4 Mart 2023 Cumartesi

Ne Ayak!

Eve bir masa lazım oldu. Hayat pahalılığını buldu ama mecburen alacağım.

Girdim bir mağazaya. Göster masa çeşitlerini dedim. Bir sürü masa gösterdi tezgahtar ama masaların hepsinin altı ayağı vardı.

Dedim bunların dörtlüsü yok mu? Benim bildiğim bir masanın dört ayağı olur. Altı ayak da nereden çıktı dedim.

Haklısınız efendim ama yeni moda altı ayaklı masa dedi. Yahu moda diye eski köye yeni adet getirmeyin. Sonra benim modayla işim olmaz. Sen bana 4 ayaklı bir masa göster dedim.

Efendim, elimizde yok maalesef dedi. Ama altı ayaklı masa hem moda hem de daha sağlam olur. Çünkü yere ne kadar ayak basarsa, masa o kadar sağlam olur. Gelin inat etmeyin. Üstelik dört ayaklı masa fiyatına dedi. Bunu düşünmem lazım. Yarın gelirim deyip çıktım.

Evde istişare yaptım. Madem dört ayaklısı yoksa varsın altı ayaklı olsun. Üstelik daha sağlam olurmuş. Bir de dört ayak fiyatınaymış. Altı ayak bize garip gelirse, gerekirse iki ayağını çıkarırız. Böylece masamız dört ayaklı olur dedik ve altı ayaklı masayı almaya gittim.

Gittim ama benim altı ayaklı masanın yerinde yeller esiyor. Mağaza sahibine, dünkü altı ayaktan bir masa alacağım mecburen. Hani nerede dedim.

Adam dedi ki maalesef elimizde altı ayaklı masa yok dedi. Şaşırdım. Üstüme iyilik sağlık. Bana ayak yapmayın, bu ne ayak. Daha dün altı ayaklı değil miydi bana pazarladığın dedim. Adam dedi ki evet öyleydi ama o moda dünde kaldı. Elimizde kalmadı dedi. Dünden bugüne ne ara o kadar müşteri geldi de hepsi kapışıldı? Sonra herkesin masaya mı ihtiyacı varmış dedim.

Bugün beş ayaklı masa moda. O yüzden tüm altı ayaklı masaların bir ayağını çıkarıp attık dedi.

Hayret bir şey. Sizin moda dediğiniz günlük değişiyor mu böyle dedim. Evet efendim. Hızına biz de yetişemiyoruz dedi.

Mübarek, altı olmaz derken eh dedim. Şimdi de tutturmuşsunuz beş ayaklı masa. Tamam anladım da beş ayaklı masa nasıl olacak? Nasıl ayakta duracak? Çünkü beş ayak demek tek ayak üzerinde durmak gibidir. Üzerine yaslandığın zaman hatta elini koyduğun zaman yıkılmayacak mı? Bu durumda nerede kaldı bu masanın sağlamlığı. Madem iki ayak birden çıkarsaydınız da masa dört ayaklı olsaydı dedim. Düşüneceğim deyip çıktım dükkandan.

Düşüneceğim düşünmesine de. Yarın beş ayağa razı olup almaya varsam, masanın kaç ayağının kalacağından emin değilim.

Kahtı Rical

Bazı insanlar prensip sahibidir. Bu prensipleri uğruna yaşar. Başarılı olur veya olmaz ama prensiplerinden ödün vermez. Çünkü kişiliği oturmuştur. Doğru yaptığından emindir. Gerekirse bu uğurda tek kalır, yolculuğuna değerli yalnızlık olarak bir başına yürür.

Bazıları da vardır, kişiliği oturmamıştır. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen bir daldan diğer dala atlar durur. Her gittiği yerde el üstünde tutulur, kendisine değer verilir. Yerini, yurdunu ve yuvasını buldu sanılır.

Bir müddet işini yapar, çevresine güven verir. Sonra orada işi bitince bir bakmışsın, çeker gider. Tüm bunlar kendi iradesi midir, bilinmez. Ama yaptıklarına bakılırsa, kendi iradesinden ziyade birileri adına çalışan bir misyon mensubu olduğu anlaşılıyor. Demek ki şuraya git deniyor, oraya gidiyor, haydi oradan ayrıl deniyor ayrılıyor.

Belli ki böylelerinin omurgası önce umut vermek, umut olmak sonra oluşan umudu yok edip hayal kırıklığına uğratmak.

Verilen bu görevi de daldan dala atladığı geçmişi gösteriyor aslında. Bu yönüyle büyük bir tecrübe birikimine sahip.

Bu çağda böyleleri nasıl prim yapar? Kaht-ı rical sıkıntısı çekilince prim yapıyor. Çünkü oyun kurucular bu işi hakkıyla yerine getirebilecek birikime sahip insanları bir şekilde saha dışına itiyor. Çıkmaya kalkan olursa, bir yol ile gözden düşürüyor. Sahaya böylelerini kurtarıcı olarak sunuyor.

