Ana içeriğe atla

Kahtı Rical

Bazı insanlar prensip sahibidir. Bu prensipleri uğruna yaşar. Başarılı olur veya olmaz ama prensiplerinden ödün vermez. Çünkü kişiliği oturmuştur. Doğru yaptığından emindir. Gerekirse bu uğurda tek kalır, yolculuğuna değerli yalnızlık olarak bir başına yürür.

Bazıları da vardır, kişiliği oturmamıştır. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen bir daldan diğer dala atlar durur. Her gittiği yerde el üstünde tutulur, kendisine değer verilir. Yerini, yurdunu ve yuvasını buldu sanılır.

Bir müddet işini yapar, çevresine güven verir. Sonra orada işi bitince bir bakmışsın, çeker gider. Tüm bunlar kendi iradesi midir, bilinmez. Ama yaptıklarına bakılırsa, kendi iradesinden ziyade birileri adına çalışan bir misyon mensubu olduğu anlaşılıyor. Demek ki şuraya git deniyor, oraya gidiyor, haydi oradan ayrıl deniyor ayrılıyor.

Belli ki böylelerinin omurgası önce umut vermek, umut olmak sonra oluşan umudu yok edip hayal kırıklığına uğratmak.

Verilen bu görevi de daldan dala atladığı geçmişi gösteriyor aslında. Bu yönüyle büyük bir tecrübe birikimine sahip.

Bu çağda böyleleri nasıl prim yapar? Kaht-ı rical sıkıntısı çekilince prim yapıyor. Çünkü oyun kurucular bu işi hakkıyla yerine getirebilecek birikime sahip insanları bir şekilde saha dışına itiyor. Çıkmaya kalkan olursa, bir yol ile gözden düşürüyor. Sahaya böylelerini kurtarıcı olarak sunuyor.

Bu ülke insanına, birilerinin sahaya sürdüğünü oylamak kalıyor. Yani kimi dayatıyorlarsa o geliyor. Kimi sevdiğinden kimi kurtarıcı gördüğünden kimi başka alternatif olmadığından kimi başkasının korkusundan kerhen kimi de kötülerin içerisinde iyisi demek suretiyle ehven olanı diye seçiyor. Başka da elinden bir şey gelmiyor. Çünkü bu ülkenin insanı oyun kurucu değil. Kurulan oyunu da bozacak ne gücü var ne de çapı. Maalesef bu ülkenin çaresizliği de budur. Devran bu şekilde dönüyor. Olgular değil, algılar hakimdir. Algılar kazandırır veya kaybettirir.

Hangisi gelirse ki hangisi gelirse diye bir şey yok. Kurulan ve oynanan oyun gereği kimin gelmesi isteniyorsa, sonuç o şekilde çıkar. Halk da her daim öpülür. Öpülmeye de alıştı nasılsa. Zira hangisi gelirse gelsin, oyun kuruculara çalışıyor. Her gelen vuruyor, sırada bekleyen gelse o da vuruyor.

Halk her defasında bu oyuna nasıl geliyor? Çünkü oyun kurucular sahaya birden fazla kişiyi haydin yarışın diye sunuyor. Bunlar, arkalarına taktıklarıyla yarışa dursunlar. Rakip görünenler de verilen bu rolü oynarken oyun kurucunun kazanması istediğine çalışıyor. Halkın farkına varamadığı da bu. Bunun adına da demokrasi diyoruz. Yesinler bu demokrasiyi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde