23 Nisan 2022 Cumartesi

Benim de Elektriğim Kesilmişti *

Üç aydır elektrik faturasını ödemediği için CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun evinin elektriği kesilmiş. Parası yoktu da mı ödemedi, vakit mi bulamadı? Belli ki parası da var, zamanı da. Elektriğe yapılan zamları gerekçe göstererek ödemeyeceğini açıklamıştı. Elektrik dağıtım şirketi de bu kişi bir siyasi lider, basının diline düşeriz dememiş, diğer vatandaşlara uygulanan prosedür ne ise aynısını Sayın Kılıçdaroğlu’na da uygulamış.

Bu iş nereye varır? Elektrik dağıtım şirketi prosedürü uyguladık. Bu kadarı yeter deyip elektriği açar mı? Kılıçdaroğlu gerekli tepkimi gösterdim. Bunu tüm Türkiye duydu. Artık borcumu ödeyip elektriği açtırayım ya da geri adım atmayıp karanlıkta oturmaya devam edeyim der mi? Bunu zaman gösterecek. Ama bu meselenin çözümü Kemal Bey’in elinde. Ya gidip borcunu ödeyecek. Ardından açma-kapama bedelini yatıracak ya da karanlıkta oturmaya devam edecek. Çünkü ocak ayında yapılan elektrik zammının bu aşamadan sonra geri alınmayacağı ortada. Zaten kimse de böyle bir şey beklemiyor. Milletin şu aşamada tek istediği, turpun büyüğünün heybeden çıkmaması. Basından duyduğumuzda göre Genel Başkan bir hafta karanlıkta oturup ardından biriken faturaları ödeyecekmiş.

Elektrik borcunu ödememenin sonucunda başa ne geldiğini bilirim. Bildiğim bu konuda Kılıçdaroğlu ne ilk ne de son. 91 yılında benim de başıma gelmişti. Kılıçdaroğlu ile aramdaki fark, benimki zamlara tepki gösterme sadedinde değildi. Sayacım okunmadığı için kesilmişti benim elektriğim. Öyle tepki falan benim neyime.

Şöyle ki: 91 yılında öğretmenlik yeterlilik sınavına giren son nesildik ve yedeklerde idim. Vekil öğretmenliğe müracaat ettim. Vekil öğretmen olabilmek için mülakata alındım. Komisyonda şube müdürü olarak orta üçüncü sınıfta matematik dersime giren hocam da vardı. Sayesinde, Konya’ya 70 km uzaklıktaki Obruk havzasındaki Kemerli Kolça mezrası İlkokuluna müdür yetkili vekil öğretmen olarak görevlendirildim. Bu nasıl bir unvan diyenler için okulun müdürü de sensin, 1.sınıftan 5.sınıfa kadar öğrencileri okutacak olan öğretmen de sensin, hizmetlisi de. Yani her şeyisin.

Uzak demedim, iş beğenmezlik yapmadım. İş iştir dedim ve mezraya nasıl gidilir, bir araştırma yaptım. Obruk bölgesindeki mezraları dolaşarak getirdiği yolcuları geri götürmek için Eski Garaja getiren otobüs öğleden sonra Konya’dan kalkıyormuş.

Eylül ayının 26’ında Kemerli Kolça’ya gittim. O gün kendi kendimi göreve başlattım. Başlama yazısını Karatay İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne götürdüm.

Gidiş geliş imkanı olmadığı için mecburen okulun bahçesindeki lojmanda kalıyorum.

Bir gün öğle ya da ikindi namazı için camiye gitmiştim. Çıkışta MEDAŞ’ın elektriğimi kesmeye gittiği söylendi. Koşa koşa geldim. Altlarında bir araçla Konya’dan elektriğimi kesmeye gelen iki kişiye; ne hayır, niye kesiyorsunuz? Üstelik lojmana yeni taşındım, borcum olmamalı dedim. “Borcunuz yok ama lojman kapalı olduğu için üç aydır sayaç okunmamış ve bundan dolayı elektriğinizi kesmek zorundayız” dediler. Kendilerine, elektriğimi keserseniz, Konya’ya gidinceye kadar elektriği açtıramam. Siz en iyisi elektriği kesmeyin. Keserseniz karanlıkta kalırım. Hafta sonu şehre gider, son endeksi alıp borcumu yatırırım. Yok, illa kesmeniz gerekiyorsa kesmiş gibi yapın. Çünkü bir de açmak için bu araçla 70 km.lik yolu tekrar tepeceksiniz. Devletin yakıtına yazık değil mi dedim. Gelir açarız, emir böyle dediler ve elektriğimi kestiler.

