29 Ocak 2023 Pazar

Lazım

Olguların değil, algıların hakim olduğu,

Bireyselliğin değil, sürü psikolojisinin ön planda olduğu,

Önyargı, mimleme, ötekileştirme ve tarafgirliğin prim yaptığı,

Çoğunluğun hakkın ve adaletin değil, güçlüden yana tavır aldığı,

İnsanların çaresizlik içerisinde öğretilmiş çaresizliğe mahkum edildiği,

Herkesin kurtarıcı beklediği vb. ortamlarda, tüm bunlara;

Dur diyecek,

Ezberleri bozacak, 

Tarihe şahit olup tarihe not düşecek, 

Bu olup bitenlerden ve dayatılanlardan hoşnut değilim diyecek, 

Gücünü güçten değil, evrensel değerlerden alacak, 

Bir beklentisi ve çıkarı olmayacak, 

Hakkı, adaleti ve doğruluğu savunacak, 

Başına geleceklere katlanacak, 

Kınayanın kınamasına aldırmayacak, 

Zayıf ama sesi gür çıkacak, 

Gerekirse sürgün hayatı yaşayacak,

Gerekirse bedel ödeyecek,

Ama hakkı söylemekten ve haykırmaktan vazgeçmeyecek,

Zayıf ama prensip sahibi ve bu prensiplerinden ödün vermeyecek,

Aykırı tipler lazım. Siz buna varsın, deli deyin. 

Sanrı Hastalığı

"Bir çiftçi Romalı bir filozofu evinde ziyaret eder. Ev sahibinin yemek ısrarı üzerine çiftçi sofraya oturur. Önüne konan bir tas çorbayı içmeye başlar. Çorbayı içerken gözüne küçük bir yılan görünür. Filozofa ayıp olur düşüncesiyle bunu söyleyemez. Bir tas çorbayı içer. 

Çiftçi evine vardıktan sonra gece karın ağrısından uyuyamaz. Zehrin etkisi olmalı deyip şifa için filozofun kapısını çalar ve durumu anlatır. Filozof tabakta yılan olmadığını, bu tabağın tavanındaki çizimin yansıması olduğunu, masaya koyduğu bir tabak üzerinden gösterir. İyi bak, yılan var mı der. Çiftçi yok der. Filozof bununla da yetinmez. Çizimin altındaki tabağı tavana koyar. Üzerine yılan görüntüsü yansır. Gördükleri karşısında rahatlayan çiftçinin karın ağrısı birden geçer."

İbni Sina, sanrı* hastalığının yarısı güvence, yarısı ilaçtır. İlk adımı ise sabırdır der. 

Belli ki bu çiftçi bir halüsinasyon hali yaşıyor ve gerçekte var olmayan bu algı, kendisini karın ağrısına duçar ediyor. Bereket filozof, orta yerde yılan olmadığı halde yılan varmış gibi göze görünen ve bundan dolayı hastalığa gark olan kişiyi ikna ederek tedavi ediyor.

Tedavi için de karşı tarafa güven vermek, doğru ilaç vermek ve sonuç vermesi için sabretmeyi bilmek gerekiyor.

Hikayeden anlaşılacağı üzere halüsinasyon gören birisini filozof tedavi ediyor.

Keşke tüm mesele yılan gördüğünü ve karnındaki ağrının yılanın zehri olduğunu sanan birini tedavi etmekten ibaret olsa.

Günümüzde adına ister halüsinasyon ister birsam ister sanrı ister yanılsama ister algı ister bilinçaltı zihin ister illüzyon diyelim, bunları gören, bu gördüğüyle yaşayan, göz boyama yöntemiyle algıları olgu olarak gören, aklını gönüllü kiraya vermiş ama böyle olduğunu kabul etmeyen o kadar insan var ki bunlar, nasıl tedavi edilecek? Kendi yöntemiyle çiftçiyi tedavi edip halüsinasyon halinden kurtaran filozof gelsin de günümüz toplumunu tedavi etsin. Tedavi edemez. Çünkü günümüz karın ağrısı o günün karın ağrısına benzemiyor. Üstelik hastalar hastalığını kabul etmeyince en iyi doktorlar bu hasta türüne nasıl çare bulsun?

Günümüzün bu tür  hastalıklarını filozof ve doktorlar değil, ancak topluma yön veren, onları arkalarından sürükleyen toplum mühendisleri tedavi edebilir. Onlar da bir şeyi tedavi ederken çıkarları gereği toplumu başka bir algıya yani hastalığa yöneltiyorlar. Yani birinden kaçırıp ötekine yakalatıyorlar. Hasılı, sürü psikolojisi ile yaşadığımız müddetçe de bu tür hastalıklarla mücadele edebilmemiz mümkün görünmüyor. Belki de bu hastalığın günümüzdeki adı öğretilmiş çaresizliktir. Zira herkes kendisine öğretilenden ve ezberletilenden memnun olduğuna göre orta yerde bir hastalık yok. Gördünüz değil mi, bir şeyi yok kabul edince orta yerde sorun da kalmıyor.

