Ana içeriğe atla

Bundan mıdır?

Hepimiz gerçeğin ortaya çıkması için uğraştığımızı, doğrunun peşinden koştuğumuzu ifade ederiz. Gönüller bu yönde atıyorsa o zaman aklın yolu birdir. Hakikat de tek olduğuna göre buna ulaşmak kolay olması lazım.

Teori böyle iken hakikate ulaşabiliyor muyuz? Ne mümkün.

Öyle zannediyorum, ulaşmak istediğimiz hakikate kavuşmak ahirette mümkün olacak. Çünkü bu kafa yapısı ile bu dünyada hakikat mümkün değil. Aslında bize bırakılırsa, ahirette de hakikat ortaya çıkmaz. Bereket orada hakem var.

Hakikat bu dünyada niçin ortaya çıkmaz?

Çünkü doğrularımız farklılaştı. Kendi doğrularımız var, başkalarının yanlışları var. Başkasını ikna edemediğimiz kendi doğrumuzu dayatıyoruz insanlara. Yersen bu diyoruz. Dini anlayışımız da böyle.

Yine doğru dediğimiz güç elde etmek. Gücün arkasına saklanarak dünyanın imkanlarından faydalanmaktır kafamızdaki hakikat. Güç olduğu müddetçe bu nimetlerden faydalanmaya devam edeceğiz. Gücün el değiştirmesi demek, imkanların el değiştirmesi ve bunlardan mahrum kalmak demektir. Bu yüzden çok sevdik bu hakikati. Bugün tüm çaba ve eforumuzun temelinde bu hakikati ayakta tutmak yatıyor. En ufak bir sendeleme maazallah nimetleri götürür. 

Tarafgirliğimiz, fanatikliğimiz, kutuplaşmamız bundandır.

Akşam sabah güç trollüğümüz bundandır.

En ufak bir eleştiriye gelmeyişimiz bundandır.

Ağzımızı bozmamızın sebebi budur.

Sesimizin yüksek çıkması bundandır. 

Güce övgü dizmemiz bundandır. 

Yapılanları sayıp dökmemiz, kabul etmeyenleri nankör, hain ve satılmış görmemiz bundandır. 

Gücü başkasıyla korkutmamız bundandır.

Ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışmamız bundandır. (Hoş, sıtmayı kabul ettiğimiz de yok.)

Elde ettiğimiz imkanları güç karşısında edindiğimizden dolayı gücü nimet görmemiz bundandır. 

Hasılı pek sevdik bu gücü. Bu güçtür bizi hayata bağlayan. Aksi yaşanmaz kılar bu hayatı. Buna cehennem dense yeridir, tufan demektir. O yüzden var gücümüzle bu gücü ayakta tutmamız gerek. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde