12 Haziran 2022 Pazar

Kiralık Katil mi, Kiralık Akıl mı? *

Çocukluğumuz ve gençliğimiz Yeşilçam’da çevrilen Türk filmlerini seyretmekle geçti. İzlediğimiz filmlerin başrolünde yer alan oyuncular ve filmlerin isimleri farklı olsa da konuları genelde birbirinin kopyası şeklinde idi. Ağırlıklı olarak ya kan davası ya aşk konusu ya tecavüz sahneleri ya da parasızlık ve geçim derdi vs. konusu işlenirdi.

Fazla olmamakla beraber bazı Türk filmlerinde de kiralık katile yer verilirdi. Kiralık katil için kötüler başroldeki oyuncuyu seçerler. Çünkü hem işini temiz yapar, gözü pek biridir hem de mecburdur kiralık katil olmaya. Zira oğlu, kızı veya hanımı ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Tedavisi ülkede yapılamadığı için yurtdışına gitmesi gerekir. Bunun için de çok para gerekir. Katil olmaya zorlamak için bazen de çocuğu kaçırılır. Başroldeki oyuncu kiralık katil olma teklifini duyar duymaz beyninden vurulmuşa döner. Teklifi reddettiği gibi kapıyı pencereyi yumruklar, gelenleri kapı dışarı eder. Oyuncumuz eşinden, dostundan, çevreden borç para ister ama bulamaz. Sonunda naçar kalır, kiralık katil olma teklifini kabul eder.

Başroldeki oyuncu işi beklendiği gibi bitirir. Önerilen parayı alır. Çoluk çocuğunu tedaviye gönderir. Bu tedavi de işe yaramaz. Çünkü çocuk ölmüştür. Kendisi de içeri girer. Ya aftan yararlanır çıkar ya da cezasını çeker çıkar. Cezasını çekse de tövbekar olsa da herkes onu katil bilir, kimse iş vermez, aşık olduğu kız kiralık katil olduğunu öğrenince yüzünü çevirir. Bazen de vadedilen para verilmeyince ve sözler tutulmayınca hapis sonrası oyuncumuz elini kana bulayanlara döndürür tüm okları. Film genelde bu minval üzere devam eder.

Kiralık katillik başta başrol oyuncu olmak üzere toplum tarafından tasvip edilmez. Buna rağmen bu fiil işlenmiştir. Çünkü oyuncu maddi sıkıntıdan veya başka sebeplerden dolayı buna mecbur kalmıştır. Oyuncumuz her ne kadar katil olmaya mecbur kalsa da burada sorgulanması gereken, kişinin aklını kullanmadığıdır. Ama bir hakkı teslim edelim, kiralık katil de olsa bu eylemi yaptıktan sonra pişmanlık duyar, uykudan kabus görerek uyanır ve vicdanını rahatlatmak için öldürdüğü kişinin ailesine yardım etmeyi, onları koruyup kollamayı kendine vazife bilir... Gel gör ki son pişmanlık fayda vermez. Zira olan olmuştur. Ama şu var ki hayatının geri kalan kısmını zevksiz ve tatsız geçirir, pek huzur bulmaz. 

Aklını kullanmayanlar sadece kiralık katil olanlar mıdır? Keşke bununla sınırlı kalsaydı. Piyasada öyle aklını kullanmayanlar vardır ki say say bitmez. Adına parti disiplini derler. Vekili de belediye başkanı da içine sinse de sinmese de siyasi parti liderinin dediğini yerine getirir. Meclis buna en güzel örnektir. İçeriğini bilmese bile vekil grup başkan vekilinin tavrına göre hareket eder. O parmak kaldırırsa kaldırır, karşı çıkarsa karşı çıkar. Aynı şekilde bir cemaat veya tarikata bağlı biri de cemaat liderinin her yaptığını, her söylediğini hikmet olarak görür. Yine toplumda çokları, siyasi ve dini bir konuda veya sosyal bir konuda nasıl tavır alınacağını sevip saydığı siyasi lidere göre belirler. Olay ilk vuku bulduğunda; gözü kulağı, sevip saydığının ne söyleyeceğindedir. Çünkü onun için tek doğru onun söylediğidir. Hatta bazıları bir olayın ardından bir görüş belirtse bile liderinin tavrına göre görüşünü yeniler. O ne dediyse doğru odur, yanlış da odur. Kimilerine göre doğru ve yanlışın ne olduğu, sözü kimin söylediği ile orantılıdır. Sevdiği söylediyse yanlış da olsa doğrudur. Nefret ettiği söylediyse, doğru da olsa yanlıştır. 

