24 Aralık 2022 Cumartesi

-cı'cılar

-cı (-ci, - cu, - cü, - çu, - çü, - çı, - çi) yapım eki meslek isimlerinin sonuna eklenerek o meslekleri yapan kişilerin isimlerini ortaya koyar. Simit satan anlamında simitçi denmesi gibi. Ama her meslek erbabının sonuna bu ek eklenmez. Mesela öğretmene öğretmenci, avukata avukatçı denmez. 

Alışkanlık anlamı da içerir. İçli müptelası olan bir için içici denmesi gibi. 

Taraftarlık, bir düşünceyi benimsemiş veya kendisini aidiyet duygusuyla bir kişi veya yerle ilişkilendirenler anlamında da İslamcı, Süleymancı, Nurcu, Menzilci, milli görüşçü vs. kullanılır. Taraftarlık anlamında -ist eki de eklenmekte: komünist, Kemalist, sosyalist, ateist, kapitalist, dinci vb. 

Son verdiğim örneklerin çoğunda görüleceği üzere bir düşünceyi şekillendiren kişilerin isimleri ile tarafgirlik ifade ediliyor. Bu isimler tarih olmuş kişiler. 

Halen yaşayan kişiler için de bu -cı ekleniyor. Erdoğancı, Tayyipçi, Devletçi, Kemali, Baykalcı gibi. 

Tarih olmuş kişilere, izinde gidiyor anlamında sonradan -cı eklenirken günümüz kişi destekçileri ise kendilerini bu şekilde tanımlıyor. İsteyen kendini istediği şekilde  ifade edebilir. Yalnız -cı eki meslek erbabı, satıcısı ve bir şeyi alışkanlık haline getirenler için kullanıldığında dikkat çekmiyor. Çünkü isim yerli yerine oturuyor. Taraftar anlamındaki -cı eki kulağıma hoş gelmiyor. En hafifiyle satıcı gibi düşünüyorum. Belki de bu yüzden Nurcular kendilerine Nur Talebesi, Süleymancılar Süleymanlı denmesini uygun görürler. 

Parti liderlerinin isimlerinin sonuna -cı getirmek suretiyle kendi görüş ve tarafını belirtenlerin yerinde olsam, kendimi parti lideriyle özdeşleştirmekten ziyade desteklediğim parti ismini ön plana çıkartmak isterdim. Mesela Tayyipçiyim yerine AK Partiliyim veya milli görüşçüyüm, Baykalcı veya Kılıçdaroğlucu yerine CHP'liyim veya solcuyum, Devletçi yerine MHP'liyim veya milliyetçiyim, Davutoğlucu yerine Gelecek Partiliyim, Babacancı yerine DEVA’lıyım vs. denmesini daha uygun görürüm. Çünkü bu tarafgirlik kişilere bağlı bir tarafgirliktir. Bu kişiler yarın parti genel başkanlığını bırakabilir, başka partiyle birleşebilir başka bir partiye geçebilir ya da Allah herkese uzun ve sağlıklı ömür versin, vefat edebilirler. Tarafgirlik iyi bir şey ise bu tarafgirliğin uzun sürmesi kurumsal parti ismi ile mümkün olabilir. Bizim ülkemizde partileri liderler kurar, liderle beraber parti biter denirse lider ismiyle ifade edilmesi anlaşılabilir. Temennim tabanı olan partilerin demokrasimiz, kurum kimliği ve kültürü açısından,  liderden sonra da varlığını devam ettirmesinden yanadır. Bir zamanlar Baykalcı olanların bugün Baykalcıyım dediğine şahit olmuyorum. Bu da kişilerin geçiciliğine verebileceğim güncel bir örnektir.

Başkasını bilmem ana kendimi herhangi bir -cı ile ifade etmedim, etmiyorum da. Bir zamanlar İslamcılığı kendime yakın hissederken de İslamcı yerine Müslüman denmesini uygun gördüm. Bu ismi de Allah vermiş bana.