Üç dört gün boyunca kah lamba kah mum ışığında hafta sonunu getirdim. Hafta sonu şehre gidip haftanın ilk günü MEDAŞ’a uğradım. Son endeksi verdim. Borcumu hesapladılar. Ardından açma-kapama parasını da eklediler ve toplam borcumu ödedim. Aynı gün görevliler gelerek elektriğimi açtılar.

Hasılı bu devirde elimiz, ayağımız ve her şeyimiz olan elektrik yokluğunda karanlıkta oturmanın ne mene şey olduğunu ve zorluğunu bilirim. Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nu eşekten düşen biri olarak çok iyi anlıyorum. Beni düşündüren, Kılıçdaroğlu dışında ödeme imkanı olmadığı için elektriği kesilmiş ve karanlıkta oturan bu ülkede ne kadar fakir ve fukaranın olduğudur. Temennim olmaması ve kimsenin özellikle imkanı olmadığı için ödeyemediğinden dolayı elektriğinin kesilmemesidir. Çünkü bir evde elektrik yoksa o evde hayat durur. Allah bu hayat pahalılığında kimseyi, kimseye muhtaç etmesin.

*25/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

20 Nisan 2022 Çarşamba

Hz Ömer ve Mum *

Tarihte yaşanmış mıdır yoksa adaletiyle nam salmış Hz Ömer'in ne kadar adil olduğunu göstermek için uydurulmuş bir hikaye midir, bilmiyorum. 

Bildiğim bir gerçek var. Dindar, mütedeyyin, İslamcı, İslamcı geçinenlerin ve İslam'dan ekmek yiyenlerin geçmişte sıkça duyduğu ve anlattığı, şimdilerde anlatılmayan ve çoğumuzca riayet edilmeyen, hepimizin bildiği bir anekdota yer vereceğim. 

Bu hikaye kamu malını yönetenlerin kamu malını nasıl görmeleri gerektiğine dair güzel bir örnektir:

Hz Ömer mumunu yakmış, gece karanlığında makamında çalışıyor. 

Sahabeden bir veya birkaç kişi kendini ziyarete gelir. Selâm verirler. 

Beklerler ki Halife selamlarını alsın, kendileriyle ilgilensin. 

Heyhat ki heyhat. Hazretin Allah'ın selamını alması geciktikçe gecikir.

Nihayet Hz Ömer işini bitirir. 

Yanan mumun yanına bir başka mum daha yakar ve önceki mumu söndürür. 

Misafirlerinin beklediği selamı alır ve kendilerine ilgi gösterir. 

Olup bitene bir anlam veremeyen ama sebebini de öğrenmek isteyen sahabe sorar: Biz selamı vereli ne oldu. Nihayet şimdi aldın. Bu yaktığın mum ve söndürdüğün mum da neyin nesi? 

Halife, söndürdüğüm mum beytülmale aitti. Onunla devlet işini yürütüyordum. Siz geldiğinizde işimi bitirmek üzereydim. Siz ziyarete geldiniz. Sizinle ilgilenmek için kamuya ait mumu söndürerek şahsi mumumu yaktım. Ardından selamınızı aldım. Tüm mesele bundan ibarettir, cevabını verir. 

Bu anekdotu duyup da etkilenmeyen Müslüman yoktur. Bu anekdotla kamu malının şahsi emeller için kullanılamayacağı işlenmeye çalışılırdı. 

Nedense küçüklüğümde sıkça duyduğumuz ve anlattığımız bu anekdot nicedir kullanılmamak üzere rafa kaldırıldı. Bugün anlatılan da bizi etkilemiyor ve bu güzelim hikaye bir nostalji olarak tarihteki yerini aldı. Çünkü bizim için kamu malı "Yağma Hasan'ın böreği", "Devlet malı deniz, yemeyen domuz" mesabesindedir. Ye ye yetmiyor maşallah. 

Şu aşamada bu hikaye, duyarlıları tarafından uygulanmayacaksa, devlet malı hoyratça kullanmaya devam edilecekse, biz bu olup bitenlere sesimizi çıkarmayacaksak, bundan dolayı artık vicdanımız sızlamıyorsa, hatta başka kötü örnekleri vererek savunur duruma gelmişsek; ya bu anekdotun aslı yoktur, uydurulmuştur ya da kusura bakmasın ama Hz Ömer de pek pintiymiş diyelim ve işimize bakalım ki deniz de bizim olsun, kumu da. 

Yiyelim, içelim, yedirelim, içirelim. Şanımız yürüsün ve vicdanımız da rahat etsin. 

Hem böylece dini ve dini anekdotları emellerimize alet etmeyerek Anayasa güvencesi altındaki laikliği de korumuş oluruz. 

En azından din ve dini değerler elimizden kurtulmuş olur. 

*23/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

19 Nisan 2022 Salı

Abdullah b. Sebe *

Zaman zaman münafıkların lideri Abdullah Ubey b. Selül ile karıştırılsa da İslam tarihinde başta Cemel Vakası ve Sıffın Savaşı olmak üzere her türlü fitne ve fesadın arkasında her ne hikmetse Abdullah b. Sebe ismi geçer. Siyer yazarları İslam tarihini öyle bir anlatırlar ki karşılıklı savaşan, birbirinin boynunu vuran Müslümanlara hiç toz kondurmazlar. Zira onların hiçbir günahı yok. Neredeyse tüm kötülükler, bela ve musibetler Abdullah b. Sebe kaynaklıdır. Cemel'de karşı karşıya gelen iki ordu savaşmamak üzere anlaşmışlardı ki b. Sebe taraftarları karşılıklı ok atmak suretiyle barıştan yana olan iki orduyu savaştırmışlardır. Bu adam olmasaydı, İslam tarihinde ne fitne olacaktı ne de fesat. Müslümanlar kardeş kardeş geçinip gideceklerdi. 

İşin garibi yılanın başı ve her türlü kötülüğün anası olarak piyasaya sürülen Abdullah b. Sebe'nin yaşayıp yaşamadığı muamma. Yani böyle bir kişiliğin tarihte yaşadığı meçhul. Nedense Müslümanlar birbirine düşüren bu önemli aktörün varlığı sadece bir kişiden gelen rivayetlere dayandırılır. Tüm kötülükler, olmayan ve yaşamayan bir şahsiyete niçin yıkılır? Burada, Müslümanlara özellikle sahabeye toz kondurmamak amacı güdüldüğü anlaşılmaktadır.

Geçmişte üretilmiş bu şahsiyet, tarihteki yerini almış ama tarihte kalmamış. Günümüzde de geçer akçe olarak kullanılmaktadır. Tek farkı var. Günümüzde her türlü kötülüğün menşei olarak gösterilen gerekçe ve bahanelerin adı farklı sadece. Dün Abdullah b. Sebe, bugün ise dış güçlerdir. Ekonomide sıkıntı mı yaşıyoruz? Sebebi, bizim onmamızı istemeyen dış güçlerin bize çektiği bitmez tükenmez operasyonlardır. Geri kalmışlığımızın, dünyaya dair kayda değer bir değer üretemeyişimizin perde gerisinde dış güçler vardır. Birbirimizi eleştirirken muhatabımızı, dış güçlerin aklıyla hareket ettiğini bile söyleriz. Bizden ayrılıp gidene dış güçlerin maşası deriz. Bir ülke ile bir gerilim yaşasak, dış güçlerin bitmek bilmeyen ihaneti deriz. Müslüman Müslümanı öldürse, Müslümanların içinden birbirleriyle savaşan olsa, Müslümanların içinden terörist çıksa, bunların arkasında dış güçler vardır. Yani dış güçlerle kafamızı bozmuşuz. Onlarla yatıp onlarla kalkıyoruz. Onmayışımızın tek müsebbibi onlardır. Bize kalsa yani bizi bize bıraksalar biz her şeyin en iyisini yaparız. Dünyanın en ileri devleti oluruz. Ah şu dış güçler... Hasılı Abdullah b. Sebe eşittir dış güçlerdir bizde.

Nedense tüm olumsuzlukları dış güçlere bağlayarak kendimize ve yönetimimize hiç toz kondurmuyoruz. Acaba, ekonomide, siyasette vs. yanlış politika uygulamış, kötü bir yönetim sergilemiş olabilir miyiz diye kendimizi hiç sorgulamıyoruz. 

İyi şeyleri kendimize kötü şeyleri dış güçlere bağladığımız bu yol, gerçekleri ters yüz etmekten başka bir yol değil. Gerçeklerden kaçınmaktır. Beceriksizliğimizi dış güçlere yıkmaktır. Kendimize toz kondurmamaktır. Bu izlediğimiz yolun çıkmaz sokak olduğu bilinmesine rağmen her başımız sıkıştığında bu yolu niçin izleriz? Niye izlemeyelim? “Muaviye ve Dişi Deve” hikayesinde olduğu gibi nasılsa dış güçler bahanesine inanan milyonlar var. Böyle hazır ve her şeye teşne hazır müşterimiz varsa bu yolu niye kullanmayalım. Nasılsa sorgulama yok. Ağzına yüzüne bulaştırdın diyen yok. Acaba tüm bu olup bitenlerde milyonda bir olasılık da olsa senin bu işte bir payın var mı diyen yok. Ben olsam, her devirde geçer akçe olan bu sihirli değneği ben de kullanırım. Nasılsa ülkeyi düze çıkarma gibi bir düşüncemiz ve becerimiz yok. Kullan kullan, bir daha kullan.

Abdullah b. Sebe misali her şeyi dış güçlere bağlama hastalığımızı sorgulayıp terk etmedikçe başkası bize gülerken biz bizi kandırmaya devam ederiz ve bizden bir cacık olmaz.

Şunu unutmayalım ki dün Abdullah b. Sebe kişiliğinde birileri, bugün dış güçler veya başka saikler peşimizi bırakmaz. Çünkü kimse kimsenin onmadığını istemediği gibi devletler de birbirinin onmasını istemez. Bizi zayıf düşürmek için çaba gösterebilirler. Bize düşen, gelebilecek her türlü tehlike, fitne ve fesada karşı hazırlıklı olmaktır. Onlar bir şey yapmaya çalıştığında elimiz armut toplamayacak. Hiçbir zaman tedbir elden bırakılmamalıdır. Tehlikeleri en az hasarla atlatmanın yolları bulunmalıdır. Yine unutmayalım ki tüm başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimizden veya yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdandır. Hiç öyle suçu başkasına yıkarak zeytin yağı gibi üste çıkmayalım. Bilelim ki biz doğru yolda isek başkasının/dış güçlerin sapıklığı bize zarar veremez.

Ne olur, Abdullah b. Sebe uydurmasında olduğu gibi her beceriksizliğimizi dış güçlere bağlama hastalığından bir vazgeçelim. Bir şeyi yapamadıysak, ağzımıza yüzümüze bulaştırmış isek bunu da söylemekten kaçınmayalım. Zira bu bir erdemdir. Erdemli biri olmak mı isteriz yoksa Rabbine isyan eden ama bu isyanını savunmacı bir refleksle gerekçe ve bahanelerin arkasına sığınarak örtmeye çalışan İblis gibi biri mi olmak isteriz? Sanırım kimse hele inanan insan, İblis'in yolundan gitmek istemez. Lütfen, ne söylersem, inanıyorlar dercesine bize inananların kredilerini şeytani mantıkla kendi emellerinize alet etmeyelim. Tek suçu bize güvenen insanların güvenini yok etmeyelim. 

*20/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.