Kiralık katil ile aklını kiraya verenlerin ortak noktası her ikisinin de aklını kullanmaması. Farkları ise;

Kiralık katil aklını kullandırdığını biliyor, diğerleri ise gönüllü oldukları için aklını kullandırdığını bilmiyor. 

Kiralık katil bundan dolayı pişmanlık duyuyor ve üzülüyor. Diğerleri ise hayatlarından memnun. Hatta dört köşeler. Niye böyle olmasınlar? Nasılsa düşünme, analiz, kafa yorma, acaba gibi dertleri yok. 

Kiralık katil bu duruma mecburiyetten girmiş. Diğerleri ise gönüllü fedai. Bu fedailik sayesinde aidiyet duyguları tavan yapıyor ve bu sayede kişilik kazanmış oluyorlar. Başkasının aklıyla hareket ediyorsun desen bunu kabul etmezler. Bu benim görüşüm derler. 

Kiralık katil bedel öder. Diğerleri ise bedel ödemezler. Bedeli tüm millete ödetirler...

*22/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Pazar Notlarım *

Bugünün yürüyüşü için 12.30'da dışarı çıktım. Ne tarafa gideyim derken rampa çıkmak damdı içime. Tam Akyokuş tarafına meyledeyim derken baktım hava yağışlı. Yağmura yakalanmayayım ve yağmur yağınca sote bir yer bulurum düşüncesiyle Evliya Çelebi parkuruna yöneldim. Yolda ilerlerken bir dostumun çay içelim mesajına, 13.30'da buluşmak üzere kavilleştik.

Çay muhabbetine kadar 1 saat yürüdüm parkta. Evliya Çelebi gibi dünyayı dolaşamasam da adına yapılan parkta turladım durdum. Güzel de oldu. Güzelliği bozan şeyler, parkurda yürüyüş adabını bilmeyenler. Ya tersinden yürüyüş yapanlar çıkıyor ya da yolu düzgün seçip yürüyeyim mi yürümeyeyim mi diyenler eksik olmuyor. Maşallah, zıt veya doğru yoldan yürüdükleri halde önden veya arkadan bir tempoda gelenleri engelliyor muyuz diye zerrece bir düşünceleri yok. Mecburen parkur dışına çıkıp çimlerin üzerine basarak sollamak zorunda kalıyorsun. Böyleleri niçin kaldırımları ya da mesire yerleri seçmezler, anlamak zor. Bir de karşıdan karşıya geçenler oluyor. Tam sen geçerken aradan önüne geçiyor. Tüm maksatları hızını kesmek. Bunda da başarılı oluyorlar. Tebrik etmek lazım bunları. 

Çay saatine ramak kala, günlük yürüyüş adımımı bitirdim. Elimi, yüzümü yıkamak için caminin şadırvanına girdim. Çıkarken bir baktım ki bir telefon. Etrafta da kimsecikler yok. Aldım elime, parktaki kafeteryaya götürdüm. Bunu birileri alır götürür. Sizin buraya koyalım. Sahibi kimse az sonra aramaya gelir dedim ama çalışan, camiye bırak, burası olmaz dedi. Namaz vakti olsa gidip imama vereceğim ama gitsem camide görevli de bulamam. Ne yapayım derken tekrar şadırvana geldim. Dışarıdan gelip geçenlere, burada telefonunu unutan var mı diye birkaç defa seslendim. Benim diyen çıkmadı.

Elimde telefon bekleyemezdim. Çünkü randevulaştığım arkadaşlar da Tavus Baba da oturalım diye telefon açtılar. Çaresiz telefonu aldığım yere bıraktım. Tam çıkarken 14-15 yaşlarında bir çocuk, yandım Allah dercesine koşarak geliyor. Telefon senin mi yoksa dedim. Evet amca. Camiye girmiştim. Orada aklıma geldi dedi. Çocuk adına sevindim. Çünkü gelip bulamayabilirdi telefonunu.

Meram Yeni Yol'a çıkarak sözleştiğimiz iki arkadaşa katıldım. Tavus Baba'ya çıktık. Boş bir masa bulup oturduk. Arkadaşlar, hazırlıklı gelmiş bu arada. Evden çay demlemişler, simit ve çekirdek almışlar. İkram sahibine, hocam, maşallah iyisin. Bu devirde simit ve bagajında Ayçiçek yağı gördüm dedim gülüştük. Yağın fiyatını sordum. Fiyatı yüksekti ama gördüğüm etiketlere göre bu fiyat makul geldi. Dönüşte kalırsa ben de almak isterim dedim. Termos çayını bolca afiyetle içtik, simitleri yedik. Ayçiçeğinden çitledik. Muhabbetimizi yaptık. Ortaya çıkan çöpleri giderken götürmek için çöp poşetine koyduk. Keselerine bereket. 

