22 Ocak 2023 Pazar

Şakşakçı

Şakşakçı: "Bir kimseyi veya onun yaptığı her şeyi doğru bularak öven ve başkalarına da kabul ettirmeye çalışan kimse, alkışçı" . 

Şakşakçının alkış tuttuğu kişi veya kişiler öyle zannediyorum, sıradan kişiler değil, güç-kuvvet ve imkanları elinde bulunduranlar olmalı. Elinde imkan ve güç olmayan allameicihan da olsa, ağzıyla kuş tutsa, şakşakçının neyine. Nazarında sıfırdır. Çünkü böyleleri ne imkan dağıtır ne makam. O yüzden merhemi olmayanın yanında kim saf tutsun. Veren el değil bir defa. Elinde yağma Hasan'ın böreği yoktur. Pragmatisttik, güç ve kuvvetin yanında yer almayı gerektirir. Çünkü güç ve kuvvetin şerrinden Allah'a sığınmak gerek. Şimşekleri üzerine çekmemek için gücün yanında yer almak, onun her yaptığını doğru kabul edip başkalarına da bu doğruyu kabul ettirmeye çalışmak kişiye zarar değil ancak yarar getirir. O yüzden bir konuda yola çıkarken benim bundan ne menfaatim olur düşüncesiyle kar ve zarar hesabı yapmak, su akarken testiyi doldurmak, musluğun başına en yakın durmak kişiye yürü ya kulum dedirtir. Bunun yolu da şakşakçılıktır. Bu yol ile imkanlara kavuştuğunuz gibi olur olmaz başınız da ağrımaz. Hasılı huzuru ötede, başka yerlerde değil, şakşakçılıkta aramak gerek. Bunu da laf olsun diye söylemiyorum. Şakşakçılık yapanların yüzüne bakarak söylüyorum. Ne de mutlular. Allah mutluluklarını daim eylesin.

Herkes şakşakçılık yapabilir mi? Niye yapamasın. Bugün şakşakçılık yapanlar anasından şakşakçı mı doğdular. Hayat onlara öğretir bunu. Yeter ki öğrenme azmi olsun. Burada şakşakçılık yapmak isteyip de beceremeyenlere birkaç tüyo vermek isterim: Düşünmeyeceksiniz, düşünüyorsanız da bu düşüncenizi kendinize saklayın ve dışa vurmayın. Sorgulamayacaksınız. Sorgu meleği misiniz siz? Nasıl, niçin, neden böyle demeyeceksiniz. Çünkü  bu sorulara cevap vermek için düşünüp cümle kurmanız gerekir. Halbuki test usulü soruların cevapları seçeneklerde verilir. Hazıra konmaktır bu. Hayattan tek isteğimiz değil mi bu. Seçeceksin oradan yararına en uygun olanı. Ama, fakat, lakin demeyeceksiniz. Çünkü şakşakçılıkta bunlara yer yoktur. Kendi başına buyruk olmayacaksınız. Ben bir bireyim demeyeceksiniz. Bireyliğiniz batsın. Bireylik acıdan başka insana bir şey vermez. Karın da doyurmaz. Sürü olmaktır şakşakçının görevi. Ne olursa olsun, bu sürüden kafayı kaldırmamaktır. Sürüden çıkıp sıra dışı olmaya yeltenenleri kurt kapar. O yüzden nene lazım sürü dışına çıkıp kurda, çakala yem olmak. Tüm bunları yaparken doğru mu yapıyorum demeyeceksiniz. Bunun yolu yalnız kalmamaktır. Yalnız kalanları şeytan ağına düşürür. Onlara iğva verir. Daima kalabalıklar içerisinde mevzi almak ve etrafından güç alarak aslan kesilmek gerek. Asla vicdanının sesine kulak vermeyeceksiniz. Çünkü vicdan dediğin karın doyurmadığı gibi sana huzur da vermez. Böyle yapa yapa o seni rahatsın eden vicdan da yola gelecektir ve senden hızlı şakşakçılığa soyunacaktır.

Burada şaka ve ironi yaptığımı söyleyenler çıkacaktır. Sakın böyle diyenlere prim vermeyin. Şakşakçılığı eleştirmeye kalkarlarsa yüz vermeyin onlara. Kalkın gidin yanlarından. Onlara tepkinizi böyle gösterin. Ayrıca bu tip mide bulandırıcı, ayrık otu misali kişilerin sayısı fazla değil, kulak vermeyin onlara. Kendi kendilerine konuşup dursunlar. Siz kendinize, geleceğinize ve ikbalinize bakın.

Hasılı siz siz olun, şakşakçılığı basite almayın. Zira şakşakçılık da bir meslektir. Her meslek gibi bu da kutsaldır. Mesleğinizi en güzel şekilde icra etmeye bakın. Unutmayın ki birileri kurtarıcı rolüne soyunacak, birileri de kurtarılan. Yani sen kurtarılan olacaksın. Birileri övülecek, sen ise öven. Birileri ölümüne savunulacak, sen ise savunan. Birileri düşünecek, sen ise bu düşünüleni hazmedip yayacaksın. Karşılığında gül gibi geçinip gideceksin.

Seçme Fıkralar (25)

Sünnet deseymiş

Nasreddin Hoca'nın evine bir gün üç molla misafirliğe gelir. Üçü de birbirinden oburmuş. Hoca ne yemek çıkarmışsa silip süpürmüşler. O kadar ki sahanlarda yemek bitince, "sünnettir" diye ekmekle iyice sıyırırlarmış. Bu sırada odaya Hoca'nın oğlu girmiş. Mollalar Hoca'yı memnun etmek için:

“Aman ne güzel çocuk...Adı ne bunun? diye sormuşlar. Hoca:
“Adı Farzdır”, demiş.
Mollalar şaşırıp birbirlerine bakmışlar:
“Bu ne biçim isim Hoca Efendi?” demişler. Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık.

Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
-Yaaa! Sünnet deseydim, onu da yiyecektiniz.

Vaaz

Papazın biri vaaz verecekmiş ama çok heyecanlanıyormuş. Gitmiş başpapaza, “Papaz efendi, ben vaaz vereceğim ama çok heyecanlanıyorum” demiş. Papaz, “O zaman git, biraz şarap iç heyecanın geçer” demiş. Adam, şarabı içmiş, sonra da vaazı vermiş. Vaazdan sonra gitmiş papaza, demiş nasıldı, papaz efendi, beğendiniz mi? Papaz,  "Güzeldi yavrum ama bazı hataların var:"
1)Merdivenden yürüyerek ineceksin tırabzandan kaymayacaksın.
2)Duaların sonunda oleeeey değil, amin diyeceksin.
3)En önemlisi de İsa, Tanrı'nın oğlu, sütçünün çocuğu değil.

Asker


Temel, bir gün her işe karışan Cemal'e patlar:” Ula uşağum, sen asker misun da her işe purnuni sokaysun?

Not: Asker bu işleri bıraktı. Kışlasına çekildi. Görevini yapıyor. Yalnız askerin bıraktığı üzerine vazife olmayan bu işe başkaları soyundu. Biraz dikkatli bakılırsa, her işe maydanoz oldukları görülür.

21 Ocak 2023 Cumartesi

Seçme Fıkralar (24)

Hürriyet ve Zürriyet

Osman Yüksel Serdengeçti İsmet İnönü zamanında epey hapis yatarak hürriyetten yoksun kalmış. Hiç çocuğu da olmamış rahmetlinin. Hanımının adı da İsmet’miş.

Onca sıkıntı ve derdin arasında nüktedanlığı da terk etmemiş. Bir gün “İki İsmet’ten çok çektim. Biri hürriyetinden, diğeri de zürriyetimden etti” demiş.

Öyle zannediyorum, Serdengeçti aynı zamanda çok zeki biri olmalı. Değilse böyle ince espri yapmak her kişinin harcı değil. Çünkü espriyi zeki insan yapar, espriden de zeki insan anlar. Esprinin en güzeli de aslı olan şeyler üzerine yapılanıdır.

Ümmü’nün İmamlığı

Tansu Çiller başbakan olduğu zaman Türkiye’de bir ilk gerçekleşir. Çünkü ilk Türk başbakanı oldu. Bunun üzerine bir köşe yazarı köşesine şöyle bir fıkra taşıdı:

Haccın karayolu ile yapıldığı eski zamanlarda, köyün cami hocası hacca gitmeye karar verir. Muhtarın başkanlığında hoca yolcu edilir. Hocayı uğurladıktan sonra haccın uzun süreceği aklına gelen muhtar adamına, “Koş, hocaya sor. Yerine kimi vekil bırakıyor?”

Adam koşarak hocaya yetişir. Hoca ile ulak arasında şu konuşma geçer?

—Hocam, siz haçta iken kimi vekil bırakıyorsunuz? Siz yokken namazları kim kıldıracak?

—Ehil biri varsa o kıldırsın. Şayet yoksa bir ümmî (okur yazar olmayan) namaz kıldırabilir. Adam muhtara gider, muhtar ona sorar:

—Ne dedi Hoca?

—Bir ümmî namaz kıldırabilir, dedi.

Düşünme sırası muhtara geçer. Çünkü köyde iki tane Ümmü var. Biri 70’lik yatalak Ümmü Nine, diğeri de hocanın genç ve güzel kızı Ümmü. 70’lik Ümmü Nine namaz kıldıramayacağına göre hoca olsa olsa kızı Ümmü’yü vekil bırakmak istedi sonucunu çıkarır.

Hocanın kızı istemese de “Babanın vasiyeti var” diyerek genç kızı zorla imamlığa geçirirler.

Günler, aylar geçer. Nihayet hoca hacdan gelir.

Hal-hatır ve hoş-beşten sonra hoca ile muhtara sorar:

—Söyle bakalım, ben gittim gideli imamınız kim oldu? Namazları kim kıldırdı?”

—Hocam, Buyurduğunuz gibi kızınız Ümmü kıldırdı namazları”.  

Böyle bir cevabı hiç beklemeyen hoca şaşırır ve küplere biner:

—Ne ne ne? Bir daha söyle bakalım.

—Kızınız kıldırdı hocam.

—Bre Gafiller! Ne yaptınız siz? Hiç kadından imam olabilir mi? Kadın nasıl namaz kıldırabilir?

—Hocam, kadından imam olmayacağını kızınız mihraba geçtikten sonra anladık anlamaya ama iş işten geçti. Çünkü kızınız namaz kıldırmaya başlayınca cemaat o kadar arttı ki bu durum karşısında ben de bir şey diyemedim.