16 Ocak 2023 Pazartesi

Mağdur Olmak mı İstersin yoksa Mağrur mu?

Bu ülkede roller değişse de mağdurlar ve mağrurlar var. Mağduriyetlerin ve mağrurların arkasında hep siyasal güç vardır. Kısaca devleti kim ele geçiriyorsa, kendisini ve etrafını ihya ederken, rakip olarak gördüklerini mağrur etmeye yönelir. Kısaca dünün mağdurları bugün mağrur, bugünün mağrurları da yarın mağdur olabiliyor. Haliyle çift taraflı bir kutuplaşma durumu söz konusu.

Bu niçin böyledir? Bu hep böyle gelmiş böyle mi devam edecektir? Evet aynen böyle devam edecektir. Çünkü mağdurlar var gücüyle mağdur edildiklerine veryansın ederek konuşurlar. Yaptıkları bu konuşmalar da yüreğe dokunur. Çünkü içten konuşurlar. Biz böyle yapmayacağız. Zira bunun adalet anlayışımızda yeri yok derler. Bu da bir müddet sonra halkta bir karşılık bulur.

Mağduriyet yaşayanların konuşmalarına ise mağrurlar; hayır, öyle değil, böyledir, biz asla kimseyi mağdur etmeyiz şeklinde cevap vererek oluşan mağduriyeti üstlenmezler. Yine bildik uygulamalarını yapmaya devam ederler. Bulundukları statüyü de kaybetmemek için her yolu mubah görürler. Onlar gelirse tüm kazanımlarınızı elinizden alır şeklinde gerekirse korku pompalarlar. 

Hasılı ortalık mağdur ve mağrurlar arenasına döner. Aradaki başkasının dümen suyuna gitmeye meyilli olanlara düşen de hepsinin ayrı ayrı hikayesi olsa da bir kimlik elde etmek için bu iki kutbun içerisinde yer almaktır. Olmak ya da olmamak mücadelesidir bu. 

Gel zaman git zaman, vatandaş der ki senin epey mağdur edildiğin yeter. Bu kadar zulüm içerisinde piştiniz. Aynı zamanda çok samimi ve dürüstsünüz. Şimdi buyurun nöbet sizde der ve nöbeti bir taraf devrederken diğer taraf devralır. 

Çok geçmeden bir sürek avı başlar. Devri sabık uygulanmaya başlanır. Bunun adı hesap sormadır. Hesap sormada sorun yok. Sorun, öç ve intikam duygusuyla hareket etmededir. Bu duyguyla hareket edilirken kanun ve mevzuatın arkasına sığınılır ve toptancı bir davranış sergilenir. Çünkü öncekiler her işi kötü yapmıştır. Tüm işlerini ahbap ve çavuş ilişkisi içerisinde birilerini kollarken diğerlerini alanın dışına itmiştir ve taşları yerinden oynatmıştır. Şimdi tüm bunları restore etme zamanı. Bunun için de dün mağdur edilenleri bir yerlere getirmeye başlarlar. O yerleri haksız yere işgal edenlere de güle güle derler. Bundan da büyük zevk alırlar. Taraftarlarından da büyük destek alırlar. Dünün mağdurları oldu mu şimdi mağrur. 

Bu sefer dünün mağrurları ama bu haksızlık diyerek mağdurlara oynamaya başlar. Çünkü roller değişmiştir. Hasılı filler tepişir, çiğnenenler de orta yerde olanlardır. 

Bakmayın, biz gelince böyle olmayacağız diyenlere. Hepsinin gizli ajandası var. Şayet biri gelir de ben bu mağdur ve mağrurluğa bir son vereceğim dese bile bunda başarılı olamaz. Çünkü taraftarları onlar bizi mağdur etti. Biz yapmayacak mıyız? Adalet bunun neresinde diyerek isyan eder. Kutuplar da buna teşne olunca bu ülkede bu işler böyle gelmiş, böyle gider.

O yüzden mağdurların mağduriyetlerini anlamakla beraber mağduriyet anındaki denenmemişi dürüstlüklerinin gücü ele geçirince devam edeceğine dair bir ümit taşımıyorum. Ne zaman ki devlette yasama, yürütme ve yargı olması gerektiği gibi bağımsız olur, devlette bir kurum kültürü oluşur, düşüncesi ne olursa olsun, vatandaş mağdurun yanında yer alır ve mağrurluk yapmak isteyenlere prim vermezse o zaman bu ülkede ne mağrur kalır ne de mağdur. Zor olsa da imkansız değil.

İşin özeti ne mağdur olalım ne mağrur ne de buna teşne olanlara prim verelim. Mağdur ve mağrurun olmadığı yaşanabilir bir ülkede yaşayalım.

Kendime Bir Özeleştiri

İnandığım değerler, insanlığın huzur ve mutluluğu için her devirde ortaya çıkabilecek sorunlara çözüm getiren eskimez değerlerdir. Bunu böyle bilir, böyle inanırım. Böyle de kalmak isterim. Bu inandığım değerlerde yalnız değilim. Zira benden başka bu değerleri savunan çok sayıda insanımız var.

Son yıllarda, inandığım bu değerleri savunan çoğunluk ile bir ayrışma yaşamaya başladım. Sanki aynı dili konuşmuyor, aynı değerleri savunmuyor gibi hissetmeye başladım.

Aynı iklimden beslendiğim bu insanlar mı değişti yoksa ben mi? Laytlaştım mı acaba? Bir değişim veya dönüşüm mü yaşıyorum?

Değerler mi değişti yoksa içi boş birer değerler mi imiş savunduklarımız veya değerlerin içini mi dolduramadık ya da değerlerin içini mi boşalttık? Az bir pahaya veya ikbal uğruna satışa mı çıkardık?

Bu değerlere tabi, çoğunluk mu değişti yoksa ben mi değiştim? Değerler eskimez ve pörsümez bir şekilde yerinde durduğuna göre ya ben değiştim ya da aynı değerleri savunan çoğunluk değişti.

İyi örnek olamayınca savunduğumuz değerler, sine de yük mü olmaya başladı acaba?

Bu haletiruhiyenin oluşmasında, savunduğumuz değerleri savunan insanların söz sahibi olması ve gücü elinde bulundurmasının bir etkisi olabilir mi? Acaba ne umduk ne bulduk şeklinde ifade edebileceğimiz bir hayal kırıklığı mı yaşadığım?

Çoğunluk benim gibi görmediğine, benim gibi düşünmediğine, gidişattan ve olup bitenden memnun olduğuna göre benim izan, feraset ve basiretimde bir sorun olabilir mi? Aynı iklimden beslendiğim tipler bana ya acıyarak ya da düşman gibi baktıklarına göre ben de bir sorun olmalı.

Tüm suçum; sorgulamak, eleştiri ve özeleştiri yapmak mı? Susmam gereken yerde konuşmam mı acaba? İçime sinmeyen şeyleri dile getirmezsem, hoşnut gibi davransam, bu yaptığımın imani noktada yeri nedir acaba? Bir nifak durumunu yaşamaz mıyım? Hani biz her şeye en yakınımızdan ve çevremizden başlamamız gerekmiyor muydu? İbrahim peygamber gibi kafama takılan, içimi mutmain etmeyen bir hususta bu niçin böyle demede ne sakınca olabilir? İbrahim as. böyle sorunca, ey İbrahim, haddini bil, nankörlük yapma. Seni ben peygamber yaptım. Ben layüselim. Kalbinin tatmin olmaması da ne demek? Ben ne diyorsam odur mu dedi Allah. Bildiğim kadarıyla bir örnekle peygamberinin kalbini mutmain etti. Babası için yaptığı tövbenin dışında bu peygamber benim için rol model ise benim yaptığım da içime sinmeyenleri dile getirmekten ibaret olduğuna göre burada sorun nerede?

Tüm bu sorgulamaları sadece ben mi yapıyorum ya da herkes sorguluyor da sesini mi çıkarmıyor veya içine mi atıyor? O zaman alemin delisi ben miyim?

Hasılı gördüğünüz gibi iflah olmaz bir durumdayım. Ümit ederim ki ben yanlış yolda olurum ve layık görülen muameleyi ben hak ettim derim.

Perşembenin Gelişi

Temel ile Dursun birlikte bir aksiyon filmine giderler. Yan yana filmi izliyorlar. Dar ve virajlı, çoğu yerleri uçurum olan yollarda araçlar bir hızla birbirini kovalıyor. Dursun Temel'in kulağına eğilerek seninle hamsigiller türünden yemeğine bir bahse girelim. Var musun der.

Temel, tamam varım der.

Dursun, bu araç virajı alamayarak uçurumdan aşağıya yuvarlanacak. Sence?

Bana göre uçurumdan aşağıya yuvarlanmayacak der Temel.

Filmin sonunda, araç uçurumdan aşağıya yuvarlanır. Bahsi kaybeden Temel, hamsi pilavından, hamsi baklavasına varıncaya kadar Dursun'un karnını lokantada bir güzel doyurur.

Temel hesabı ödedikten sonra Dursun Temel'e, "Ula Temel, sana bir itirafta bulunayım. Ben bu filmi daha önce izlemiştim. Arabanın uçurumdan aşağı yuvarlandığını biliyordum. Ben de bir ara sana yemek yedireyim der.

Temel de" Ula Dursun. Problem değil. Zaten bu filmi daha önce ben de izlemiştim deyiverir.

Şaşıran Dursun, be adam madem izledin. Arabanın uçurumdan uçtuğunu görmedin mi deyince, Temel, görmeye gördüm. Ha ibret ve tedbir almış olabilir, bu sefer uçurumdan yuvarlanmaz diye düşündüm diye cevap verir. (Fıkra, İlhan Kesici'nin Meclis kürsüsü anlatımından) 

İçinizde bu aracın uçurumdan aşağıya uçup uçmayacağı iddiasına girecek varsa, ben buradayım. Bu araç yuvarlanacak diyorum. Var mısınız? Yemeğine, unutmayın.

Araç yuvarlanacak yuvarlanmaya. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. İzlenmiş bu filmi herkes biliyor ama bunu kabullenmek istemiyorlar ve filmi izledikleri halde bu sefer uçuruma gitmeyecek diyorlar. Yollar virajlı olsa da uçurumları bilseler de aracı süren kaptanın şoförlüğüne pek güveniyorlar.

Böyle düşünenleri garipsemiyorum. Çünkü çocukluğumda, izlediğim bir filmi ikinci defa izlemek zorunda kalmıştım. İlk izlediğimde, kötü roldeki başrol figürünün kellesini boynundan ayırıp mızrağın ucuna takmıştı başrol kahramanımız. İkinci izleyişimde, başı ayrılan kişiyi tekrar diri görünce, bu adam ne zaman, nasıl dirildi, ölmemiş miydi demiştim. O zaman yaşım küçük, filmden de anladığım bu kadardı. Çünkü bana göre öldürülen essahtan öldürülür, bir daha da filmlerde oynayamazdı. 25.12.2022