Ana içeriğe atla

Yardımlara Nereden Başlanmalı? *

1993 yılında iki ay askerlik yapmak üzere Burdur 58. Tugay Komutanlığına teslim oldum. Yemin töreninde tugay komutanının dediğine göre Sivas’taki askerin aldığı temel eğitimi almış bulunmaktayız. Bir ayı doldurmuştuk ki sıraya aldılar bizi. Dediler, asker harçlığınız dağıtılacak. Yanlış hatırlamıyorsam, verilecek para 39 lira idi. Başımızdaki görevli, “Sırası gelen aldım diye imzasını atsın. İsteyen Mehmetçik Vakfına bağışlasın” dedi. İmzasını atan, gönüllü-gönülsüz bağışlıyorum diyerek geçip gitti. Sıra bana gelince, ben alacağım dedim. Herkes beni bekliyormuş ki ardımdan gelenlerin çoğu da harçlıklarını aldı.

Harçlık dağıtım işi bittikten sonra aynı koğuşu paylaştığım bazı bedellilerin, aldıkları harçlıkları uzun dönem askerlik* yapanlardan ihtiyaç sahiplerine verdiklerini gördüm. Yardım yapanlar da dini hassasiyeti olanlar değildi. Hem yardım yapmaları hem de bu yardımı gözlerinin önündeki ihtiyaç sahiplerine vermeleri hoşuma gitti. Öyle ya yapacağın yardıma en yakınından başlamak gerek.

İkinci ay harçlıklarımızı alma zamanı yaklaştı. Koğuş ve içtima alanlarında ikili konuşmalar hız kazandı. Konu da alınacak harçlığın ne yapılacağı? Dini hassasiyeti olmayanlar yine Burdur’da askerlik yapan uzun dönem askerlik yapanlara verelim hesabı yaparken, dini hassasiyeti olanlar ise kendi cemaatlerine bağlı vakıf ve derneklere yardım yapalım şeklinde bir kulis faaliyeti yürütmeye başladı. Böyle biri de benim yanıma geldi. İstanbul’da bir vakıfları varmış. Bu vakıf öğrencilere yardım yapıyormuş. Sonrasını kim, nereye verdi bilmiyorum. Ama durum bu şekil idi.

Yardım yardımdır, veren el olmak güzeldir. Buna eyvallah denir. İsteyen de nereyi ve kimi ihtiyaç görürse, yardımını oraya yapar. Zira bu bir tercihtir. Verdiğim bu iki örnekte de iki ayrı zihniyet yardım yapmış ama dini hassasiyeti olmayanlar yardımı yakınındakine, dini hassasiyeti olanlar ise uzak bölgeye yardım yapmayı tercih etti. Sizce hangisinin yaptığı daha doğru? Bu konuda ne düşünürsünüz bilmem ama bence yakına yapılan yardım daha uygun olanı idi. İslam’a göre de bu durum böyle değil miydi zaten.

Harçlığın değerlendirmesi gibi bir de promosyonların değerlendirilmesi olayına örnek vermek istiyorum. Devlet memurları iki-üç yıllığına maaş aldıkları bankalardan promosyon alırlar. Kimi bu parayı alır, ihtiyaçlarına harcar kimi de başka ihtiyaç sahiplerine verir. Daha bu promosyonlar hesaplara geçmeden yine vakıf ve dernek bağlantılı kişiler ya telefon açar ya da mesaj gönderir: “Şayet kullanmayacaksanız, bizim bir vakıf veya derneğimiz var. En azından bir kısmını oraya bağışlayabilirsiniz. Şu da ibanımız” şeklinde hummalı bir çalışma içine girer.

Burada promosyon caizdir veya değildir üzerinde durmayacağım. Yardım şuraya yapılır veya buraya yapılır demeyeceğim. İsteyen istediği şekilde tasarruf eder. Aynı şekilde birileri, bağlı bulunduğu cemaat, vakıf ve dernek için de yardım talep edebilir. Bu konuda kimseyi ne ayıplarım ne de yargılarım. Değinmek istediğim husus, yukarıda harçlık konusunda olduğu gibi insanların, yapacağı yardıma en yakınından başlamaları ve bunların içerisindeki en ihtiyaç sahiplerini tespit etmeleri. Eğer çevresinde ihtiyaç sahibi yok ise ondan sonra uzağa vermeleri. Doğrusu da budur diye düşünüyorum. Birileri, yakınımdakiler ihtiyaç sahibi ama uzaktaki bunlardan daha ihtiyaç sahibi olabilir diye düşünebilir ya da bu yakınımdakiler hak etmiyor diyebilir. Kimin ihtiyaç sahibi olduğunu bilemem ama uzaktan davulun sesi gür gelir bunu bilirim ve her türlü yardımda en yakın gözetilmeli derim.

*O zamanlarda uzun dönem askerlik süresi yanlış hatırlamıyorsam, 15 ay idi. Genel Kurmay’ın ihtiyacım var demesi üzerine bu uzun dönem askerlik yapanlar, üzerine bir 4 ay daha askerlik yaptılar.

*09/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde