4 Ocak 2023 Çarşamba

Namaz

"Namaz dinin direğidir. ", 

"Namaz müminin miracıdır. ", 

"Müminin Allah'a en yakın olduğu an, secde anıdır. ",

"Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli namazdır." hadislerini,

"Şüphesiz namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar."

"Şüphesiz namaz, Allah'a hakkıyla saygı gösterenlerin dışındakilere ağır gelir." ayetlerini göz önünde bulundurduğumuzda namaz, inananlar için yerine getirilmesi gereken önemli bir ibadettir. 

Takdir edersiniz ki bu önemli ibadeti yerine getirmeyen insanımızın sayısı az değil. Bunların içinde bu görevi yerine getirememenin üzüntüsünü çekenlerin sayısı da çok. Bunun yanında inandığını söylediği halde bu ibadeti önemsiz görenler de yok değil. 

Bunların yanında bir de "Namazı bu ümmetin başına bela ettiler." diyenler var ki bunu diyenler kelli felli din alimi mesabesinde. Sayıları fazla olmasa da niçin böyle demiş olabilirler? 

Kimsenin niyetini okuyamam ama bu sözün, dinin onca güzelliğini, emir ve talimatını geri plana itip sadece namazı ön plana çıkaranlara bir tepki olarak söylendiğini düşünüyorum. Çünkü azımsanmayacak belli bir kesim dini sadece namaza indirgemiş durumda. Bunu sosyal medya paylaşımlarında, ayak üstü görüşmelerde, toplumun ne kadarının namaz kıldığıyla ilgili değerlendirmelerde ve sohbet ortamlarında görebiliriz. Bir kişi veya zümreyi değerlendirirken bile "Namaz yok, niyaz yok. Beynamaz" dendiğini, oğlumuza eş adayı ararken soruşturduğumuzda "namazında, niyazında" şeklinde kullanılan ifade bizlere hiç yabancı değil. 

Niyet okuyucularından bazıları buraya kadar yazdıklarımdan, namazı önemsizleştiriyor anlamı çıkarır mı? Çıkarır. Zira onların bu ve birçok konudaki çıkarımlarına hayranım. İşin şakası bir tarafa namaz önemlidir ve yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Ama bu namaz dinin tek umdesi, yerine getirenlerin cenneti garantilediği bir ibadet de değildir. Dinin onca hükmü varken sadece namazın ön plana çıkarılması, namazı dinin, hayatın ve dünyanın merkezine koymak çok sağlıklı değildir. Çünkü bir şeyin üzerinde çok durmak o şeyden mutlak sonuç almak anlamına gelmediği gibi söylene söylene önemsiz hale gelmesine de sebebiyet verebiliyor. Akşam sabah namazdan bahseden, namaz kılmayanları yargılayan, her şeyi namazla ilişkilendirenler bilmeyerek bu amaca hizmet etmektedirler. Gerçekten öyle değil mi? Namazı ve başörtüsünü dilimize dolayıp dini bu iki umdeye indirgemedik mi? 

Sonuç olarak çok önem verip değer atfettiğimiz namaz ve başörtüsünün bugün geldiği noktayı düşünürsek, kaş yapalım derken göz çıkardığımızı söyleyebilirim. Bugün başını açan açana, yönünü kıbleye dönmeyen dönmeyene. Bunda söylemlerimiz, izlediğimiz yol, kullandığımız üslup kadar çoğu namaz kılanların ve başını örtenlerin uygulamaya yönelik davranışları da önemli faktördür. Çünkü çoğu namaz kılanı kötülüklerden arındırmıyor kıldıkları namaz. Bu da namazı önemsiz görenlerin eşine büyük koz veriyor. Bir de namaz kılıyor diyorlar en hafifinden.

Diğer yazımda da namaz üzerinden başlatılan proje ve kampanyalara değineceğim.

3 Ocak 2023 Salı

Alternatifsiz Olma Durumu

İster ekonomi ister ticaret ister siyaset hangi alanda olursa olsun, bir alanda iş yapmak için yola çıkanların tek istediği, çıktıkları bu yolda başarılı olmak, daima kazanmak, en fazla kazanmak, karşısında rakibin olmasını istememek ve alanında aranan olmak ve bu alanda ölümsüz olmaktır.

Bu anlayış "Bir vadi dolusu altını olsa, insanoğlu ikinci vadiyi ister. Gözünü ancak toprak doyurur" sözünde olduğu gibi insanın açgözlülüğüne, hırsına ve kazanca doymadığını ifade etmektedir. İstisnalar kaideyi bozmamakla beraber insanoğlu bu tıynettedir. 

Daha fazla kazanmak ve hep kazanmak arzusu bu uğurda yola çıkanlar için istenen bir şey olsa da hayatın her alanında alternatiflerin olması gerekir. Değilse oturmuş bir sistem, bu sistemi kontrol eden ve denetleyen bir mekanizma olmazsa yani o saha, alternatifsiz olanın insafına terk edilirse, bu alternatifsizlik;

Alternatifsizi tembelleşir, yeniletmez ve geliştirmez. Yerinde saydırır ve gerisin geri gitmesine zemin hazırlar. 

Kişiye başına buyruk hareket etme yolunu açar. 

Başkasının nefesini arkasında hissettirmez. Çünkü sahanın tek hakimi olma rahatlığıyla hareket ettirir. 

Kişiye empati yaptırtmaz. 

O alan o kişi ya da kişilerin insafına terk edilir. 

Rekabet ortamını oluşturmaz. 

Kaliteli ürün ortaya çıkartmaz. 

Tekelciliğe yol açtırır. 

Müşteri memnuniyetini göz ardı ettirir. 

Müşteriye iyi davranılmaz. Nasılsa müşterinin eli mahkum anlayışı hakim olur. Zira gidecek yerleri yoktur. 

Kişileri ve toplumu kaderine terk eder.

Bu durum yani alternatif üretmeme ve üretememe durumu o alana girmeye cesaret edemeyenlerin acizliğini gösterir. Bu da alternatifsiz olana yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Buna bir örnek vermek istiyorum. Süper ligimizi gözümüzün önüne getirelim. Bu ligde şampiyonluğu arada bir Anadolu takımları alsa da yıllar yılı 3-4 büyük ve köklü kulüplerin şampiyonluğu göğüslediği bir ligdir. Büyük takımlar nasılsa bu sezon olmazsa bir sonraki sezon şampiyonluk bizim diyerek lige gerektiği gibi hazırlanmıyor. Ligdeki bütün takımlar şampiyonluğa aday olsa, takımlar arasında büyük rekabet olacaktır. Böyle bir rekabet olmadığı için yıllardır ne Avrupa ne de dünya kupasında yer alabiliyoruz.

O yüzden hangi alan olursa olsun, hayatın her alanında rekabet ortamının oluşması için çok sayıda alternatiflere şiddetle ihtiyaç vardır.

Yağma Hasan'ın Böreği

Yağma Hasan'ın böreği bir deyimdir. Her deyimin de bir hikayesi vardır. Bu deyimle ilgili şu açıklamalara yer verilir. 

Fatih'in 1881 yılında Gebze'de vefatıyla birlikte İstanbul'da kıyamet kopar. Fırsat bekleyen yeniçeriler İstanbul'a dağılacak her yeri talan eder. Paşa ve zenginlerin konaklarına da yağmalarlar. Gözleri hiçbir şey görmez. Börekçilik yapan aynı zamanda kendileri gibi yeniçeri olan Hasan ismindeki börekçi dükkânına da girerler. Bu dükkanın sahibinin bir yeniçeri olduğunu öğrendikleri zaman 'oldu bir kere. Yağma Hasan'ın böreğidir' deyip yemeye devam ederler. (Milat gazetesi) 

Börek ustası Hasan Kılıç'ın börekleri çok lezzetli imiş. Seyyar arabasıyla Karamürsel sokaklarına çıktığı andan itibaren ilçe halkı arabanın etrafına toplanarak börekleri yağmalarcasına kapışırmış. (karamürsel.bel.tr) 

2.Dünya Savaşı yıllarında, ekmeğin karneyle satılması fırıncılar zora sokar. Çok sayıda fırıncı iş bırakır. İş bırakmayanlardan Karaköy'deki börekçi Hasan, beğenmediği börekleri sokağa döker. Bu börekler halk tarafından kapışılır. (egitimsistem.com)

Deyimin hikayesinin kaynağı hangisi ise de her üç hikayede de ortak olan Hasan isminde börekçilik yapan birinin böreklerinin yağmalanmasıdır. Buradan hareketle bu deyim, "Hakkı olanın da olmayanın da kolayca faydalandığı, sahipsiz, hiç kimsenin korumadığı mal ve mülk" anlamında kullanılmaktadır. 

Görüleceği üzere Yağma Hasan'ın böreği deyimi olumlu anlamda kullanılmıyor. Alın terletmeden başkasının malının karşılığını vermeden haksız yere elde etme anlaşılmaktadır. Bunun da ne örfümüzde ne de değerlerimizde yeri vardır. Bir kişinin malını, mülkünü veya emeğini sahibinin gönlü olmadan, habersiz bir şekilde elde etmenin vebali büyüktür. En hafifiyle emek hırsızlığıdır. Kul hakkıdır. Böyle bir durumda malın sahibini bulmak, gasbedilen veya yağmalanan malın değerini o günün değerinden vermek ve o kişiden helallik dilemek gerekir. 

Burada sözü kamu malına getirmek istiyorum. Çünkü tüm kamu malı milletin ortak malıdır. Bu malda tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. O yüzden kamu malı yetim malı gibidir. Millet adına kamuyu yönetenlerin bu duyarlılıkla olması gerekir. Çünkü onlar bu amme malının emanetçileridir. Yerken, yedirirken, dağıtırken çok hassas olmaları gerekir. Bu konuda Hz. Ömer'in beytülmalde mesai yaparken makamına gelenlerin selamını almadığı, az sonra yanan mumu söndürerek başka bir mumu yaktıktan sonra selamlarını aldığını, bu durumu garşpseyen ziyaretçilere, "Az önce kamu işini icra ediyordum. Yanan mum da devletin mumu idi. Siz benim ziyaretime geldiniz. Kamu mumunu söndürerek kendi şahsi mumumu yaktım. Selamınızı da o yüzden geciktirdim" dediği şeklindeki anekdotu içimizde bilmeyenimiz yoktur. Özellikle dindar ve mütedeyyin insanlar arasında bu hikaye meşhurdur. Belki de bunun piyesini bile izlemişlerdir geçmişte. Mum da bile bu hassasiyet gösteriliyorsa, diğer harcamalarda da bir özenin gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Buradan iktidarıyla, muhalefetiyle ülke yöneten ve yönetmeye talip siyasilerimize ve kamu görevlilerine sözü getirmek istiyorum. Özellikle seçim atmosferine girildiği zamanlarda seçim kazanmak amacıyla bütçede karşılığı olmadığı halde kamu maliyesini zora sokacak şekilde kesenin ağzının açılması, olmaz denenlerin yapılması ve vaatler çok sıkıntılıdır. Bu tür tasarruflar ülkenin geleceğini yok etmek demektir ve vebaldir. Sonra helalleşmek istersiniz de karşınızda helalleleşecek kimseyi bulamazsınız. Çünkü kamunun sahibi 85 milyondur.