Muhabbeti bozan görüntüler de eksik değildi. Çimin üzerinde mangal yakanın, rüzgarla birlikte bize kadar ulaşan dumanından ve kokusundan nasibimizi aldık. Yukarı doğru inip çıkan araçlardan kulakları patlatırcasına gelen çeşit çeşit müzikler de aha bir görgüsüz daha dercesine onlara bakmamıza sebep oldu. Zira biz geçiyoruz. Bu da bizim imzamız derler gibiydi. Sağımızdan-solumuzdan, sarmaş dolaş olmuş gelip geçen gençleri görünce, gençliğimde böyle enstantaneler yaşayamadığıma hayıflandım. Tepeye özellikle aşk bahçesine çıksaydım, hayıflanmam biraz daha artacaktı. Bu da beni bitirirdi. Bereket zirvenin yamacında kalmışız. Aniden inen yağmur daha fazla hayıflanmamın önüne geçti. Arabaya attık kendimizi. Bundan sonrasını, yasak bölgede mangal yakarak bizi kokusundan ve dumanından mahrum etmeyen komşumuz düşünsün. Çünkü yerken yağmura yakalanmış olmalılar. 

Yağmurla birlikte Meram Yeni Yol, Meram Yaka ışıklarında durduk. Yeşil yandı. Önden bir araç geçebildi. Biz dahil diğerleri yeniden kırmızıya yakalandı. Çünkü solumuzdaki araç bozulduğu için yerinden kalkamadı. Arkasındaki araç da bizim önümüze kırdı. Ne bizi geçirdi ne arkadakileri ne de kendisini. Kendisine Müslüman derim böylelerine. 

Yol arkadaşlarım, evimin güzergahından geçerek beni evime bıraktılar. Onların ardından eve girmeden, yağın alındığı markete girdim. Yağ alıp çıkacağım. Yağa hanım da çok sevinecek. Çünkü kaç yıldır eve Ayçiçek yağı girmemişti. Birkaç defa istemişti benden. Aklının ucundan bile geçirme. Zira yağların yanına varılmıyor demiştim. 

Bir beşlik aldım. Baktım sınırlama yok. Haydi bir daha alayım dedim. İkiledim tenekeyi. Garibime giden, ikindiden sonra olmasına rağmen paketinden açıldığı gibi duruyor yağlar. Yağ almak için gelen de yok. Millet istihbaratı aldı. Ya yağlar düşecek ya da zamanında bol bol alındı. İhtiyaçları yok. Açıp açıp kullanıyorlar. Yağın fiyatı düşerse, bilin ki bu beni bitirir. Hoş, varsın ben biteyim de milletin yüzü gülsün. 

Yağı aldım. Giderken çaylara baktım. En son gördüğüm marketteki çay fiyatına göre üç lira daha düşük. Burada da bir tane ile sınırlı uyarısı göremeyince dört paket birden aldım. Ucuz gördüm mü kaçırmam bilirsiniz. Bu arada benden başka da çay alan yoktu yine...

Boynumun borcu yürüyüşümü yapmışım. Bir çocuğun telefonunu bulmasına dolaylı da olsa katkıda bulunmuşum. Nicedir çay muhabbeti yapmadığım dostlarımla çayın ve muhabbetin dibine vurmuşum. Zamlı tarife dolayısıyla el sürmediğim memur kebabını yemişim. Milli meselemiz yağı alabilmişim, milli içeceğimiz çaydan dört paket kapmışım. Daha ne isterim. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla kasaya doğru giderken, markete girerken önümden giren karı kocayı peynir reyonunda gördüm. Buraya da bakmak istedim ama tapulu malları gibi bırakıvermediler. Etiketlere bakıp durdular. Yanlarından geçip giderken bir şey almadan peşim sıra gelmeye başladılar. O bölümde bir ben varım bir de muhteşem ikili. Az sonra sessizliği bana duyuracak şekilde koca bozdu: "Şu fiyatlara bak. Memleketin içine ettiler. Millet de iş yok, ses yok" şeklinde söylenip durdu. Sanırım umudu bendim. Benden de umduğunu bulamayınca çekip gittiler. Daha çok beklerler. Zira sözün ve her şeyin bittiği yerdeyiz. 

Kasaya yanaştım. Poşet dahil, 4 paket çaya ve iki teneke ayçiçeği yağına 502 papel sayıp evimin yolunu tuttum. 

*15/06/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Biz Bu Haltı Niye İşledik? *

Üstadım, bir ekonomik sıkıntıdan geçtiğimiz malum. Sebepleri arasında güvensizlik, yönetim yanlışları, inatçılık, iç ve dış güçler, yanı başımızdaki savaş, salgın, emtia sıkıntısı, israf, kur garantili TL, cari açık, zamlar; köprü, yol ve hastanelere geçiş garantisinin verilmesi vs. sayılabilir. Bunların üzerinde durmayacağım.

Nereye gelmek istiyorsun?

En büyük sorunlardan biri dövizin ateşinin söndürülememesi yani TL’nin döviz karşısında erimesi.

—Kur Garantili TL ile tedbir aldılar. Üzerinde köpük varmış. 

—İyi de tekrar aynı seviyeye yaklaştı. Yakında Aralık 2021'deki seviyeyi geçecek. Madem kısa zamanda eski hamam eski tas olacak idiyse, biz bu kur garantisini niye verdik? Şimdi bir de dövizini bozdurup TL'ye yatıranlara ilave para verilecek. Bu yük de bize binecek. Akıl var, mantık var, bizim olmayan paraya garanti verilir mi hiç?  

—Sana önce bir anekdot anlatayım:

“Bir borsacı yanına yetiştirmek üzere yeni bir çırak alır. Borsanın inceliklerini anlatır çırağına. Arlarında şu konuşma geçer:
—Bak evladım, borsayı iyi değerlendireceksin. Fırsatları lehine çevirmeyi bileceksin. Ayağına gelen fırsatı asla geri tepmeyeceksin.

Çırağı da hocasını can kulağıyla dinler. Yürürken bir parka girerler. Borsa ustası yerde bir köpek pisliği görür ve talebesine,
—İşte fırsat ayağına geldi. Şu köpek pisliğini yala. Al bir milyarı benden.
—Ustam olur mu öyle şey, pislik yalanır mı hiç?
—Borsa fırsatları değerlendirme yeridir. İşte fırsat.
Çırak, çaresiz köpek pisliğini yalar. Karşılığında ustasının uzattığı bir milyarı cebine koyar. Ağzı batsa da iş yapmadan kazandığı para hoşuna gider.
Yürürlerken parkın çıkışına gelirler. Yerde bir köpek pisliği daha. Çırak ustasına seslenir.
—Ustam, aha bir köpek pisliği daha. Madem borsacı olacağız. Haydi yala, al bir milyarı benden.
Ustası da pisliği yalar. Çırak az önce ustasının kendisine verdiği bir milyarı geri verir. Az daha yürürler. Çırak şaşkınlıkla:
—Ustam, senin bir milyar sen de benim bir milyar da bende. İşin garibi ağzımızdaki köpek pisliği de işin çabası. Biz ne anladık ve ne kazandık bu işten?
—Öyle deme. Borsaya biz bu şekilde iki milyarlık işlem hacmi gerçekleştirdik”.

—İyi de burada herkesin parası yine cebinde kalmış. Sadece ağızlarına pislik ilave olmuş. Bu da ağızdan nasıl çıkar, ayrı bir konu. 

—Aynı şey değil elbet. Bu borsa anekdotunda ustanın da çırağın da paraları cebinde kalmış. TL'nin döviz karşısında erimesi sonucunda başta akaryakıt ve enerji olmak üzere tekrar tekrar zamlar yapılacak. Hoş, kur garanti dolayısıyla yerinde sayarken de zamlar yapıldı. Bu da orta, dar gelirlinin ve sabit gelirlinin alım gücünü iyice yok edecek. Halkın alım gücü azalırken döviz ve enflasyon belasıyla fakirin parası birilerinin cebine girecek. Üstüne üstlük kur garantisinden dolayı mevduat sahiplerine ilave paralar ödenecek. Kuru dizginleyemeyecek idiysek, piyasanın ateşini söndüremeyecek idiysek, zamlara dur diyemeyecek idiysek, millet hala önünü göremeyecek idiyse biz bu kur garantili TL mevduatı niçin verdik? Gerçekten biz bu haltı niye işledik? 

*02/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.