaSil
  2. bu sayfanızda da boşluk var.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Word sayfasında yazarken alt tarafta boşluk olmamasına dikkat ediyorum. Blogtaki yazdığım zaman alt tarafta boşluk olduğuna hiç dikkat etmemişim. Sayende geriye dönük fırsat buldukça düzeltmeye başladım. Teşekkürler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde