Hedefe ulaşmadan önce
gayeye ulaşma gibi idealler vardı. Güzeldi o hedefler.
Hatipler konuştukça
salon coşardı. Herkeste bir heyecan oluşturdu. Yakındı o günler.
Hedefe ulaşılırsa, zulüm
düzeni bitecek, yaşadığımız yerde adalet hakim olacak, kimseye haksızlık
yapılmayacak, tüm dertler bitecek, herkes huzura kavuşacaktı.
Tüm bunlar ve daha
fazlasının olması için güç gerekiyordu.
Nihayet başarı geldi.
Bir müddet sonra başarı bir klasik hale geldi. Başarının gelmesinde; bozulmamış
hal, denenmemiş dürüstlük, diğerkâmlık, içten ve etkili konuşma vardı. Ayrıca
yerleşik düzenin efendilerinin bu zihniyeti dışlaması, tepeden bakması,
küçümsemesi, hor görmesinin de payı büyüktü. Yine düzene hakim olanların
beceriksizliği, ağızlarına ve yüzlerine bulaştırma ve gereksiz yasakları dayatmaları
da etkin rol oynadı. Tüm bunlar başarıyı taçlandırdı.
Geldiğimiz nokta
itibariyle küçük kalınsa daha iyiymiş diyorsun. Çünkü büyüme, güce hakim olma
tüm foyamızı ortaya çıkardı. Elle gösterilen dürüstlüğümüz imkanlar karşısında
eridi bitti. Yaptıklarımızla, diğerlerinden bir farkımızın olmadığı ortaya
çıktı. İyilik adına söylediğimiz her şeyin bir hamaset ve slogandan ibaret
olduğunu, dava dava dediklerimizin hedefe ulaşmak için bir aksesuar olduğunu
bugün bilmeyen kalmadı. Çünkü savunduğumuz ne kadar değer varsa, içini
boşalttık. Dilimiz başka söylüyor, elimiz bir başka şey yapıyor. Hep bir çelişki
içindeyiz. İnandırıcılığımızı da kaybettik, bize olan güveni de.
Artık ne dava kaldı ne
İslamcılık ne değer ne de ilayı kelimetullah. Savunduğumuz ne varsa hepsini güç
karşılığında sattık. Koltuk ve makama değiştik.
Bugün güç bizim gayemiz,
koltuk ve makam davamız. Çünkü şeytan nicedir sağımızdan yaklaşıyor.
Bugün tüm güç, kuvvet,
makam ve mevkii zirvede iken teslime hazırlanıyoruz. Daha doğrusu birileri
teslim almaya geliyor. Çünkü deniz bitti, eriyoruz. Yeni destek yok. Eldekileri
de tutamıyoruz.
Bu durumda nerede hata
yaptık da dün alternatif olmayanlar bugün alternatif olmaya başladı? Bundan
nasıl döner, nasıl tutunuruz diyeceğimize, burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Yanlış
yapıyorsunuz diyenleri susturuyoruz, onları hain, nankör, satılmış ilan
ediyoruz. Alternatif olmaya çalışanları düşman görüyoruz. Bunlarla
sevdiklerimizi korkutmaya çalışıyoruz.
Alternatifsiz olma böyle
bir şey. Güç zehirlenmesi yaşatır. Kim yenebilir bizi dedirtir. Nasılsa gelen yok,
bizden iyisi can sağlığı denir.
Bir şekil kazanmaya alışmışların
kaybetmesi zor olacak. Çünkü emir vermeye, had bildirmeye çok alıştık.
Kazanamayıp gidersek, nerede
hata yaptık diye yüzleşeceğimizi sanmıyorum. Çünkü mazeret, kılıf ve gerekçemiz
hazır: Yedi düvel karşımızdaydı diyeceğiz. Yine burnumuzun dikine gideceğiz.
Olan da savunduğumuz ve içini boşalttığımız değerlere olacak. Çünkü en büyük zararı hoyratça kullandığımız bu değerlere vererek gideceğiz. Ne Yapalım? Kendi düşen ağlamaz.
Merhabalar Sayın Hocam.
YanıtlaSilSizin bu yazınızdan ben anlayacağımı anladım. Şimdi size biraz kendimden bahsetmek zorundayım. İlk başlangıçlarda iktidarın gidişatı iyiydi ve memnundum. Ne zaman iktidarda çok büyük değişiklikler olmaya başladı ben bu iktidardan soğudum, hatta nefret etmeye başladım. Denize düşen yılana sarılırmış. Ben kendimi bu iktidar dönemi boyunca denize düşmüş biri gibi gördüğüm için Mayıs ayında da yılana sarılacağım. Çünkü vatandaşı o kadar perişan etti ki, o konulara hiç değinmeyelim. Siz zaten yeterince ve çok güzel bir şekilde anlatmışsınız. Kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlıklar dilerim.
Selam ve saygılarımla.
As. Saygılar bizden. Benim bu konuda sayısız yazılarım var. Serzenişim, umut besleyip bel bağladığım zihniyetin bizi getirdiği nokta tam bir hayal kırıklığı. Yaşanan tamamen bir güç zehirlenmesi, alternatifsizliğin bizi getirdiği nokta. Kokuşmuşluk diz boyu. Maalesef bu kesimin içinde bir kritik de yok. Beni üzen de bu. Tüm ipleri elimize aldıktan sonra yaşanan bu süreç bir hubris sendromudur. Bunun tedavisi de şakşakçılığın ve tarafgirliğin had safhada olduğu günümüzde maalesef mümkün gözükmüyor. Belki bir musibet aklımızı başımıza getirebilir.
Sil