10 Mart 2023 Cuma

Bundan mıdır?

Hepimiz gerçeğin ortaya çıkması için uğraştığımızı, doğrunun peşinden koştuğumuzu ifade ederiz. Gönüller bu yönde atıyorsa o zaman aklın yolu birdir. Hakikat de tek olduğuna göre buna ulaşmak kolay olması lazım.

Teori böyle iken hakikate ulaşabiliyor muyuz? Ne mümkün.

Öyle zannediyorum, ulaşmak istediğimiz hakikate kavuşmak ahirette mümkün olacak. Çünkü bu kafa yapısı ile bu dünyada hakikat mümkün değil. Aslında bize bırakılırsa, ahirette de hakikat ortaya çıkmaz. Bereket orada hakem var.

Hakikat bu dünyada niçin ortaya çıkmaz?

Çünkü doğrularımız farklılaştı. Kendi doğrularımız var, başkalarının yanlışları var. Başkasını ikna edemediğimiz kendi doğrumuzu dayatıyoruz insanlara. Yersen bu diyoruz. Dini anlayışımız da böyle.

Yine doğru dediğimiz güç elde etmek. Gücün arkasına saklanarak dünyanın imkanlarından faydalanmaktır kafamızdaki hakikat. Güç olduğu müddetçe bu nimetlerden faydalanmaya devam edeceğiz. Gücün el değiştirmesi demek, imkanların el değiştirmesi ve bunlardan mahrum kalmak demektir. Bu yüzden çok sevdik bu hakikati. Bugün tüm çaba ve eforumuzun temelinde bu hakikati ayakta tutmak yatıyor. En ufak bir sendeleme maazallah nimetleri götürür. 

Tarafgirliğimiz, fanatikliğimiz, kutuplaşmamız bundandır.

Akşam sabah güç trollüğümüz bundandır.

En ufak bir eleştiriye gelmeyişimiz bundandır.

Ağzımızı bozmamızın sebebi budur.

Sesimizin yüksek çıkması bundandır. 

Güce övgü dizmemiz bundandır. 

Yapılanları sayıp dökmemiz, kabul etmeyenleri nankör, hain ve satılmış görmemiz bundandır. 

Gücü başkasıyla korkutmamız bundandır.

Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışmamız bundandır. (Hoş, sıtmayı kabul ettiğimiz de yok.)

Elde ettiğimiz imkanları güç karşısında edindiğimizden dolayı gücü nimet görmemiz bundandır. 

Hasılı pek sevdik bu gücü. Bu güçtür bizi hayata bağlayan. Aksi yaşanmaz kılar bu hayatı. Buna cehennem dense yeridir, tufan demektir. O yüzden var gücümüzle bu gücü ayakta tutmamız gerek. 

8 Mart 2023 Çarşamba

Eski Çamlar Bardak Oldu

Hedefe ulaşmadan önce gayeye ulaşma gibi idealler vardı. Güzeldi o hedefler. 

Hatipler konuştukça salon coşardı. Herkeste bir heyecan oluşturdu. Yakındı o günler. 

Hedefe ulaşılırsa, zulüm düzeni bitecek, yaşadığımız yerde adalet hakim olacak, kimseye haksızlık yapılmayacak, tüm dertler bitecek, herkes huzura kavuşacaktı.

Tüm bunlar ve daha fazlasının olması için güç gerekiyordu.

Nihayet başarı geldi. Bir müddet sonra başarı bir klasik hale geldi. Başarının gelmesinde; bozulmamış hal, denenmemiş dürüstlük, diğerkâmlık, içten ve etkili konuşma vardı. Ayrıca yerleşik düzenin efendilerinin bu zihniyeti dışlaması, tepeden bakması, küçümsemesi, hor görmesinin de payı büyüktü. Yine düzene hakim olanların beceriksizliği, ağızlarına ve yüzlerine bulaştırma ve gereksiz yasakları dayatmaları da etkin rol oynadı. Tüm bunlar başarıyı taçlandırdı.

Geldiğimiz nokta itibariyle küçük kalınsa daha iyiymiş diyorsun. Çünkü büyüme, güce hakim olma tüm foyamızı ortaya çıkardı. Elle gösterilen dürüstlüğümüz imkanlar karşısında eridi bitti. Yaptıklarımızla, diğerlerinden bir farkımızın olmadığı ortaya çıktı. İyilik adına söylediğimiz her şeyin bir hamaset ve slogandan ibaret olduğunu, dava dava dediklerimizin hedefe ulaşmak için bir aksesuar olduğunu bugün bilmeyen kalmadı. Çünkü savunduğumuz ne kadar değer varsa, içini boşalttık. Dilimiz başka söylüyor, elimiz bir başka şey yapıyor. Hep bir çelişki içindeyiz. İnandırıcılığımızı da kaybettik, bize olan güveni de.

Artık ne dava kaldı ne İslamcılık ne değer ne de ilayı kelimetullah. Savunduğumuz ne varsa hepsini güç karşılığında sattık. Koltuk ve makama değiştik.

Bugün güç bizim gayemiz, koltuk ve makam davamız. Çünkü şeytan nicedir sağımızdan yaklaşıyor.

