28 Şubat 2023 Salı

Enkazda Salasını Dinlemek

Hep merak etmişimdir, ben öldükten sonra insanlar nasıl davranacaklar, ardımdan ne konuşacaklar? Hocalar yanık sesleriyle acılı acılı salamı verecekler mi? Salamı vereceklerse, bir defa sala verip bitirecekler mi yoksa dönüp dönüp okuyacaklar mı? Salamı verdiler diyelim. Beni nasıl tanıtacaklar? Falan oğlu falan öldü mü diyecekler yoksa öldü de kurtulduk mu diyecekler? Salıma kaç kişi yapışacak? Cenazeme kaç kişi katılacak? Yoksa kimse gelmeyip mezarlar müdürlüğünden dört görevli mi cenazemi kılıp defnedecek? İmam, nasıl bilirdiniz diyecek mi? Cemaat iyi bilirdik diyecek mi yoksa iyi bilmezdik mi diyecek? Hakkınız varsa helal eder misiniz diyecek mi? Dedi diyelim. Hep birlikte helal olsun diyecekler mi? Helal etmiyoruz, derlerse halim nice olur? Cenazemi belediye görevlileri ya da çok az sayıda katılım olursa, ardımdan seveni de yokmuş, kendi etti, kendi buldu şeklinde konuşulacak mı? Bu yüzden eşe dosta zaman zaman diyorum ki öldüğüm zaman cenazemi bekletin. Çok kişinin kaldırılacağı bir vakitte ortaya çıkarın. Diğerlerinin kalabalığı arasında benim cenazem de aradan çıksın diyorum. Böyle diyorum ama şu ana kadar beni ciddiye alan olmadı. Gülüp geçiyor herkes. Adım çıkmış ya şakacıya. Şaka yapıyorum sanıyorlar.  

Ama ne edersiniz ki her faninin başına geldiği gibi ölüm benim de başıma gelecek ve beni nasıl bir akıbet beklediğini bilmiyorum. Beni kahreden de bu.

Haydi her şey bitti. Diri iken yanımda olmayanlar, bari son görevimizi yapalım deyip kısmi bir katılım oldu cenazeme. 

Öbür dünyaya gittim. Melekler ne diyecekti? “Gördüğümüz kadarıyla geride pek sevenin yokmuş. Bunu cenazende gördük. Bakalım burada halin nice? Bunu da şimdi göreceğiz” derlerse, bilin ki yandım. 

Of...gördünüz merakımı. Garipsediniz biliyorum. Ne edersiniz ki merak. Ama iyi biliyorum ki öldükten sonra ne olup bittiğinden hiç haberim olmayacak. Kahrım buna.

Beni bu merak kahretse de öldükten sonra beni nasıl bir defin işi beklediğini bilemesem de bana kızacaksınız, şimdi zamanı mı diyeceksiniz, bunun şakası mı olur diyeceksiniz ama içimde kalacağına söyleyeyim. Yoksa çatlar ölürüm. Diyanet, deprem günü yaptı bunu. Enkaz altında "Kimse yok mu? Sesimi duyan yok mu? Beni kurtarın" feryatlarıyla bir kurtuluş ümidi bekleyenler, tutunacak bir dal arayanlar, daha diriyken diri diri salalarını dinlediler. Bu salaların "Ey enkazdakiler, bizden umudu kesin. Başınızın çaresine bakın. Deprem çantasını daha önce hazırladıysanız, çantanız da yanınızda ise açın çantanızı. Su şişenizi çıkarın. Üzerine bir bardak soğuk su için. Bize kızacaksınız. Dirinize ulaşamadık. Sizi çıkaramadık ama hep böyle olumsuz düşünmeyin. Biraz da iyi taraftan bakın. Bu salalarımız da bunun öncüsü. Çünkü biz sağ kalanlar size olan son görevimizi en iyi şekilde yerine getireceğiz. Hepinizin cenazesini kılacağız. Hatta cenazenize siyasilerimiz ve devlet erkanı da katılacak. Sizin adınıza onlardan helallik alacağız. Onlar da size haklarını helal edecekler. Unutmayın ki biz sizin kötü gün dostunuzuz. Okuduğumuz bu salalar, ardından kılacağımız cenazelerimiz de bu dostluğun bir göstergesi. Cenazenizi kokutmayacağız anlayacağınız. Yeter ki bu soğukta bizi de fazla bekletmeyin. Bir an evvel ölün. Ardınızdan birer de Fatiha okuruz, olur biter. Unutmayın ki ölümünüz, ardınızda kalan aile fertlerine talih kuşu konması demektir. Çünkü onlara bir yıl içerisinde depreme dayanıklı sıfır evler verilecek. Ayrıca bu salanın öneminin de farkına varın. Çünkü hakkında okunacak salayı, teçhiz ve tekfini merak eden bir fani var. Ona nasip olmadı ama siz şanslısınız. Zira siz ondan önce bu merakı tattınız. Bunun da kıymetini bilin" anlamına gelmeli. Ya değilse diri diri niye salalarını versinler. 

