21 Temmuz 2022 Perşembe

Yardımlara Nereden Başlanmalı? *

1993 yılında iki ay askerlik yapmak üzere Burdur 58. Tugay Komutanlığına teslim oldum. Yemin töreninde tugay komutanının dediğine göre Sivas’taki askerin aldığı temel eğitimi almış bulunmaktayız. Bir ayı doldurmuştuk ki sıraya aldılar bizi. Dediler, asker harçlığınız dağıtılacak. Yanlış hatırlamıyorsam, verilecek para 39 lira idi. Başımızdaki görevli, “Sırası gelen aldım diye imzasını atsın. İsteyen Mehmetçik Vakfına bağışlasın” dedi. İmzasını atan, gönüllü-gönülsüz bağışlıyorum diyerek geçip gitti. Sıra bana gelince, ben alacağım dedim. Herkes beni bekliyormuş ki ardımdan gelenlerin çoğu da harçlıklarını aldı.

Harçlık dağıtım işi bittikten sonra aynı koğuşu paylaştığım bazı bedellilerin, aldıkları harçlıkları uzun dönem askerlik* yapanlardan ihtiyaç sahiplerine verdiklerini gördüm. Yardım yapanlar da dini hassasiyeti olanlar değildi. Hem yardım yapmaları hem de bu yardımı gözlerinin önündeki ihtiyaç sahiplerine vermeleri hoşuma gitti. Öyle ya yapacağın yardıma en yakınından başlamak gerek.

İkinci ay harçlıklarımızı alma zamanı yaklaştı. Koğuş ve içtima alanlarında ikili konuşmalar hız kazandı. Konu da alınacak harçlığın ne yapılacağı? Dini hassasiyeti olmayanlar yine Burdur’da askerlik yapan uzun dönem askerlik yapanlara verelim hesabı yaparken, dini hassasiyeti olanlar ise kendi cemaatlerine bağlı vakıf ve derneklere yardım yapalım şeklinde bir kulis faaliyeti yürütmeye başladı. Böyle biri de benim yanıma geldi. İstanbul’da bir vakıfları varmış. Bu vakıf öğrencilere yardım yapıyormuş. Sonrasını kim, nereye verdi bilmiyorum. Ama durum bu şekil idi.

Yardım yardımdır, veren el olmak güzeldir. Buna eyvallah denir. İsteyen de nereyi ve kimi ihtiyaç görürse, yardımını oraya yapar. Zira bu bir tercihtir. Verdiğim bu iki örnekte de iki ayrı zihniyet yardım yapmış ama dini hassasiyeti olmayanlar yardımı yakınındakine, dini hassasiyeti olanlar ise uzak bölgeye yardım yapmayı tercih etti. Sizce hangisinin yaptığı daha doğru? Bu konuda ne düşünürsünüz bilmem ama bence yakına yapılan yardım daha uygun olanı idi. İslam’a göre de bu durum böyle değil miydi zaten.

Harçlığın değerlendirmesi gibi bir de promosyonların değerlendirilmesi olayına örnek vermek istiyorum. Devlet memurları iki-üç yıllığına maaş aldıkları bankalardan promosyon alırlar. Kimi bu parayı alır, ihtiyaçlarına harcar kimi de başka ihtiyaç sahiplerine verir. Daha bu promosyonlar hesaplara geçmeden yine vakıf ve dernek bağlantılı kişiler ya telefon açar ya da mesaj gönderir: “Şayet kullanmayacaksanız, bizim bir vakıf veya derneğimiz var. En azından bir kısmını oraya bağışlayabilirsiniz. Şu da ibanımız” şeklinde hummalı bir çalışma içine girer.

Burada promosyon caizdir veya değildir üzerinde durmayacağım. Yardım şuraya yapılır veya buraya yapılır demeyeceğim. İsteyen istediği şekilde tasarruf eder. Aynı şekilde birileri, bağlı bulunduğu cemaat, vakıf ve dernek için de yardım talep edebilir. Bu konuda kimseyi ne ayıplarım ne de yargılarım. Değinmek istediğim husus, yukarıda harçlık konusunda olduğu gibi insanların, yapacağı yardıma en yakınından başlamaları ve bunların içerisindeki en ihtiyaç sahiplerini tespit etmeleri. Eğer çevresinde ihtiyaç sahibi yok ise ondan sonra uzağa vermeleri. Doğrusu da budur diye düşünüyorum. Birileri, yakınımdakiler ihtiyaç sahibi ama uzaktaki bunlardan daha ihtiyaç sahibi olabilir diye düşünebilir ya da bu yakınımdakiler hak etmiyor diyebilir. Kimin ihtiyaç sahibi olduğunu bilemem ama uzaktan davulun sesi gür gelir bunu bilirim ve her türlü yardımda en yakın gözetilmeli derim.

*O zamanlarda uzun dönem askerlik süresi yanlış hatırlamıyorsam, 15 ay idi. Genel Kurmay’ın ihtiyacım var demesi üzerine bu uzun dönem askerlik yapanlar, üzerine bir 4 ay daha askerlik yaptılar.

*09/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

20 Temmuz 2022 Çarşamba

Korkularım ve Korkularımız (2) *

Bazı korkular da vardır ki kronikleşmiştir ve bazıları için bu korku bulunmaz nimettir. Mesela CHP bu milletin çoğunluğu için bir korkulu rüyadır. Özellikle sağ siyaset bu parti üzerinden çok partili sisteme geçildiği yıldan itibaren ekmek yemiştir ve halen yemeye devam etmektedir. Çünkü bu partinin tek parti döneminde yaptıkları, meydanlarda ve kapalı kapılar arkasında o kadar işlenir ki bu korku bu milletin kahir ekseriyetine yeter de artar bile. Adını duyar duymaz aman aman denir. Ne denir bir hatırlayalım: "Efendim, bu parti var ya bu parti, bunlar din düşmanı. Geçmişte Kur'an'ı yasakladılar. Dinsiz bunlar. Başörtüsü zulmü bunların eseri. Allah muhafaza iktidara bir gelirlerse, kızlarımızın başını açarlar. İmam Hatip Okullarını kapatırlar. Bunların iktidarında dindara yer yok. Siz bilmezsiniz bunları. Bunlar ekmeği bile karneye bağladılar. Ezanı Türkçeleştirdiler. Bunları iktidara getirin de o zaman görün gününüzü..." vb. denerek sürekli korku pompalanır. Ondan sonra gelsin oylar ve iktidarlar.

İşin garibi, korkutulan parti, 1950'den beri tek başına iktidar yüzü görmemiştir. Tek parti döneminin sorumlu faillerinden de bugün aktif siyasette olan yoktur. Çoğu da ölmüştür. Bu parti iktidar olacak şekilde her seçime hazırlanır ama yeri hep ana muhalefet olmuştur. Darbımesel haline gelen bu geçmiş uygulamalar milletin genlerinde kötü bir iz bırakmış olmalı ki parti yönetimi değişse de halk bunların genlerinde var diyerek bu partiyi iktidara getirmiyor. Bu demektir ki seçmenin çoğunluğu bu partiye güvenmiyor, parti de güven vermiyor. Bugün bu parti, bir değişim ve dönüşüm yaşasa da diğer kesimlerin oyunu almaya çalışsa da partili bazı zevatın zaman zaman yersiz çıkışları, halkın bir kesiminde “bunlar bir zihniyeti temsil ediyor ve bu zihniyet değişmez” imajını perçinliyor. Böyle olunca meydan sadece sağ siyasete kalıyor ve sağ siyaset alternatifsiz oluyor. Haliyle seçim sonuçları bıçak sırtı olmuyor. Devamlı sağ siyaset lehine yürüyor. Bu da siyasetimizin kendisini yenilemesinin önündeki en büyük engeldir.

Türkiye siyasetinin kendisini yenilemesi ve ülke yönetimine olumlu katkı sunabilmesi, iktidar alternatiflerinin olmasına bağlıdır. Türkiye ne yapıp ne edip iktidar alternatifi üretebilmelidir. Değilse, Türk siyaseti sağ siyasetin lehine olacak şekilde yerinde saymaya ve geri geri gitmeye devam edecektir. Hep bir kısır çekişme olacaktır. Zira her seçim malumun ilamıdır. Burada CHP iktidara gelmelidir ya da getirilmelidir gibi bir niyetimin olduğu anlaşılmasın. Şu parti bu parti, şu ittifak bu ittifak benim için fark etmiyor. Zira hiçbiri bana güven vermiyor. İstediğim, ülkeye katma değer üretecek şekilde birbirinden farklı zihniyetteki partilerin iktidara gelmesidir. Bu da seçimlere ayrı bir renk katacaktır. Partiler eşit bir şekilde yarışacaktır. Nefes nefese geçecek bir seçim sonucunun ortaya çıkacağını düşünen iktidarlar, çalışmazsam millet bana yol verir endişesini taşıyarak bu ülkenin lehine olacak şekilde çalışmalara imza atacaktır. Bundan da tüm ülke kazançlı çıkacaktır.

