Ana içeriğe atla

Koruma Amaçlı Reflekslerimiz

Ne zaman bir konuda bir problem ortaya çıktığında geliştirdiğimiz refleks ortaya çıkıyor: Savunma, aşırı korumacılık, alınganlık ve kızgınlık.

Bir şeylerin iyi gitmediğin dair gözlemleri aktarmak, tespitte bulunmak, gelinen noktada hayıflanmak bir şeyleri dert edinmek anlamına gelir benim bildiğim.

Bu tür dertler aynı kaynaktan beslenmiş, aynı okul ve iklimde yetişmiş insanların içerisinde de konuşmayıp nerede konuşulacak? İnan merak ediyorum. 

Orta yerde iki kişi arasında olmuş bir ayıbı gizlemek en güzeli. Ama ayıplar ayyuka çıkmış, sağır sultan duymuş ise bunları görmezden gelmek, gören insanları tu kaka yapmak, yaşını başını almış, 40 yaşını geçmiş insanların ölçüsü olmamalı. Hiçbirimiz kanının deli olduğu 18 yaşında değiliz. Olayları soğukkanlı değerlendirebiliriz ve değerlendirmeliyiz. Bu değerlendirmeye herkes katılacak ve kesin doğru diye bir şey yoktur. Bizim farklılıklara en azından kendi aramızda bir tahammülümüz olmalı. Her eleştireni falan gelsin de yapsın, o daha mı iyi yapacak, görün gününüzü şeklinde bir cevap bizim vermemiz gereken bir cevap olmamalı. Burada kimsenin bilmem kaç ayaklı masayı övdüğü ve onlara çalıştığı yok. Burada bizim fark etmek istemediğimiz; içinden çıktığımız, içinde büyüdüğümüz zihniyetin yaptıklarıyla veya yapamadıklarıyla hayal kırıklığını yaşadığını görmek istemiyoruz. Böyle olmamalıydık demeye çalışmak ne zamandan beri karşı tarafın adamı olma anlamına geliyor.

Biz bu platformlarda özeleştiri ve eleştiri yapmayıp hep havadan sudan mı konuşacağız? Konuşan, yazan rahat bir şekilde yazabilmeli. Mahalle baskısını bir tarafa bırakmalı. Zira mızrak çuvala sığmıyor.

Unutmayalım ki burada kimse alternatif aramıyor, başkasına çalışmıyor. Kafamızı kumdan çıkarıp ne olup bittiğine bakıp hayıflanmayı bari eksik etmeyelim. İnan kimsenin tuttuğu partide değilim. Çünkü mesele bir partiden de öte, bugünden yarına çözülebilecek derin bir meseledir. 

Kol kırılıp yen içerisinde kalacak, başkası duymayacak, olup bitenleri göremeyeceğiz, hiçbir şeyi görmezden geleceğiz, sorun yok muamelesi yapacağız anlayışı sorunu çözemediği gibi daha da derinleştirir.

Birileri sorunları görmemeye devam edecekse etsin. Övmeye devam edecekse etsin. Bu da bir yoldur. Ama bizim görmek istemediğimiz sorunları görenlere veryansın etmeyelim. Onları düşman gibi ya da düşman saflarına katılmış gibi görmeyelim. Laflarını ağzına tıkamayalım. Tespitler doğru ise hak verelim ve ne yapabiliriz diyelim. Tespitlere katılmıyorsak; katılmıyorum, doğrusu şu diyelim. Bir değerlendirmemiz yoksa sessiz kalalım. Yani susalım.

Unutmayalım ki sorunları konuşmamak sorunu çözmüyor. Sorunu tespit, sorumluları harekete geçirip müdahale etmelerini beklemek en doğru yöntem gibi görünüyor. Sorunları görmemek, görenlere kızıp köpürmek sorundan kaçmak demektir. Bu kafayla giderse birileri, ileride ağlayanları olmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde