21 Ocak 2023 Cumartesi

Seçme Fıkralar (20)

Kadılarda hutbe içeriği 

Eskiden hutbeleri devlet başkanları irat edermiş. İçerik olarak dini, siyasi, ekonomik, sosyal vb. her konuda hutbede açıklama yapılırmış. Abbasilerle birlikte hutbe irat etme görevi kadılara tevdi edilmiş. Konu olarak da sadece dini içeriğe yer verilmeye başlanmış.

Bu konuyu Adıyaman’da çalışırken Hitabet dersinde vurgulayarak işledim. Bunu sınavda şu şekilde sordum:

Daha önce okunan hutbelerde her konu hutbelerde ele alınırken Abbasiler zamanında hutbe okuma görevinin kadılara bırakılmasından sonra hutbelerde içerik yönünden nasıl bir değişiklik olmuştur? Yani hutbeler nasıl bir hüviyet kazandı?

Bu konuyu işlerken konuya ve vurguya Fransız kalan bir öğrencim, sorudaki kadıyı da kadın diye okur ve cevap olarak şunu yazar:

“Hocam, kadınlar hutbe okumaz ki hutbenin hüviyeti değişsin”.

Nasıl faziletli olunur?

Adana’da bir lisede görev yaparken 10.sınıflarda   “Nasıl faziletli olunur?” başlıklı bir konu vardı. Faziletin ne demek olduğunu açıkladıktan sonra bu soruyu öğrencilere sordum. Şöyle olunur, böyle olunur gibi makul cevaplar aldım. Benim ki muziplik ya çocuklar, bilemediniz. Bundan kolay ne var. Gider Fazilet Partisine üye olursunuz. Böylece faziletli olursunuz dedim. Bunu dedikten sonra öğrencilerin gülmesini bekledim. Adı üzerinde bir espri yapmıştım. Ama kimse gülmedi. Esprinin en kötüsü de yaptığın esprinin anlaşılmaması idi. Tüm sınıf dut yemiş, bülbüle döndü. Suratlar asıldı. Olmaz, olamaz böyle diyerek kendi aralarında homurdanmalar başladı. Arka sıradan bir öğrenci, arkadaşlar, hocamız şaka yaptı diyerek imdadıma yetişti. İmdadıma yetişse de zaten bu şakaydı dedikten sonra mizahın bir anlamı kalmazdı. “Böyle espri mi olur dediler bu sefer.

Not: 2002-2004 yıllarında bu dersi işlemiştim. O yıllarda üye olmak istense de zaten böyle bir parti yoktu. Çünkü 2000’den önce bu parti kapatılmıştı. Kapatılmasa, böyle bir partinin adını niye telaffuz edeyim ki. Zaten aktif olsa da lise öğrencilerinin gidip bir partiye üye olmaları söz konusu bile değildi. Çalıştığım bu okul çok kozmopolit bir okuldu. Hepsi olmasa da okulun önemli bir oranı branşımdan dolayı bana önyargılıydı. Dersime de öyle. Din Kültürü öğretmeni misin? Karşısında bile olsan herkes siyasi yönden bir gelenekten gelen partilere bizi yamardı. Yani kurtarır tarafımız yoktu.

Bu durumu Alevi olduğunu gizlemeyen okulumuzun memuruna dert yandım. Öğrenciler branşımdan dolayı bana önyargılı dedim. Kabul etmedi. Bu okulda sevilen bir öğretmensin. Herkes senin çoğu Din Kültürü öğretmeninden farklı biri olduğunu bilir ve değer verir dedi. Dur o zaman sınıfta yaptığım espriyi bir de sana yapayım, bakalım nasıl bir tepki vereceksin dedim. Nasıl faziletli olunur un cevabını, FP’ye üye olursan, faziletli olursun dedim. Katıla katıla güldü. Ne güzel bir espri dedi. Abi, sen bunun espri olduğunu anladın da bana önyargılarından dolayı bu espri sınıfta karşılık bulmadı dedim.

Seçme Fıkralar (19)

Yellenmenin Miladı

Köyün birinde bir papaz köylüye vaaz verirken sesli bir şekilde yellenir. Papaz bu durumdan çok utanır ve köyü terk eder.

10-15 yıl geçtikten sonra köylü olanı unutmuştur diyerek köye dönmeye karar verir. Köyün girişinde 12 yaşlarında bir çocuğa rastlar.

“Çocuğum, adın ne, kimin oğlusun, kaç yaşındasın” gibi sorular sorar. Çocuk:

“Adım John. Bakkalın oğluyum. Papazın yellenmesinden 2 yıl sonra doğmuşum.” cevabını verir.

Türk polisi

Adana’da yaşarken evimin önünde dikdörtgen şeklinde büyükçe bir tarla vardı. Tarla her yıl ekilir, biçerdöver tarlaya girdikten sonra anızı yakılırmış. Eşim duymuş bunu. Bir düşüncedir aldı beni. Çünkü Adana’da yaşayanlar bilir. Kapı, pencere yaz günü hep açık olmalıydı. Burayı bir yakarlarsa, isi, sisi, uçuşan siyahlıklar eve doluşurdu. Kapı ve pencereyi kapatsan, sıcaktan bunalırsın.

Bir vatandaşlık görevi olarak bu durumu polise bildirmeliydim. Onlar da tedbir almalıydı.

Aradım 155’i. Çıkan görevliye durumu izah ettim. Anızı ateşe vermeden önce tarla sahibini uyarmak uyarının iyi olacağını söyledim. Yaktıkları zaman haber verin dedi ve muhitin adresini aldı.

Bir gün okuldan eve geldim. Kapı pencere kapalıydı. Niye kapattınız dedim. Eşim tarlayı gösterdi. Koca tarla baştan sona yanmış. Sapsarı tarla simsiyah olmuştu. Sadece bir ucunda yanmaya devam eden ama sönmeye yüz tutmuş az bir alev kalmış. Moralim bozuldu. Hemen 155’i çevirdim. Çıkan polise kendimi tanıttım. Adresi verdim. Daha önce size hatırlatmıştım. Ama görüyorum ki bir tedbir alınmamış ve anız yakılmış. Şu anda kapı pencere kapalı evde oturuyoruz dedim. Tamam da biz ne yapalım deyince, şu aşamadan sonra yapılacak bir şey kalmadı. Ama şunu bilin ki filmlerdeki Türk polisi sahneleri gibi yine geç kaldınız dedim. Böyle deyince polis küplere bindi. O anda beni eline geçirse, herhalde çiğ çiğ yerdi. Ama özgüvenim yüksek. Çünkü telefonun öbür ucundayım ne de olsa. Telefondan evimi buluncaya ve evime gelinceye kadar da siniri geçerdi nasılsa.

Anızın yandığına mı yanayım, kapalı yerde oturduğuma mı yanayım ya da polisle aramda geçen diyaloga mı yanayım derken içimde bir üzüntü hali evde bir köşede pinekliyorum. Az sonra hanım pencereden görmüş. Kalan yangını söndürüyorlar dedi. Baktım, iki itfaiye, bir ambulans olay mahalline gelmiş. Sönmeye yüz tutmuş yangını kolayca söndürüp gittiler.

Seçme Fıkralar (18)

Konya’da kaybolsa

Kendimin ve çocuklarımdan iki tanesinin saç rengi havuç rengidir. Emsallerimizden farklı olan bu renk bizim alametifarikamızdır.

2000 öncesi il dışında görev yaparken yaz tatilini geçirmek için memleketim Konya’ya gelmiştim.

Dönüş yaklaşırken 8-9 yaşlarındaki çocuğumun gözünde sivilceye benzer bir kızarıklık ve şişlik oluştu. Göz bu. Şakaya gelmez. Bir hastaneye göstereyim istedim. Sevk almam gerekiyor. Çünkü o yıllarda memurun kendisi ve yakını direk hastaneye gidemiyor. İl dışında çalıştığım için de dış kadro sevki il veya ilçe milli eğitimden almam gerekiyor. Yine o yıllarda kırtasiyeciden alıp bilgileri doldurduktan sonra çalıştığımız okulun müdürüne imza ve onay yaptırdığımız defter şeklinde sağlık karneleri vardı. Bu karnelere her yıl, “Falan halen okulumuzda öğretmen olarak görev yapmaktadır” yazıldıktan sonra tekrar onaylanırdı. Büyüklerde fotoğraf yapıştırılır, küçüklerde yapıştırılmazdı. Bildiğim kadarıyla hastanelerde bu karnelerin yüzüne bakan da olmazdı. Doktor gözlük yazacaksa bu sağlık karnesine yazardı.

Sevk almaya gitmeden önce hanımdan çocuğun sağlık karnesini istedim. Her yanımızda taşıdığımız ve hiç kullanmadığımız sağlık karneleri görev yaptığımız yerde kalmıştı.

Çocuğu yanına alıp milli eğitimin yolunu tuttum. Görevli memurun istediği dilekçeyi bir A4 kağıdına yazıp verdim. Ayrıca kaç sayfa sevk hazırlayacaksa, sayfa adedince hazırlanacak sevk kağıdı için istediği parayı da verdim.

İlgili şube müdürünün odasına sevki imzalaması için çocukla beraber girdim. Şube müdürü, imzalayalım ama sağlık karnesini göreyim dedi. Görev yaptığım yerde unutmuşuz. Öğretmen kimliğimi göstereyim dedim. Olmaz, sağlık karnesi olacak dedi. Birkaç gün sonra görev yerime gideceğim. Sağlık karnesini fotokopisini çekip göndereyim dedim. Yine olmaz dedi. Siz esas ilgili şube müdürünü bekleyin. O imzalarsa imzalarsın. Ben imzalamam dedi.

Odadan çıkıp diğer şube müdürünün gelmesini beklemeye koyuldum. Kimse ne zaman geleceğini de bilmiyordu. Son kez şansımı bir daha deneyeyim diyerek aynı şube müdürünün odasına tekrar girdim. Hocam, durumumu izah ettim. Niye imzalamıyorsunuz dedim. Başkasının yerine sevk alanlar çıkıyor. O yüzden sağlık karnesi şart dedi. İyi de görmek istediğiniz sağlık karnesinde çocuğun fotoğrafı yok. Pekala sağlık karnesini göstererek bir başkasına sevk de alınabilir dedim. Olabilir de yine de karneyi görmem lazım. Israrın üzerine “Bu çocuğun senin olduğunu nereden bileceğim” diyerek bildiğim yerden bir soru sordu. Yanımdaki çocuğumun başında güneş geçmesin diye şapka vardı. Davranıp başındaki şapkayı çıkardım. Havuç rengi saçlar kendini gösterdi. Hocam, bir bana bak, bir de şu çocuğun saçlarına bak. Bu çocuk Konya’da kaybolsa, bu çocuk senin diye bana getirirler dedim. Bir bana bir de çocuğa baktı. Bu cevabım hoşuna gitmişti ve ikna olmuştu. Başka da bir şey diyemedi, karne olmadan sevki imzaladı.

Gördüğünüz gibi mücadelenin ilk etabını güç bela kazandım. Bundan sonra esas mücadele, sağlık eğitim merkezinden bir hastanenin göz polikliniğine sevk ettirip hastaneye gidip sıra alacağım ve çocuğumu muayene ettireceğim. Ölme eşeğim ölme...