İnsanların tarafgirliğini liderlerinin isimleriyle ifade etmesinde o lideri kurtarıcı görmesi ya da çok sevmesi sanırım en büyük etkendir. Unutmayalım ki Hz Ömer de Hz Muhammed’i çok severdi ve ölümünü duyduğu zaman bu durumu kabullenememişti. Onu teskin etme ve kendine getirme görevini Hz Ebu Bekir üstlenmişti. Muhammed’e tapıyorsan, bil ki o vefat etmiştir. Allah’a tapıyorsan, o yaşıyor, demişti. 

Hayal Kırıklığımsın!

—Babacığım, beni çok severdin bir zamanlar. Desteğini hep ardımda hissederdim. Bu bana moral oluyordu. Şimdi ne oldu böyle? Eskisi gibi değilsin, destek vermiyorsun. Bakışların bile değişti. Benimle yüz yüze gelmemek için gözlerini indiriyorsun. Üstelik eleştirmeye de başlamışsın. Bilmeden seni üzecek bir hata mı yaptım?

—Tek tek cevap vereyim. Severdim doğru. Destek de veriyordum. Eskisi gibi değilim. Bu da doğru. Bundan sonra destek namına zırnık yok sana. Aileme faydadan ziyade zarar veriyorsun artık. Zararın aileyle kalsa iyi. Dışarıya da taştı. Ayrıca değişen ben değil, sensin. Bakışlarımın değiştiği de doğru. Gözümü hatta yolumu da değiştiriyorum. Çünkü ağartacak yüz bırakmadın. Seni gördükçe, aklıma geldikçe moralim bozuluyor, kahroluyorum. Eleştiriyorum. Çünkü düzgün işin kalmadı. Bir de bilmeden bir şey mi yaptım diyorsun. Görüyorum ki yaptıklarının farkında bile değilsin. Vah yazık. Aymazlığın bu kadarına da pes doğrusu. İşin acı tarafı da bu. Sen ne ara böyle oldun, inan anlamakta zorlanıyorum.

—Ama bana hep destek veren sendin. Şimdi ne oldu böyle? Desteğini niçin çekiyorsun? Bu bir çelişki değil mi? 

—Hala desteğini niye çekiyorsun diyor ve anlamazlıktan geliyorsun. Sana destek vermem ve baban olmam, bu desteğin ilanihaye süreceği anlamına gelmez. Beni biraz tanısaydın, çelişki var demezdin. Çünkü sana verdiğim destek oğlum olduğun için değil, değerlerimi en iyi savunasın, yerine getiresin ve işlerini iyi yapasın diyeydi. Sen kendi çelişkilerine ve 'U' dönüşlerine bak. Bunun için yıllardır gömülü olan şu kafanı kumdan çıkar.

—Ben hala dediğin değerleri savunuyorum. 

—Doğru, sen değerleri savunuyorsun. Ama sadece savunuyorsun. Yalnız bu savunma icraata dönmeyen bir savunmadır. Savunmakla kalsan iyi. Göz göre göre tersini yapıyorsun. Değerlerimi esas yıkan da bu tavrındır. Çünkü sen benim değerlerimi ekmek yemek için sermaye olarak kullanıyorsun. Hala da yemeye devam ediyorsun ama denizi bitirdiğin gibi kumu da bitirdin. Hala da doymak bilmiyorsun. Ama yolun sonuna geldin görünüyor. İşin ilginci ve acı tarafı, savunduğun değerleri dilinde pelesenk ettiğin için o değerler yerlerde sürünüyor şimdi. Amacın bu idiyse başarılı oldun. Kendinle gurur duyabilirsin. Bu aşamadan sonra bilirim söz dinlemezsin. Çünkü başka sermayen yok. Senden tek istediğim, değerleri ağzına alma. Ne halin varsa gör. En azından değerler elinden kurtulmuş olur. 