Buradan tekrar korkularımıza gelirsek, Türkiye ne yapıp ne edip Tek Parti Dönemi ile yüzleşmelidir ve bu dönemin korkusunu şöyle veya böyle yenmelidir. Burada başkasına malzeme vermeyecek şekilde CHP’nin kendisini dönüştürmesi, yenilemesi, halka güven vermesi, halkın kafasındaki korkuları gidermesi ve halkı ikna etmesi gerekiyor. Çünkü siyaset ikna işidir.

CHP iktidara gelirse, Tek Parti Dönemindeki yaptıklarını tekrar yapar mı? Devletin yasama, yargı ve yürütme erki birbirini denetleyecek şekilde olursa yapamaz. Ne zaman yapar? Devletin kendisi olursa yani devletleşirse veya yasama-yürütme ve yargı tek elde toplanırsa eski yaptığını yapar. Çünkü kendisini parti olarak değil de devletin kendisi görürse, bu risk daima vardır. CHP’nin 38-50 arasında yaptığı da bundan farklı değildir. Yani CHP, bu dönemde devletin kendisi olmuştur. Bu durum diğer partiler için de geçerlidir. Hangi parti güç bende diyerek devletin tüm yetkilerini kendinde toplarsa, partiden ziyade devlet olur. Bu da o partiyi gerisin geriye götürür.  Bugün AK Parti’nin durumunu da böyle görüyorum. AK Parti devletin kendisi veya kurumlarıyla mücadele ettikçe oyunu yükseltmiştir. Ne zaman ki devletin kendisi olmuşsa, gerilemeye başlamıştır.

Hasılı hangi tür korku olursa olsun, korkularımızla yüzleşmemiz gerekir. Değilse bir defa öleceğiz ama her korku ölümden beterdir. Ölür ölür diriliriz. Bu da ölmekten beter bir durumdur.

*05/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Korkularım ve Korkularımız (1) *

“And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenlere müjdele!” cümlesi Bakara 155.ayetin meali. Bu ayetin anlamını çoğumuz biliriz. Orijinali de aşağı yukarı her ortamda özellikle cenazelerde aşırı şerif olarak okunur. Çoğu kimsenin de ezberinde bu kısım. Mealde Allah korku, açlık, mal, can ve ürün azaltmakla imtihan edeceğini belirtiyor. Öyle ya, hepimiz için bu dünya karşılığını öbür dünyada göreceğimiz bir imtihan dünyasıdır. Birbirine benzese de Allah her birimizi gücümüz nispetinde farklı farklı imtihan ediyor. Buna amenna.

Ayetin açıklamasına yer vermeyeceğim. Zira mal, can, ürün ve açlıkla imtihan herkesin malumu. İzninizle korkuyla imtihan edilmemiz üzerinde durmak istiyorum. Zira dikkat çekici buldum. Ayetin açılımını “Biz sizi açlık korkusuyla, mal korkusuyla, can korkusuyla ve ürünleri azaltma korkusuyla imtihan ederiz” şeklinde anlıyorum. Gördüğünüz gibi imtihanlar farklı olsa da her birinin sonunda korku var. Korku deyip de geçip gitmeyelim. Bir şeylerden korkan bir insana korkma demek kolay. Korkan kimsenin de tamam, korkmayayım demesi de kolay ama korkma ve korkmayayım demekle iş bitmiyor. Korkmaması gerektiğini bilen bile korkmaya devam ediyor. Çünkü korku başlı başına yenilmesi gereken bir sorundur. Amma velakin kaçımız korkularımızla yüzleşip korkmaz hale gelebiliyor.

Korku, ayıplanacak bir şey değil. Zira insani bir histir. Kimi anlıktır kimi ise uzun süreli kimi de ilanihaye devam eder. Bazı korkular vardır ki deneme-yanılma ve tecrübeyle nice sonra korkmaz hale gelebiliyor. Bazı korkular var ki doğumdan ölüme kadar peşimizi bırakmıyor. Ayette geçen mal, can, ürün ve açlık korkusu da bu tür korkulardır. Bizimle beraber öbür dünyaya kadar gider. Bazı korkular da vardır ki başkasınca anlamsızdır ama onu ilgili kişiye sormak gerek. Zira kafasında bir korku oluşturmuştur, onu bir türlü yenemez. Bazı korkular da vardır ki üzerine üzerine gideriz ve sonunda o korkuyu yeneriz. Bazen de kaçarız korkudan. Hatta o korkuyu o kadar büyütürüz ki bir paranoya hali bile yaşarız.

Gördüğünüz gibi bir korkudur gidiyorum. Ağzımda eveleyip geveliyorum. En iyisi örneklerle korkularımızı açıklamaya çalışayım.

Küçük çocuk, gürül gürül yanmakta olan sobaya dokunmaya çalışır. Cıs demeye aldırmaz. Ne yapıp ne edip dokunacak o sobaya. Sonunda kimseden habersiz elini dokunur. Gerçekten yakıcı olduğunu görür ve basar çığlığı. Bu deneme onun için iyi bir tecrübedir. Artık bundan sonra yanmayan sobadan bile kaçınır.

Köpek korkusu da böyledir. Yeter ki kaçmaya gör. Kaçtıkça arkamızdan kovalar bizi. Durmamız gerektiğini bilmemize rağmen tabana kuvvet koşarız. Ne zaman korkumuzu yenip koşmadığımız zaman ardımızdan köpeğin gelmediğini görürüz. Hah şöyle ya deriz. Tecrübeliler, köpek gelirken oturursan, bir şey yapmaz derler. Bugünlerde bunu deniyorum ama köpek bu. Oturuyorum ama içim dışıma çıkıyor. Ne çektiğimi ne ecel terleri döktüğümü, bildiğim tüm duaları okuduğumu bir ben bilirim bir de Allah.

İlkokula giderken benden bir iki yaş büyük biri her gördüğü yerde beni döverdi. Ona görünmemek için çok yolumu değiştirdim. Sadece ben değil, herkes çekinirdi ondan. Zira hasta ve deli dolu biriydi. Bir anı diğer anını tutmaz, ne yapacağı belli olmazdı. Bir gün bu hasta tiple aynı sınıfta okuyan amcaoğlum, seni amcaoğluma söyleyeceğim de. Sana bir daha ilişmez dedi. Bu yöntemi denedim. Oymuş, bir daha ilişmedi bana. Oh be dünya varmış dedim. 

Ben böyle çok korkan biriyim. Hemen hemen her şeyden korkarım. Küçüklüğümden beri böyleyim. Nedense bir başkası da benden korkuyor. Çok mu korkunç biriyim? Olsa olsa korkusuz korkak olurum ama onu gel de ona anlat. Bu zatı muhtereme işiyle ilgili birkaç defa nasihat ettim. Baktım olacak gibi değil, zaman zaman uyardım. İki lafının biri sizden korkuyorum dedi durdu. Ne isem artık. Bir gün kendisine, böyle olmayacak, sizinle iş ortamı dışında dışarıda oturup konuşalım. Şu korkunu yen dedim. İsteksiz bir şekilde kabul etti. Oturduk. Söyle bakalım dedim. Dedi ben sizden korkuyorum. İyi de sana ne yapabilirim dedim. Korkuyorum işte dedi. Bak delikanlı, sana şu üç yönden zararım dokunabilir. Birincisi, ders programını bozarım. Bak kaç yıldır çalışıyoruz. Ders programın nasıl dedim. Allah var, ders programını iyi yapıyorsun, memnunum dedi. Yaptığın şeylerden dolayı fırsat bu fırsat deyip inceleme ve soruşturma açabilirim. Yaptım mı bugüne kadar dedim. Yok, yapmadın dedi. Yılda bir kez aralık ayında sicil notu veririm. Git il MEM’e dilekçe ver. Son üç yılın ortalamasını öğren dedim. Gittim oraya, notumu da öğrendim. Yüksek vermişsin dedi. İyi de mübarek, elimdeki tüm kozlar bu iken ve bunlardan dolayı benden bir mağduriyet yaşamamışsan, hala benden niye korkuyorsun dedim. Bilmem, nedense korkuyorum dedi. Sen korkmaya devam et. Zira bu korkunun tedavisi yok dedim. Başka da ne yapabilirdim. Kendisine o kadar açık çek verdim, beyefendi, yine benden korkmaya devam etti. Karşımda ne kadar hata yapmamak için uğraştıysa da beceremedi. Ölümden beter bu korku, kurumdan ayrılıncaya kadar da devam etti. Sonrasında bir daha da karşılaşmadık. Öyle zannediyorum, bugün karşılaşsak, yine dizlerinin bağı çözülür. Gözüne nasıl görünüyorsam artık. (Devam edecek.)

*02/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.