9 Kasım 2022 Çarşamba

Büyük Laf Etmenin Zorluğu

Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapan Mehmet Okuyan’ın ismini duymayanınız yoktur. Kur’an’ı Kerim bilgisi herkesin malumu. Kur’an talebesi olarak adlandırır kendisini. Bundan dolayı kendisini sevenler çok olduğu kadar hadislere fazla yer vermemesinden dolayı sevmeyenleri de çoktur. İsteyen sever isteyen sevmez. Fakat sevmemenin ötesinde kendisinden nefret edenler de var. Bu nefret edenlerin kahir ekseriyeti de Okuyan’a karşı ön yargılı.

Kur’an-ı Kerim’e vukufiyetinden dolayı sevenleri tarafından Türkiye’nin her bir köşesinden davet alarak Kur’an üzerine zaman zaman konferanslar verir Okuyan. Konya’ya da kaç defa gelmiştir. Okuyan’ın her Konya’ya gelişi olay olmuştur. Çünkü konferansçının Okuyan olduğunu duyan her salon sahibi ya salonunu vermeye yanaşmıyor ya da salonunu vermişse de iptal etme yoluna gidiyor. Güç bela küçük-büyük bir salon bulunarak konferansını verip gitti bugüne kadar. Verdiği tüm konferanslarında da tutulan salon dopdolu oldu. Aslında Okuyan’ın konuşmasını istemeyenler tüm Konya’yı kapsamıyor. Karşı çıkan, sesleri çok çıkan küçük bir grup.

Yine böyle bir konferansında bir dinleyici Mehmet Okuyan’a “Salon konusunu” sordu. Okuyan hiç üzerinde durmadı. “Boş verin salonu. İşte bulduk bir salon. İşimize bakalım. Biz işimizi yapacağız, birileri de görevini. Unutmayalım ki herkes kalıbına göre iş yapar” dedi. Ardından “Size tavsiyem, sadece beni değil, herkesi dinleyin, her kitabı okuyun. Hatta şeytanın kitabı da olsa okuyun. Okuyun ki şeytanın ne menem bir şey olduğunu öğrenin, onunla mücadele edecekseniz görüşlerini bilin. Değilse nasıl mücadele edeceksiniz” şeklinde konuşmasına ilave etti.

Mehmet Okuyan’a karşı toplumun bir kesiminde büyük bir ön yargının olduğu kesin. Bu ön yargı sadece Okuyan konusunda değil hemen hemen her alanda var. “Ben şu kanalı asla izlemem, ben falanın yazısını asla okumam, falan partiye hiç oy vermem, falanla asla görüşmem…” gibi peşin hükümlerimiz var. Hangi kanalı izleyeceğini, kimin yazısını okuyacağını, hangi partiye oy vereceğini, kiminle görüşüp kiminle görüşmeyeceğini insanın kendisi karar verir. Bir tercih meselesidir. Saygı da duymak gerekir. Ama kesin ifadeler kullanmanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Çünkü devir dönüyor, bir zaman geliyor ki bir bakmışsın, insanoğlu kesinkes ifadelerle yapmam diyerek kapattığı kapılardan girebiliyor. Doğrusu da girmesidir aslında. Burada doğru olmayan, kesinlik ifadelerle tüm kapıların kapatılmasıdır. Bu da çelişkiyi beraberinde getirdiğinden topluluk nezdinde kendisini zor duruma sokuyor. Çünkü yarının bize ne getireceğini ne tür şeylere ihtiyaç duyacağımızı, kimlerle oturup kalkacağımızı kimlerle iş tutacağımızı, kimlere muhtaç olacağımızı bugünden kestirmemiz mümkün değil. Zira hayat sürprizlerle dolu. Özellikle siyaset sahnemiz bu tür tenakuzlarla dolu. O yüzden büyük lokma yiyip büyük laf etmemek lazım. Rakiplerle seviyeli iletişim yolunu her daim açık tutmak gerek. Çünkü her büyük laf hareket alanımızı daraltır.

Beni Eleştirir misin?

—Babacığım, Allah vergisi olsa gerek, mükemmel bir yapım var. Sevip sayanım da çok. Yoktur da yine de ben sorayım. Var mı bende bir eksiklik ve yanlışlık?  

—Bu soruda ciddi misin evlat?