—Bu kadar mıyım gözünde? 

—Hem de daha fazlası. Hep günü kurtarır türünden alavere dalavere senin ki. Ailemin tırnaklarıyla kazıyarak elde ettiği her şeyi mirasyedi hayırsız evladın yaptığı gibi har vurup harman savurdun. Savurmakla da kalmadın, borçlandırdın. Bundan da geçtim. Zira maddiyat dediğin bir şekilde halledilir. Manevi tahrifatı telafi etmek mümkün değil. 

—Tamam yapamamış olabilirim. Ama bu kadarı fazla değil mi? Zira vurmadın, öldürdün. Hatta öldürmekten beter ettin.

—İnsan umut bağladıklarına gönül koyar evlat. Ben de senden çok şey bekledim. Sana çok umut bağladım. Geldiğimiz nokta itibariyle tam bir hayal kırıklığısın.

—Yol göstereceğine giydiriyorsun.

—Bu söylediklerim aklını başına al diye bir yol göstermedir. Tabi almak isteyene. Hoş, senin akla da ihtiyacın yok. Çünkü özgü enin tavan yapmış. Kendini görüp test etmen de mümkün değil. Çünkü şakşakçın çok. Etrafında olur olmaz her şeyini alkışlayan şakşakçın varsa kendini ve yaptıklarını göremezsin. Tekrar kendine gelmek istiyorsan, hayattan bir beklentisi olmayanlara ve senden menfaat beklemeyenlerin eleştirilerine kulak ver. Tabir yerindeyse, “Padişahım, çok yaşa” diyenleri değil, “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” diyenlerin dediklerini bir düşün. 

Yöneticilik Maceram

Ne zaman bir koltuk boşalsa, kendi kendime gelin güvey olarak o koltuğa talip olduğumu sosyal medyada beni takip edenler bilir. Talip olduğum koltuklar doldukça, başka koltuklara yöneldim. Hiç olmadığı kadar umutluyum, bir gün koltuk beni bulacak, pes etmek yok dedim. Aslında böyle bir görüntü versem de hiçbir koltukta gözüm olmadığını beni yakinen tanıyanlar iyi bilir. Zira koltuk, makam ve yöneticilik benim mizacıma ters. Çünkü koltuk ciddiyet ister. Ben ise hayatı ciddiye almadım ki koltuğu ve yöneticiliği ciddiye alayım ve önemseyeyim. Hep doğal ve olduğum gibi görünmek istedim. 

Gönülden istemesem de hiç yönetici olmadım mı? Oldum maalesef.  O da zorunluluktan. Güneydoğuda bir ilde çalışırken memlekete tayin istedim. Dört yıl boyunca tayinim çıkmadı. Dedim, bir müdürlük sınavına gireyim. İkinci bir tayin hakkım daha olsun. 

Müdürlük sınavına girdiğim yılın sonunda, norm kapalı olduğundan, memleketime tayin isteyemedim. Yakın bir ile öğretmen olarak tayin istedim. Bu yeni ilimde, sınavın birinci aşamasını geçenlerle birlikte yöneticiliğin ikinci aşama sınavına girebilmek için kursa alındım. Kursta birkaç tanıdığım oldu. Herkes müdür olmak için var gücüyle ders çalışıyordu. Teneffüs aralarında sınavda en yüksek puanı alsam ayıp olur mu şeklinde şakasına soru sordum tanıdıklarıma. Biraz da küçümsercesine, "Sen al da ayıp olmaz" dedi bir tanesi. 

Kursun bitiminde Türkiye çapında yapılan değerlendirme sınav sonuçları gelmiş. Çalıştığım okulun memuru tebliğ-tebellüğ edelim diye odasına çağırdı. Baktım, ilde sınava girenlerin puanlarıyla beraber tüm liste memurun önündeydi. Hazırlanan tebellüğ belgesini imzalamadan, bakar mısın en yüksek puanı kim almış abi dedim. Memur tüm puanlara baktı. Sonra ayağa kalktı. Elini uzattı. Tebrik ediyorum hocam. En yüksek puan sizin dedi. Böyle bir iddiam olmamasına rağmen yaptığım şaka böylece gerçek olmuştu. 

Gel zaman git zaman bu komşu ilde 3,5 yıl öğretmen olarak çalışmanın ardından, yapılan duyuru ile kendi memleketimin bir ilçesine müdür olarak atandım. Hiç içime sinmemesine rağmen bu koltukta 5,5 yıl oturdum. Bu zaman zarfında il merkezine gitmek için kah öğretmen kah müdür yardımcısı olarak tayin istedim. Olmadı. Ardından 5 yıl yöneticiliği dolduranlara rotasyon uygulaması geldi. İlin ucunda bir mahalleye müdür olarak atandım. Burada da 2,5 yıl çalıştım. Müdür olarak çalışırken tekrar müdürlük sınavına girdim. Yüzde 70 sınav puanı, yüzde 30 mülakat puanı geçerli olacak şekilde mülakata girdim. Buradan merkezde bir liseye atamam oldu. Burada da 1 yıl çalıştım. Bu esnada yapılan şube müdürlüğü sınavına girerek başarılı oldum. Okul müdürlüğü mü, şube müdürlüğü mü derken sadece merkez olsun diyerek ilçeleri tercih etmedim. Merkezde şube müdürü olmaya puanım yetmedi. Okul müdürlüğüne devam dedim. 

Lisede çalışırken Danıştay'ın müdürlük atamasındaki uzman öğretmenlik kriterini iptal etmesiyle puanlar yeniden hesaplandı. İkinci sıradaki puanım üçüncülüğe düşünce bir başka okul müdürüyle okullarımızı değiştik. 

Yeni okulumda yaz döneminde 45 gün çalışma imkanım oldu. Çünkü 2014 yılı MEB'de, kimine göre kıyım kimine göre temizlik kimine göre budama kimine göre yeniden yapılanma yılıydı. 2014 yılında çıkarılan yasa ile MEB yöneticileri tepeden tırnağa değişti. Kanuna göre idarecilikte 4 yılını dolduranlar bu tali görevden önce asli görevi olan öğretmenliğe döndürüldü. Mevcut il ve ilçe milli eğitim müdürleri ve il müdür yardımcılarının kahir ekseriyeti özlük hakları baki olacak şekilde eğitim uzmanı yapılarak görevden el çektirildi.  (Bu arada eğitim uzmanları ne oldu, onlar neyin uzmanlığını yapıyorlar dediğinizi duyar gibi oldum. Anlatması uzun olur ama toplum nezdinde bunlara kısaca "bankamatik memuru" dendiğini söylemek isterim. Şimdilerde onlar uzmanlığı bitirip araştırmacı oldular.)  Yerlerine, çoğunlukla 2013 yılında yapılan şube müdürlüğü sınavını kazanamayanlar ilçe milli eğitim müdürü olarak atandı. Bu arada 2013 şube müdürlüğü sınavını kazananlar da nisan ayı gibi şube müdürü olarak atandılar. Üst kademe ya da ekip tamamlandıktan sonra sıra geldi 4 yılını dolduran yöneticileri geriye dönük puanlamaya. Kanuna göre ilçe MEM müdürü, iki şube müdürü, okul aile birliği başkanı ve yardımcısı, okul öğrenci temsilcisi, en yaşlı ve en genç iki öğretmen, müdürleri puanladı. Gördüğünüz gibi her şey şeffaf. Her şey şeffaf olunca çoğu müdür ve yardımcı komisyonun gözüne giremedi ve yeterli puan alamayanlar asli görevleri olan öğretmenliğe döndürüldüler. Çünkü bunlar yazılı sınav marifetiyle sınavı kazanan gözden kaçmış kişilerdi. Bu zorlu sınav maratonunu geçmek pek az talihliye nasip oldu. Komisyon bunları çekip bulmasaydı, bunlar da asli görevine dönenlerden olacaktı.