Burada bazılarınız enkazda canlılar varken sala vermenin zamanı mıydı diye Diyanet’e kızabilir. 15 Temmuzda sala verdiren önceki başkanı taklit etti diyebilir. Taklit maklit bir görev ifa etti ve benim merakımı giderdi. Şimdi beni meraklandıran, nasıl bir duygu olduğunu öğrenmek kaldı. Bunu da enkazda iken salasını dinleyip ardından sağ kurtulan bir depremzede kaldıysa, yaşadığı bu hissiyatı sosyal medya aracılığıyla yazıp paylaşması. Bunu yapan bir depremzede çıkarsa, buna minnettar kalacağım. Haydi göreyim sizi.

Siyasetimiz Aynı Kazanda Kaynamaz

Enkaz altında kalıp kurtarılmayı bekleyen binlerce insanımızın "Kimse yok mu" feryatlarına rağmen "Siz artık ölüsünüz. Bulabilirseniz, enkaz altında bir bardak soğuk su için. Bizden umudu kesin" dercesine minarelerden sala okuduk. Bu sala bile enkazdakileri ölüme terk ettiğimizin bir göstergesidir.

Deprem anında bile iktidarın ve muhalefet partilerinin bir araya gelmemeye özen gösterdiği, yan yana olmak istemediği, birbirinden telefon beklediği, kimsenin birbirine telefon etmediği, herkesin başına buyruk hareket ettiği, iktidarın muhalefetin yardımını istemediği, muhalefetin de iktidarın yardımını istemediği şeklinde bir tavır içerisine girdiği gözlerden kaçmadı. Uluslararası yardım çağrısında bulunarak yurt dışından arama kurtarma talep ettik ama yurt için güçler ve imkanlarımızı depremde dahi bir araya getiremedik. Bu bile bizim aynı kazana atılsak, aynı kazanda kaynamayacağımızın acı bir göstergesidir. 

Bir kanal, depreme maruz kalmış belediye başkanlarını derdini anlatsın diye ekrana çıkarıyor. Sorular arasında kendinizi veya bir başkasını sorumlu görüyor musunuz diyor. Şu yönünü ihmal ettik. İstifa etmemiz gerekir diyeni görmedim. Kimi ilçe belediyesinin sorumluluğunda diyor, kimi sadece benim şehrim değil, her yer yıkıldı cevabını veriyor. Tüm sorumluları istifa ederse, ancak o zaman düşünebilirim. Şu anda öyle bir gündemimiz yok. Yaraları arıyoruz. Bu, asrın felaketi, daha önce yeryüzünde görülmemiş diyor. Geriye dönüp şunu yapmasaydım dediğiniz oldu mu sorusuna keşke diyeni görmedim.

Bir başkası, canlı yayında olduğu halde konuşmayı ve soru almayı bırakıyor, ezanı dinleyelim diyor ve ezanı dinliyor. 

Bir başkası değil, iki büyükşehir belediye başkanı birden "Efendim, ölülerimize en güzel şekilde son görevimizi ifa ettik. Savcı nezaretinde, doktor muayeneleri yapıldı, ölüm nedeni tespit edildi, Diyanet usulüne uygun defin işlemlerini yaptı, hamd olsun diyor. Dirisini hiçe saydığı insanının ölüsüne bari son görevini bu şekil en güzel şekilde yapsın, değil mi? 

