12 Mayıs 2022 Perşembe

Sürpriz Yapmak İsteyen Bazen Sürpriz Yaşar

Bu yazımı bir arkadaşımın başından geçen askerden izin alma çabasına, eşine ve çocuklarına sürpriz yapmak isterken karşılaştığı sürprizlere ayırmak istiyorum. Aslında bu anıyı kendisinin ağzından dinlemek lazım. Kaç defa ağından dinlemişten katıla katıla gülmüşlüğüm vardır. Kendisinden şu başından geçeni yazı gönder, yazı konusu edineyim demiştim. Sağ olsun, gönderdi:

“1993 yılının 15 ocağında kayın biraderimle birlikte 2 aylık bedelli askerlik için Burdur 59'uncu Topçu Tugayına teslim olduk.

15 günlük eğitimden sonra bize yemin merasimi yaptırdılar ve hafta sonu iki gün izin verdiler. Ancak izin alabilmemiz için 1. dereceden bir yakınımızın imzası olması gerekiyordu. Baba, anne, amca, dayı, hala, teyze gibi.

Kayın ile beraber askerlik yaptığımız için o soyadı tutan bir arkadaşın annesine imza attırdı ve işini halletti. O gidince benim de gitmem gerekiyordu Bir başıma kalamazdım.

Birisini bulup yakınımdır diye imza attırmak için nizamiyeye gittim. Sakallı birisini görünce kendime yakın hissettim. Selam verip “Kardeşim izne çıkmak için yakınıyım diye imza atar mısın” diye sordum. Adam, “Yardımcı olurdum kardeşim ancak taksi çağırdım işte taksi de geldi. Kusura bakma gitmek zorundayım. Bir başkasını bul dedi.

Kafaya koymuştum, pes etmeyecektim. Bir başkasına aynı şekilde yakınım diyerek imza atar mısın, dedim. Adam hiç beklemediğim bir şekilde “Vatan haini… Kendi askerden kaçıyor. Beni de alet ediyor. Zaten sizin yüzünüzden devlet batıyor” diye saydı da saydı. Tamam, amca sus, yardımını istemiyorum deyip yanından uzaklaştım.

Moralim iyice bozulmuştu. Sinirden burnumdan soluyordum ama pes ermeyecektim. Avlu duvarına dayandım etrafı kolaçan ediyorum. Genç birisini gördüm. O da aynı benim gibi duvara dayanmıştı. Yanına yaklaştım aynı teklifi ona da yaptım. Bana “Arkadaş, ben yaparım ama benim mesleğime ters” dedi. Af edersiniz siz ne iş yaparsınız diye sorduğumda, “Ben burada askeri savcıyım” dedi.

Geri döndüm. Birliğime giderken önümde mont giymiş, kot pantolonlu genç bir arkadaş gördüm. Arkadaş, bir dakika durur musun, dedim. Arkasından yetiştim. Aynı teklifi bu sefer ona yaptım. O da “Vallahi abi, yardımcı olurum ama burada beni herkes tanır” dedi. Siz ne iş yaparsınız dedim. “Ben burada eğitim çavuşuyum” dedi. Sinirim tavan yaptı. Moralimin bozukluğu yüzümden belli oluyordu.

Arkadaşların toplu halde bulundukları yere geldim. Valizin üzerinde oturan bir arkadaşın annesi, yüzümden kimseyi bulamadığımı anlamış ve “Kuzum, kimseyi bulamadın mı” dedi.  Ben de “Hayır yenge, kimseyi bulamadım. Teyzem diye imza atar mısınız, dedim. “Teyzen olmam ama halan olayım, dedi. İmzayı at da varsın halam ol dedim. Sağ olsun teyzem pardon halan imzayı attı. Sevincime diyecek olmadığını söylememe gerek yok.”

Arkadaş, bana gönderdiği izin macerasını burada kesmiş ama bilin ki bunun devamı var. Aklımda kaldığı kadarıyla sonrasını kısaca ben devam ettireyim. 