Bugün tüm güç, kuvvet, makam ve mevkii zirvede iken teslime hazırlanıyoruz. Daha doğrusu birileri teslim almaya geliyor. Çünkü deniz bitti, eriyoruz. Yeni destek yok. Eldekileri de tutamıyoruz. 

Bu durumda nerede hata yaptık da dün alternatif olmayanlar bugün alternatif olmaya başladı? Bundan nasıl döner, nasıl tutunuruz diyeceğimize, burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Yanlış yapıyorsunuz diyenleri susturuyoruz, onları hain, nankör, satılmış ilan ediyoruz. Alternatif olmaya çalışanları düşman görüyoruz. Bunlarla sevdiklerimizi korkutmaya çalışıyoruz. 

Alternatifsiz olma böyle bir şey. Güç zehirlenmesi yaşatır. Kim yenebilir bizi dedirtir. Nasılsa gelen yok, bizden iyisi can sağlığı denir.

Bir şekil kazanmaya alışmışların kaybetmesi zor olacak. Çünkü emir vermeye, had bildirmeye çok alıştık.

Kazanamayıp gidersek, nerede hata yaptık diye yüzleşeceğimizi sanmıyorum. Çünkü mazeret, kılıf ve gerekçemiz hazır: Yedi düvel karşımızdaydı diyeceğiz. Yine burnumuzun dikine gideceğiz.

Olan da savunduğumuz ve içini boşalttığımız değerlere olacak. Çünkü en büyük zararı hoyratça kullandığımız bu değerlere vererek gideceğiz. Ne Yapalım? Kendi düşen ağlamaz.

Koruma Amaçlı Reflekslerimiz

Ne zaman bir konuda bir problem ortaya çıktığında geliştirdiğimiz refleks ortaya çıkıyor: Savunma, aşırı korumacılık, alınganlık ve kızgınlık.

Bir şeylerin iyi gitmediğin dair gözlemleri aktarmak, tespitte bulunmak, gelinen noktada hayıflanmak bir şeyleri dert edinmek anlamına gelir benim bildiğim.

Bu tür dertler aynı kaynaktan beslenmiş, aynı okul ve iklimde yetişmiş insanların içerisinde de konuşmayıp nerede konuşulacak? İnan merak ediyorum. 

Orta yerde iki kişi arasında olmuş bir ayıbı gizlemek en güzeli. Ama ayıplar ayyuka çıkmış, sağır sultan duymuş ise bunları görmezden gelmek, gören insanları tu kaka yapmak, yaşını başını almış, 40 yaşını geçmiş insanların ölçüsü olmamalı. Hiçbirimiz kanının deli olduğu 18 yaşında değiliz. Olayları soğukkanlı değerlendirebiliriz ve değerlendirmeliyiz. Bu değerlendirmeye herkes katılacak ve kesin doğru diye bir şey yoktur. Bizim farklılıklara en azından kendi aramızda bir tahammülümüz olmalı. Her eleştireni falan gelsin de yapsın, o daha mı iyi yapacak, görün gününüzü şeklinde bir cevap bizim vermemiz gereken bir cevap olmamalı. Burada kimsenin bilmem kaç ayaklı masayı övdüğü ve onlara çalıştığı yok. Burada bizim fark etmek istemediğimiz; içinden çıktığımız, içinde büyüdüğümüz zihniyetin yaptıklarıyla veya yapamadıklarıyla hayal kırıklığını yaşadığını görmek istemiyoruz. Böyle olmamalıydık demeye çalışmak ne zamandan beri karşı tarafın adamı olma anlamına geliyor.

Biz bu platformlarda özeleştiri ve eleştiri yapmayıp hep havadan sudan mı konuşacağız? Konuşan, yazan rahat bir şekilde yazabilmeli. Mahalle baskısını bir tarafa bırakmalı. Zira mızrak çuvala sığmıyor.

Unutmayalım ki burada kimse alternatif aramıyor, başkasına çalışmıyor. Kafamızı kumdan çıkarıp ne olup bittiğine bakıp hayıflanmayı bari eksik etmeyelim. İnan kimsenin tuttuğu partide değilim. Çünkü mesele bir partiden de öte, bugünden yarına çözülebilecek derin bir meseledir. 

Kol kırılıp yen içerisinde kalacak, başkası duymayacak, olup bitenleri göremeyeceğiz, hiçbir şeyi görmezden geleceğiz, sorun yok muamelesi yapacağız anlayışı sorunu çözemediği gibi daha da derinleştirir.

Birileri sorunları görmemeye devam edecekse etsin. Övmeye devam edecekse etsin. Bu da bir yoldur. Ama bizim görmek istemediğimiz sorunları görenlere veryansın etmeyelim. Onları düşman gibi ya da düşman saflarına katılmış gibi görmeyelim. Laflarını ağzına tıkamayalım. Tespitler doğru ise hak verelim ve ne yapabiliriz diyelim. Tespitlere katılmıyorsak; katılmıyorum, doğrusu şu diyelim. Bir değerlendirmemiz yoksa sessiz kalalım. Yani susalım.

Unutmayalım ki sorunları konuşmamak sorunu çözmüyor. Sorunu tespit, sorumluları harekete geçirip müdahale etmelerini beklemek en doğru yöntem gibi görünüyor. Sorunları görmemek, görenlere kızıp köpürmek sorundan kaçmak demektir. Bu kafayla giderse birileri, ileride ağlayanları olmaz.