Maratonu geçen bir elin parmakları kadar kişiler kendi okuluna ya da başka bir okula tayin isteyerek müdür olarak atandı ve gözde müdür oldukları tescillendi. Gözde okullar gözde müdürlerle dolduruldu. Geriye koltuğu boş kalan binlerce okul kaldı. Buna da kanunda yer vardı. Zira kanun hiç boşluk bırakmamıştı. Yeni ve sıfırdan müdür ve yardımcı seçmek için müracaat edenler arasından sözlü mülakat yapıldı. Eğitim ve öğretim başladıktan üç dört ay sonra geriye kalan tüm okullar mülakatlılarla mükafatlandırıldılar. 

Bu arada benim yöneticilik maceram da arada kaynasın istemem. Birkaç ay önce şube müdürlüğüne gitmeyerek okul müdürlüğünü tercih eden benim okul müdürlüğüm, yeni okulumda 45 gün sürdü. Ben de şeffaf, objektif ve de adil komisyonun elinden kurtulamayanlardandım ve asli görevime döndürüldüm. İyi ki asli görev var. Yoksa bugün nerelerde olurdum bilemiyorum.

İki ay boyunca eğitim ve öğretim içinde yıllık izin kullandım. Tam asli görevime başlayacak iken yöneticiliğe bir daha tövbe derken bir arkadaşın ısrarıyla mülakat usulü müdürlüğe müracaat etmek zorunda kaldım. Verilen puan ne iyiydi ne de kötü. Ortanın üstü, pekiyinin altı. Süresi içinde tercih yapmadım. Aman boş ver müdürlüğü dedim. Dedim ama öğretmen olarak müdürlükten elendiğim okula tanımlandığım için o okulda asli görevimi yapmak istemedim. Yıllık izin de bitti bu arada. Yönetici tercihlerinin bittiğinin ertesi günü okula giderken bir arkadaşım aradı. Tercihler uzatılmış, isterseniz tercih yapın dedi. Okula giderek rastgele on okul seçip teslim ettim. Akşamında sonuçlar açıklanmış. Onuncu sıradaki okula atamam yapılmış. 

Kenardaki bu okulda 1,5 yıl çalıştım. İl içi atama döneminde il içi atamaya müracaat ederek öğretmenliğe döndüm. Oh be, dünya varmış derken geriye dönüp baktığımda, 11 yıl idareciliğin ardından beş yıl asli görev pardon öğretmenlik yapıvermişim. 

Dersime girip çıkarken bir gün okuldan aradılar. Hocam, şube müdürü olarak tercih hakkı verilmiş. Sizin isminiz var. Okula uğrayıp size tebliğ edelim dediler. Bu neyin nesi derken 2013 şube müdürlüğünün ardından bir şube müdürlüğü sınavı daha yapılmış. Üzerinden bir yedi yıl geçmiş. Bakanlık mahkeme kararını uygulamak zorunda kalmış ve daha önce sözlü puana göre alım yapan Bakanlık bu sefer yazılı ve sözlü ortalaması, 76 ve yukarı puana sahip olanlara, mahkemeye versin veya vermesin, bir tercih hakkı daha vermiş. 

Gideyim mi gitmeyeyim mi derken 7 sene önce ilçe istemem diyen ben, bu sefer gideyim diyerek bir ilçeyi tek tercih olarak yazdım. Yazarken de inşallah yüksek puanlı biri tercih eder. Ben de tercih ettim ama olmadı derim hesabı yaptım. Maalesef şube müdürü olarak atandım. 

Bu maceram da iki yıla yakın sürdü. Şimdi yeniden asli görevime döndüm. Gördüğünüz gibi maceranın sonu yok.