Bir başkası, şu şu sebeplerden dolayı birkaç gün gecikme ve aksaklıklarımız oldu. Onlara zamanında yetişip kurtaramadık ama ölümlerinde bak buradayız. Haydi onlara bir Fatiha okuyalım. Bu süreçte eksikliğimiz varsa helallik diliyoruz deyiveriyor. Ölen öldü ama sağlarınız yaşadı. Onlara evlerini bir yıl içerisinde teslim edeceğiz demeye getiriyor. 

Bir başkana, kaç binanız yıkıldı deniyor. Şehircilik Bakanlığında sayılar diyor. Resmi bina yıkıldı mı deniyor. Bilgisi Bakanlıkta diyor. Kayıp çocuk var mı diyor. Bana gelen bilgi yok. Varsa da bilgi İçişleri Bakanlığında olur diyor. Ana muhalefete ait bir belediye, deprem anından beri sizin ilinizde deniyor. Ben görmedim çalıştığını. Başkanı gelip gitmiş, ben görmedim diyor. Ne çalışması yapıyor o belediye deniyor. Bilmiyorum. Başkanı beni arayıp bir geçmiş olsun bile demedi diyor. Yani depremzede bir büyükşehrin belediye başkanı kendi ilinin valiliğinin önü olan en meşhur caddesinde bir başka büyükşehir belediyesinin ne iş yaptığını bilmiyor. Aslında ilinde bir başka belediyenin olduğunu bilmemesi mümkün değil. Varlar, şu işi yapıyorlar dese, yapılan bir yardımı ikrar anlamına geliyor olmalı ki inkar yolunu seçiyor. İyi ki bu süreçte siyaset yapmıyorlar.

Tüm bu örneklere bakınca hiçbirinin en ufak bir suçluluk duygusuna sahip olduğunu maalesef göremedim.

İktidarı, muhalefeti, milleti ve STK’siyle bir devlet olduğumuzun, böyle zamanlarda güç ve imkanlarımızı bir araya getirerek kenetlenmeye çalışalım diyeni görmedim. Her biri ilgi ve alakayı diğerinden bekliyor. Aynı yerde iş yapmaktan yan yana görünmekten hicap duyulduğunu gözlemledim.

Onca sıkıntı ve hengâme arasında bu kadar insanımızın ölümüne şu ya da bu vesileyle sebebiyet verdik. Ölülerimize üzülüyoruz diyeni görmedim. Defin işlemlerini iyi yaptık demeyi bir marifet saydıklarını gördüm.

İlinde ne olup bittiğini bilmekten aciz insanların bir şehre nasıl şehrulemin seçildiğini, o şehri nasıl yönettiğini televizyondan acı acı seyrettim.

Bu şehirler kimlere emanet? Tüm bunlara rağmen bu ülke iyi ayakta dedim. Tabi buna ayakta durma denirse. Vah yazık vah yazık. Bu anlayışla başımıza ne gelirse az bile.

Depremin Suçlularını İfşa Ediyorum

Depremle beraber ülke olarak yıkımın, ölüm ve yaralıların suçlusunu ve sorumlusunu aramaya koyulduk. 

Bekledik ki bir müteahhit, tüm yaptığım binalar yıkıldı, şu kadar insanın ölümüne taammüden sebebiyet verdim desin.

Bekledik ki bir yapı denetim yetkilisi, denetiminden sorumlu olduğum ve altına imza attığım evler yüzlerce kişinin mezarı oldu. Ben suçluyum, buyurun buradayım desin. 

Bekledik ki bir belediye başkanı imar bölümüyle beraber, bizim iskan ve oturma ruhsatı verdiğimiz evler çöktü. Çoğu kimse enkazda vefat etti. Görevimizi yapamamışız. İstifa ediyoruz. Buyurun yargılayın desin. 

Bekledik ki Cumhuriyetten bu yana imar affı adı altında 26 defa parmak kaldırarak kanunlaştırdığımız imar barışından dolayı şu kadar barış evi yıkıldı. Bu kadar insan can verdi. Yanlış yapmışız. Zira bunun adı barış değil, milletin ölüm fermanını imzalamakmış. Buyurun buradayız. Yargılanmaya ve bedel ödemeye hazırız desin.

Bekledik ki çıkardığımız deprem yönetmeliğini, inşaatın her aşamasında doğru dürüst denetleyemedik. Bundan dolayı herkes kitabına uydurdu. Biz de piyasa canlanıyor, her şey çok tıkırında sandık. Depremle beraber denetim eksikliğimiz olduğunun farkına vardık. Yargılanmak istiyoruz. Cezamıza razıyız desin.

Bekledik ki üç beş kuruş rant uğruna altı gevşek ve yumuşak olan düz ovaları imara açtık. Tüm buralardaki evler yerle bir oldu. Rant mata dönüştü. Buyurun buradayız desin.

Bekledik ki yıkılan bir inşaatın başından sonuna kadar imzası ve sorumluluğu olan yirmi civarında imzası olan kişilerden bir Allah'ın kulu ortaya çıksın. Suçlu benim desin.

Bekledik ki direk suçu olmasa bile suçu üzerine alıp bunda benim payım var deyip istifa etsin.

Hiç böyle bir şey olmadığına, herkesin suçu kendinden başkasına yıkmaya çalıştığına, herkes ben suçluysam, başkası da suçlu dediğine göre verdiğim bu örneklerde suçlu ve sorumlu yok. Belli ki suçluyu yanlış yerde arıyoruz. 

Sonunda kim suçlu olabilir diye bağımsız bir akılla düşündüm. Hemen suçluları buluverdim. Bakalım, kimler iş bunlar:

99 öncesi; ev yaptıranlar, yapılan evlerde oturanlar, 99 sonrası yapılan evlere taşınmayanlar, 

Deprem fay hattının geçtiği bölgelerde iskan edenler, 

Deprem anında ne yapması ve nasıl korunması gerektiğine dair zamanında deprem tatbikatına katılmayanlar, tatbikatlara kulak tıkayanlar, ev yıkılırken nerede, nasıl pozisyon alacağını bilemeyenler, 

Evinin depreme dayanıklı olmadığını bile bile o çürük evde oturmaya devam edenler,

Kendisini deprem uzmanı diye tanıtıp şurada, burada, şu büyüklükte deprem olacak diyenler. Bunları felaket tellalı görüp felaketi çağıran şom ağızlılar olarak görmek lazım. Zira deprem olacak dedikleri için deprem olmuştur.

Fiziki yasaların - haşa- acımasızlığı. Durumumuz belli iken daha depreme hazırlık yapacak iken bekleyemedi. Haydi zamanı gelince olacak diyelim. Pekala bizi teğet geçebilir ya da hafif bir şiddetle boşalabilir veya çok yıkıcı olmaması için yer yüzeyine yakın bir derinlikte olmayabilirdi. Müslümanız ne de olsa. Bize pekala biraz torpil yapabilirdi. Bunu bize de yapmayacak da kime yapacaktı?

Bir diğer suçlu daha var ki bence en önemlisi. Bunu göz ardı etmemek ve ibreti alem için ifşa etmek lazım. Bunu bulmak için çok öteye gitmeye gerek yok. Zira suçlu, suç mahallinde olur sözü gereği, yıkılan bir binanın enkazına gidelim. Bir binayı ayakta tutması gereken her şeyi orada yere sere serpe serilmiş bir şekilde görebiliriz: kum, çimento, su, demir, kolon, beton vs. Gördüğünüz gibi bir binada var olması gereken, binayı ayakta tutması gereken her şey orada. Yani helva pişirmek için gerekli edevatın hepsi var. Pişirip yiyecekler. Müteahhit ve diğer sorumlular buyurun, kaynaşın, bir olun, birbirinize sımsıkı sarılarak bina olun diye her türlü inşaat malzemesini getirmiş buraya. Kumun, çimentonun ve demirin yapacağı, aralarında kaynaşmak olmalıydı. Kaynaşsalar böyle mi olurdu? Ne yapmışlar? Ayrık otu gibi kendi başına buyruk hareket etmişler. Binanın her aşamasındaki görevli ve sorumluları gibi burunlarından hiç kıl aldırmamışlar. Bu inatları yüzünden insanımızı öldürdüler ama kendileri de ta tepeden aşağıya düşerken epey acı çektiler. Oh olsun. Hasılı, suçlu insan değil, devletin kurumları değil; kum, çimento, demir vs. inşaat malzemesinin kendisidir.

Oh be! Suçluları bulunca rahatlayıverdim.