Kayın biraderiyle beraber Burdur'dan Konya'ya hareket ederler. Kayın biraderi Konya'da kalır. Bizim arkadaş Karaman’a devam eder. Çünkü anne, babası, eşi ve çocukları o zamanlar Karaman’da oturuyor. Birbirleriyle de kavilleşirler. Eve telefon açmayacaklar ve sürpriz yapacaklar.

Gece 12.00 gibi Karaman’a gelir. Bir taraftan da kar yağıyor. Terminalde bir taksiye atlar. Beş katlı apartmanın ziline basar basar basar ama kapıyı kimse açmaz. 1.kattaki komşunun camına taş atar ve kapıyı açtırır. Yukarı çıkar, dairenin bir taraftan ziline basar. Diğer taraftan kapıyı tekmeler. Üst kattaki komşularının oğlu yatmamış. Onunla görüşür. Babası ve annesi kapıya çıkar, gel oğlum, burada yat diye ısrar ederler. Sağ olun ama ben sabah gideceğim diyerek ısrarlara olumlu cevap vermez. Son umut kapılarını bir daha çalar. Nihayet gözlerini ovuşturarak babası kapıyı açar. Babası da az önce uyuduğu için zili duymamış. Eve girer ama evde çoluğu çocuğu yok. Onların Konya’ya gittiğini öğrenir. Sürpriz yapmak isterken sürprizle karşılaşır. Sürpriz yapalım diyen kayın biraderine senin sürprizine emi diyerek gıyabında kızar ama bu aşamada yapılacak bir şey yok. Sonrasında eşi ve çocuklarıyla görüşmek için ya Konya’ya döner ya da ticari taksi tutularak eşi ve çocukları Konya’dan Karaman’a gelir veya getirilir. 

Bir gece evinde yattıktan sonra vatani görevinin geri kalan kısmını tamamlamak üzere Burdur’a geri dönerler.

Cevher, Arayanlar İçindir *

2005 ya da 2006 yılında Malatya Öğretmenevinde Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen beş günlük bir seminere katıldım. Seminerin konusu sanırım, Din öğretiminde yeni yaklaşımlar idi.

Sabahtan öğleye kadar devam eden seminerin konuşmacıları ilahiyat çevresinden doçent ve profesör seviyesinde akademisyenlerdi. Bazı konuşmacılar sunumlarıyla bize "İyi ki bu seminerdeyim" dedirtirken önünde Doç. unvanı olan birinin ne demek istediğini anlayamadık. Ne vermek istediği mesajı ne de dilini. Bizi uyuttu ve sıktı. Teneffüsü iple çektik. 

Arada, birkaç arkadaşla çaylarımızı yudumlarken bu konuşmacıyı masaya yatırdık. "Böyle öğretim görevlisi olur mu, torpilli geldiği her halinden belli, nasıl doçent olmuş. Saatlerimizi heba etti…" türünden eleştirdik. Birimiz cümlesini bitirdi, diğerimiz devam etti. Pek de hoşumuza gitti bu ortam. Hepimiz de aynı görüşteydik. Aklın yolu birdi ne de olsa.

Tüm bu konuşmalarımızı dinleyen biri vardı aramızda. Bizi sessizce dinledi. Bir eleştiri getirmediği gibi bizi tasdiklemedi de.

Herkes eteğindeki taşı döktükten sonra bizi sessizce dinleyen fakülteden sınıf arkadaşım aldı sözü: "Arkadaşlar, buna şöyle bakabiliriz: Hocamızda da bizim almamız gereken bir cevher olmalı ama biz o cevheri ortaya çıkaramadık. Öyle zannediyorum, o da böyle bir sunum murat etmemiştir, dedi.

Bu söz karşısında hepimiz dut yemiş bülbüle döndük. Hocayı eleştirmeyi bıraktık. Zira olaya farklı bakan biri vardı aramızda. İyi ki varmış. Muhabbeti bozsa da bize farklı bir bakış açısı getirdi ve kendisini takdir ettim.  

Arkadaşın bu bakış açısı, bu anekdottan sonra benim kulağıma küpe oldu. İnsanları değerlendirirken olumlu, olumsuz yönlerini birlikte değerlendirmeye başladım. Müşterisiz meta zayidir sözünü bir kere daha hatırladım. Öyle ya, hangi bir insan, gittiği yerde faydalı olmayayım diye çaba sarf eder. Herkes, konuşmamla insanlara faydalı olabileyim ister. Burada konuşanın konuştuğu kadar dinleyici profili de önemli. Konuşmacı iyi olsa da dinleyici alıcıları açıp can kulağıyla dinlemezse, konuşulan berhava olur gider ve konuşmacı meramını güzel bir şekilde anlatamaz. Marifet iltifata tabidir sözü de bunun için söylenmiş olmalı.

O yüzden her bir insanın alınabilecek ve faydalanabilecek yönü, eksisi ve artısı olur. Önemli olan ondaki o cevheri ortaya çıkarabilmektir. Hiçbir şey bulamazsak bile en azından kendimiz konuşmacı olduğumuz zaman o kişinin yaptığı eksiklikleri yapmamak üzere kendimize çekidüzen verebiliriz.

*23. 11. 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Erkeklerin Kadınlarla İmtihanı *

Tansu Çiller başbakan olduğu zaman Türkiye’de bir ilk gerçekleşir. Çünkü ilk Türk başbakanı oldu. Bunun üzerine bir köşe yazarı köşesine şöyle bir fıkra taşıdı:

Haccın karayolu ile yapıldığı eski zamanlarda, köyün cami hocası hacca gitmeye karar verir. Muhtarın başkanlığında hoca yolcu edilir. Hocayı uğurladıktan sonra haccın uzun süreceği aklına gelen muhtar adamına, “Koş, hocaya sor. Yerine kimi vekil bırakıyor?”

Adam koşarak hocaya yetişir. Hoca ile ulak arasında şu konuşma geçer?

—Hocam, siz haçta iken kimi vekil bırakıyorsunuz? Siz yokken namazları kim kıldıracak?

—Ehil biri varsa o kıldırsın. Şayet yoksa bir ümmî (okur yazar olmayan) namaz kıldırabilir. Adam muhtara gider, muhtar ona sorar:

—Ne dedi Hoca?

—Bir ümmî namaz kıldırabilir, dedi.

Düşünme sırası muhtara geçer. Çünkü köyde iki tane Ümmü var. Biri 70’lik yatalak Ümmü Nine, diğeri de hocanın genç ve güzel kızı Ümmü. 70’lik Ümmü Nine namaz kıldıramayacağına göre hoca olsa olsa kızı Ümmü’yü vekil bırakmak istedi sonucunu çıkarır.

Hocanın kızı istemese de “Babanın vasiyeti var” diyerek genç kızı zorla imamlığa geçirirler.

Günler, aylar geçer. Nihayet hoca hacdan gelir.

Hal-hatır ve hoş-beşten sonra hoca ile muhtara sorar:

—Söyle bakalım, ben gittim gideli imamınız kim oldu? Namazları kim kıldırdı?”

—Hocam, Buyurduğunuz gibi kızınız Ümmü kıldırdı namazları”.  

Böyle bir cevabı hiç beklemeyen hoca şaşırır ve küplere biner:

—Ne ne ne? Bir daha söyle bakalım.

—Kızınız kıldırdı hocam.

—Bre Gafiller! Ne yaptınız siz? Hiç kadından imam olabilir mi? Kadın nasıl namaz kıldırabilir?

—Hocam, kadından imam olmayacağını kızınız mihraba geçtikten sonra anladık anlamaya ama iş işten geçti. Çünkü kızınız namaz kıldırmaya başlayınca cemaat o kadar arttı ki bu durum karşısında ben de bir şey diyemedim.

Bu fıkradan kıssadan hisse çıkarmak istemiyorum. Hisse çıkarmak sizin işiniz. Fıkrayı ne tarafa çekerseniz çekin, hangi alanda kullanırsanız, kullanın. İsterseniz, hiçbir çıkarımda bulunmayıp gülün geçin. Gülerken de yaşı başı ne olursa olsun, erkeklerin kadınlarla imtihanını göz ardı etmeyin derim.

*14/11/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.