—Ciddi olmasam niye söyleyeyim? 

—Yani beni eleştir diyorsun?

—Evet.

—Hayret! Hiç beklemiyordum senden bunu? 

—Niye ki? 

—Hem Allah vergisi hem mükemmelim hem yoktur eksikliğim diyorsun. Diğer taraftan da var mı diyorsun? Sanırım laf olsun diye soruyorsun. Çünkü bu kafayla senden hata sadır olur mu? Sanırım sütten çıkmış ak kaşıksın ve bulunmaz Hint kumaşısın dememi bekliyorsun. 

—Öyle değil miyim?

—Bırak oğlum bu kafayı.

—Tamam, eleştir. 

—Bak sonra kızmak, alınmak ve darılmak yok.

—Yok baba.

—Söz mü?

—Söz.

—Hiç eğip bükmeden değil mi?

—Evet.

—O zaman günah benden gitti. 

—Lütfen!

Bir defa çok konuşuyorsun. Bu da saygınlığını yok ediyor. Az konuş ki gören ağır azam bilsin. Her şeye karışıyorsun. Bu, her şeye maydanoz olman demektir. Maydanozun kıymetini bil biraz evlat. Her şeyi en iyi kendinin yaptığına kendini inandırmışsın. Yok böyle bir dünya. Kendini vazgeçilmez sanıyorsun. Ben olmazsam tufan demeye getiriyorsun. Bil ki kimse vazgeçilmez değildir. Mezarlıklar kendini vazgeçilmez sananlarla dolu. En son söyleyeceğini en başta söylüyorsun, kırıp geçiriyor, kükrüyor, herkese meydan okuyorsun. Kırmızı çizgim budur diyorsun. Bunun sonucunda kaç Basra'yı birden harap ediyorsun. Yıllar geçtikten sonra bir bakmışsın 180 derece dönmüşsün. Geçmişin bu şekil u dönüşlerinle dolu. Dün ak dediklerine bugün kara dediklerin hakkında kitap yazılsa kaç ciltli kitap olur. Ne omurgan kaldı ne de duruşun. Herkese laf yetiştiriyorsun. Bu neyin kafası evlat böyle? İstişareyi bırakalı çok oldu zaten. Çünkü ben bilirim hem de en iyisi psikolojisine kapılmışsın. Sen böyle değildin. Ne ara böyle oldun. Yanında kimse kalmadı. Niye böyle oldu diyeceğine hep suçlu arıyorsun. Dün düşman bellediklerinle dost, dost bildiklerinle düşman olup çıkıveriyorsun. Gidenlerin yerine yenilerini koyarak yola devam edeceğini sanıyorsun. Bil ki yaptığın iş bir takım oyunudur. Takım oyunu da bugünden yarına oynanacak bir oyun değil, uzun zaman gerekir. Seni sevenler, hep yanındakilerden diyerek sana toz kondurmuyorlar ve senin bu olup bitenlerden haberinin olmadığını söylüyorlar. Tüm bunlara rağmen çok seviliyorsun. Sevenlerin etrafını sevgi duvarıyla örmüş durumdalar. Bence kafanı bu sevgi duvarından çıkarıp dışarıya bir bak. Kafanı da kumdan çıkar. Sevenlerinin yanında nefret derecesinde sevmeyenlerin de çok. Bence bunlara açıl. Beni niye sevmiyorlar diye bir güzel araştır. Bil ki yaşadığın hayat sana gösterildiği gibi toz pembe değil. Bu duvarı aşamadığın ve güvenilir insanlardan sağlıklı bilgi almadığın müddetçe eriyip gideceksin. Tüm bunların farkında olmalısın. Değilsen bu daha vahimdir. 

—Bu söylediklerine bakılırsa eksik yönlerim çok. Hiç beklemiyordum. Açıkçası beni övmeni bekliyordum.

—Övgüler geçmişte kaldı evlat. Bugün hala seviliyorsan geçmiş müktesebatın sayesindedir. Dikkat et, bu müktesebatı bitiriyorsun. Dost acı söyler misali baban olarak sana bunları söylüyorum. Sevenlerinin alkışlarından ziyade dostane eleştirilerde bulunanlara kulak ver. Sana gerçekleri söylemeyenlerden uzak dur. Zira onlar iyi gün dostudur. Tercihin kara gün dostu olsun.

—Aslında birçok şeyin farkındayım. Zaten hırçınlığım da bundan. Bu aşamada nereden başlayabilirim?

—Önce bir güzel tatil yap. Burada kafanı dinlendir. Dinlenirken de kendinle, yaptıklarınla ve yapamadıklarınla yüzleş. Çünkü her tatil her dinlenme ve her uyku her yüzleşme yeni bir başlangıçtır. Sonra hatalarını telafiye başla. Hatalarının hepsini telafi edemesen de telafi edebileceğin iradesini göster önce. Arkası gelecektir.

8 Kasım 2022 Salı

Bir Yabancı Gözüyle Biz *

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi* ismini ilk defa duydum. Tarih-i İslam isimli eserinin 535-536.sayfalarında bir yabancının Türklerle ilgili gözlemlerine yer vermiş. Sosyal medyada okuduğum bu gözlemi sizlerle paylaşmak istedim:

“Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır.

Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. 

Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır. 

Bir şahıs az nazik bir hikâye anlatır: 

O sırada müezzin ezan okumaya başlar. 

Hikâye anlatan hikâyeyi keser, namazını kılar, sonra hikâyesine kaldığı yerden devam eder.

Bir tacir yalan söyler, aldatır sonra namaz kılar sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder.

Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşguldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. 

Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder. Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alâkası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez hiç kimse bundan arlanmaz. Herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur…” (Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi; Tarih-i İslam, s. 535-536)

Bir yabancı gözüyle Türkler böyle imiş. Siz nasıl buldunuz bilmiyorum ama bana ilginç geldi ve yabancı nokta atış yapmış. Bu gözlemden adet ve alışkanlık haline getirilen namazın asıl amacına ulaşmadığını, Türk ve Müslümanların namaza önem verdikleri kadar ahlaki yöne önem vermediğini anlatmak istediğini anlıyorum. Hoş, Türklerin dışındaki diğer Müslümanların da bizden farklı olmadığını düşünüyorum. Yabancının bu gözlemine katılır veya katılmayız ama bir gerçek var ki dışarıdan bize bakan bizi böyle görüyor. Farz edelim ki böyle değiliz ama unutmayalım ki anlatamadığımız doğru, doğru değildir. Her ne kadar tüm yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın hesabını Allah'a verecek olsak da insanlar nezdinde karşı tarafın anladığı kadarız. Demek ki böyle bir algı var. Bu algıyı değiştirmek de bizim elimizdedir. 

Gözleme eleştirim, Türkler böyle denerek bir genelleme yapılmış kısmınadır. Bu genellemeyi yanlış buluyorum. Çünkü her Türk ve her Müslüman bu şekil değil. Kıldığı namazın hakkını vermekle beraber işini düzgün yapan insanımız da vardır. Ama bu şekil olanların sayısının az olduğunu söyleyebilirim.

*“Filibe doğumlu olan Ahmed Hilmi bu nedenle Filibeli Ahmed Hilmi olarak anılmıştır. Babasının görevi (şehbender/konsolos)nedeni ile de Şehbenderzade olarak anılır. İlk eğitimini Filibe'nin müftüsünden alan Ahmed Hilmi, daha sonra ailesiyle birlikte İzmir'e taşınmıştır. Eğitimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladıktan sonra Duyunu Umumiye’de çalışmaya başlamış, Beyrut'a atanmıştır. Siyasi bir mesele nedeniyle Beyrut'tan Mısır'a kaçmış, 1901'de tekrar İstanbul'a dönmüş fakat Fizan'a sürülmüştür. Tasavvufa olan ilgisi büyümüş, özellikle Vahdet-i Vücut düşüncesine inanmaya başlamıştır. Tasavvufi yönü fikirlerini büyük oranda etkilemiştir. Ekim 1914'te zehirlenerek ölmüştür. Zehirlenmesinin nedeni bilinememektedir. Masonlukla ve Siyonizm’le mücadele eden ilk kişilerdendir. Dolayısıyla ısrarla karşı çıktığı ve düşmanı olmuş masonlarca zehirlendiği söylenmiştir. Ancak masonlarca zehirlendiği iddiaları ölümünden bir süre sonra ortaya atılmıştır. Gerçek ölüm nedeni bakır zehirlenmesidir”. (Wikipedi)

*11/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.