Bu ülke insanına, birilerinin sahaya sürdüğünü oylamak kalıyor. Yani kimi dayatıyorlarsa o geliyor. Kimi sevdiğinden kimi kurtarıcı gördüğünden kimi başka alternatif olmadığından kimi başkasının korkusundan kerhen kimi de kötülerin içerisinde iyisi demek suretiyle ehven olanı diye seçiyor. Başka da elinden bir şey gelmiyor. Çünkü bu ülkenin insanı oyun kurucu değil. Kurulan oyunu da bozacak ne gücü var ne de çapı. Maalesef bu ülkenin çaresizliği de budur. Devran bu şekilde dönüyor. Olgular değil, algılar hakimdir. Algılar kazandırır veya kaybettirir.

Hangisi gelirse ki hangisi gelirse diye bir şey yok. Kurulan ve oynanan oyun gereği kimin gelmesi isteniyorsa, sonuç o şekilde çıkar. Halk da her daim öpülür. Öpülmeye de alıştı nasılsa. Zira hangisi gelirse gelsin, oyun kuruculara çalışıyor. Her gelen vuruyor, sırada bekleyen gelse o da vuruyor.

Halk her defasında bu oyuna nasıl geliyor? Çünkü oyun kurucular sahaya birden fazla kişiyi haydin yarışın diye sunuyor. Bunlar, arkalarına taktıklarıyla yarışa dursunlar. Rakip görünenler de verilen bu rolü oynarken oyun kurucunun kazanması istediğine çalışıyor. Halkın farkına varamadığı da bu. Bunun adına da demokrasi diyoruz. Yesinler bu demokrasiyi.

Şampiyon Nasıl Belirlenir?

Bu ülkede oyun kurucular başkası. Sahaya çıkıp oyun oynayanlar birer figürandır. Figüranların başı da kaptandır. Kaptanın görevi sahaya sürülen figüranlara sahip çıkması. Yaptığı manevralarla seyirciyi kutuplaştırmasıdır. 

Seyirciler ve ateşli taraftarlar maçın sonucu nasıl olur, kim kazanır üzerine odaklansa da maçın galibi bellidir aslında. Çünkü oyun kurucular maçın sonucunu etkilemek ve istedikleri takımın ve  kaptanının kazanması için ellerinden gelen her şeyi maçtan önce sahaya sürerler.

Takımın oyuncuları, sahaya çıkan oyuncular eşit. İstersek bu maçı kazanabiliriz diyerek var gücüyle maça asılsınlar, ter döksünler. İyi oyunun üzerine goller de atsınlar. Seyircisiyle birlikte maçı aldık havasına girsinler. Ama unutmasınlar ki maç doksan dakikadır. Hoş bu maçı alsalar da daha başka maçlar da var. Çünkü oynanan tüm maçların ardından bir şampiyon çıkacak.

Hangi takımın bu uzun maratonu göğüsleyeceğini ne seyirci bilir ne  ter dökenler ne de takımın kaptanı. Çünkü oyun kurucular şampiyonu önceden belirler. Sadece adını açıklamazlar. Bunu maratonun sonuna saklarlar. Sonucun açıklanmasını da seyirciye yaptırırlar.

Oynanan maçlarda oyun kurucuları bakarlar ki istemedikleri bir takım ipi göğüsleyecek görünüyor. O zaman Bizans oyunlarını devreye sokarlar. Adı üzerinde oyun nasılsa. Bu uğurda her yol mubahtır onlar için. Bunun için ilk önce rakip takım kaptanını ya da oyuncusunu satın almaya çalışırlar. Çünkü herkesin zaafını iyi bilirler ve kaleyi içten fethederler.

Herkes maç sahada kazanılır diye inansa da maçtan önce maç esnasında maçın bitmesine ramak kala oyun kazaları çok olur. Kaptan karşı tarafta bunlara karşı mücadele ediyor görünse de aslında kendilerine çalışır. Bu uğurda gerekirse birkaç takımın kaptanı bir araya gelsin, hiç fark etmez. Çünkü bu takım kaptanlarından biri ben oynamıyorum artık derse, birleştirilen onca enerji, harcanan onca efor boşa gider.

Anlatmak istediğim oyun kurucuları ne yapar ne eder, şampiyon olacak takımı alternatifsiz bırakır. Diğer takımlar birer figüran olarak sahaya çıkar. Döktükleri terin karşılığını da alırlar. Ama en fazla karşılığı da şampiyon takım alır. Sonuçta yüzü gülen ve en fazla ve hep kazanan oyun kurucu olur.

Olan seyirci ve taraftara olur. Kazanan alternatifsizin taraftarı sevinir. Bir gelenek daha bozulmadı. Demek ki başarı tesadüf değil. Çalıştık, çabaladık, meyvesini aldık der. Kazanamayanlar ise üzülür. Bizim hiç yüzümüz gülmeyecek mi, hep başkası mı kazanacak, biz hep yenilecek miyiz diye dert yanar hatta isyanlara oynar. Ama şu aşamada yapılacak bir şey yok. Bir sonraki şampiyonaya daha iyi hazırlanmaları gerektiğine odaklanırlar.

Bir sonraki şampiyonayı göğüsleyebilirler mi? Bunu şimdiden kestirmek zor olsa da bunu en iyi bilen oyun kuruculardır. Oyun kurucuları kendilerinin şampiyon olmasını isterse, onlara tüm yollar açılır, her yol otoban olur. İstemezse, ağızlarıyla kuş tutsunlar, sahanın her bir yerinde adam adama markaj uygulasınlar. Bir el onların şampiyonasını engeller. Bu engel ama içeriden olur ama dışarıdan.