*Uyanık bir kişinin, kendi dışında var sandığı ama gerçekte yok olan olguları algılaması, birsam**

**halüsinasyon 

İz'an Nimeti

Anlayış yoksunu insanlar için yapılabilecek en güzel dua "Allah iz'an versin" duasıdır. Bazıları bu duaya içten amin derken bazıları da bende iz'an yok mu, sana versin şeklinde tepki gösterir. Önce iz'an nedir bir hatırlayalım. İz'an; anlayış, anlama yeteneği demektir.

Bir insan geri zekalı değilse her bir insanda bu iz'an az veya çok vardır. Allah her bir insana bol bol izan versin. Bunu herkes kadar herkeste olmasını kendim için de istiyorum. Çünkü konuşup anlaşması daha kolaydır. En azından deveye hendek atlatmak için uğraşmamış olurum.

Aklı kıt, anlayışı zayıf, algılaması güçlü olmayanlara, onlar adına üzülürüm ama kızmam. Çünkü kapasiteleri bu kadar derim. 

Bir şeyi anlayamayanlara da kızmam. İnsanlık hali, boşta bulunmuştur, kendini vermemiştir, anlayamaz. Gerekirse bir daha anlatırsın. Yeter ki anlama isteği olsun.

Anlattığın konu ilgisini çekmez veya seviyesinin üzerindedir. Bu dedikleriniz beni aşar, kusura bakmayın der, eyvallah dersin. Çünkü adam en azından kapasitesinin yeterli olmadığını biliyor. 

Konuşma dilinde şu ya da bu şekilde anlama sorunu olabilir. Bu değişik sebeplerle bir yere kadar anlaşılabilir. 

Yazı diline ne diyelim? Yazı derken sayfalar dolusu yazıdan veya bir paragraftan bahsetmiyorum. Normal ilkokul mezunu ya da okula gitmemiş birinin bile okur okumaz anlayabileceği basit bir cümleyi anlamaktan aciz insanlarla müşerref oluyorum. Mübarek, okuyup anlayamadıysa anlayıncaya kadar defalarca okuyabilir. Görmüyorum, belki de okuyordur. Okuyup anlayamamasını da bir yere kadar makul görebilirim. Cümle kapalı olabilir, cümlenin ya da cümlede geçen bazı kelimelerin birden fazla anlamı olabilir. O anlamlardan birini aldığı için yanlış anlayabilir. Tüm bunlara eyvallah derim.

Ama öyleleri var ki yazdığını anlamaz, anlasa da farklı çıkarımda bulunur ya da anlaşılmayacak tersi bir anlam yükler ve paylaşımının altına öyle bir yorum yapar ki okuyan, dam başında saksağan, vur beline kazmayı der. Böylelerine acınır mı, kızılır mı ya da gülünç duruma düştüğü için gülünür mü bilemedim. Bildiğim ve duam, Allah kimseyi bu hale düşürmesin. Cahil biri de okuduğunu anlamayan bir tip mi değil, mürekkep yalamış tipler. Her şeyi anladığını, bildiğini sanan tipler bunlar. Üstüne üstlük her şeye de yorum yaparlar. 

Her şeyi bildiğini sanan bu tiplerin ortak özelliği, bilmediğini bilmemeleri, anlamadığını anlamamaları.

Yanlış anlaşmalarının en büyük nedeni, yazdığın yazının her cümlesine ve her kelimesine önyargıyla bakmaları. Çünkü yazıdan önce kimin paylaşım yaptığına bakıyorlar. Seni ilk önce ha, bu şu zaten deyip seni bir güzel mimliyor. Sonra okuyor, okur okumaz sana cevabı yapıştırıyor. Cevabı da cevap olsa bari. Yorumunu okuyan, bu adam okuduğunu anlamıyor, üstelik bir de yorum yazıyor diye acıyordur mutlaka. Aklı kıt, iz’an zayıf kimseler değil bunlar, anlayışlarında sorun yok. Sorun beyinlerinde. Sana önyargılı yaklaştıkları için yazını da önyargıyla okuyorlar. Bu da makul ve basit bir cümleyi dahi yanlış anlamalarına sebebiyet veriyor. Vah yazık bunlara! Vah yazık bana! Kimlerle muhatap oluyorum. Allah kimseyi bu izan nimetinden yoksun kılmasın ve önyargılı olmasın.