5 Şubat 2022 Cumartesi

Cepli Bot

Yolda yürürken peşim sıra ayak sesleri duydum. Kenara çekildim, geçsinler diye. Baktım, karşıt cins bir ikili.

Önümden yürürlerken kızımızın botu dikkatimi çekti. Dikkat çekmesi kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü insanların başına bakmam.

Bot, bildiğim botlardan değildi. Arka sol tarafında yama var gibiydi. Ayıp değildi ama bu zamanda yamayı garipsedim.

Dikkatli bakınca sağ tarafta da gördüm aynı yamadan.

Biraz daha dikkatli bakınca yama sandığım cepmiş. Çünkü fermuarı da var. El kart, bozuk para  vs. koymak için birebir. Özellikle cep taşımayanlar için iyi düşünülmüş. Ama bu ceplere bozuk para konsa, ayakkabının ağırlığının yanında bir de bu paraların ağırlığı olacak. Üstelik biraz seri yürüse, cepteki bozuk paralar ses çıkarır durur. 

O zaman cebi yok bu kızın demeye kalmadan kızımızın sırtında sırt çantası da var. O zaman bu ayakkabıdaki cepler neyin nesi der demez kendime kızdım. Pek cahil kalmışsın be kardeşim, bu senenin modası cepli bot olmalı dedim.

Kendime kızdım ama nereden bilebilirdim bunun moda olduğunu. Hiç moda rakip etmedim ki. Bugüne kadar ne bulduysam onu giydim.

Sonrasında var mı bu modaya uyanlar dedim. Zafer'den geçtim. Ayakkabılara daha dikkatli baktım. Bir kişide dahi görmedim. Demek ki bu moda ya tutmadı ya da daha ilk piyasaya sürülmüş. İlk giyen de benim gördüğüm kızımız.

Bozuk para koymak için ideal dedim ama bu da mantıklı gelmedi bana. Çünkü bir alışverişte bozuk para vereceğinde, dur bir saniye deyip eğilecek, elini ayakkabının arkasına götürecek, fermuarı açacak, para çıkaracak vs. Zor iş. Olsa olsa süs olarak yapılmış olmalı. Bu süsün bedeli de ağır olmalı.

Not: Yusuf Gökhan hemşerimin bu ayakkabı türüyle ilgili şu yazısı, benim cepli ayakkabılı yazımı boşa çıkardı: 

"Hocam keşkem bunları yazmadan bana bir sorsaydın. CV'ne kötü puan yazacak bu durum...

Kızın ayağındaki botun, fermuarlı cebinde batarya bulunmaktadır. Bot içine döşenen bir ısıtma sistemini çalıştırıyor. Ayrıca karanlıkta kaldırımda değil de yolda yürürken botun arka ve önüne monte edilen lambalar var. İkaz mahiyetinde yanıp sönüyor..." Teşekkürler.

3 Şubat 2022 Perşembe

MEB’in Özrü *

Eğitim ve öğretimin önünde aşmamız gereken engeller çoktur. Bunların başında da en büyük engel MEB’in kendisi. Çünkü aşağı yukarı tüm yıla yaydığı öğretmen atamaları, eğitim ve öğretimi sekteye uğratan en büyük etkendir. Şu iki atama bile problemin kaynağının MEB olduğunu gösterir. Bunlar, öğretmen özür atamaları ve ilk atamalar. İzninizle bu iki atamayı ele alacağım bu yazımda.

Bu ülkede özür atamaları ikisi yaz, diğer ikisi de yarı tatilde olmak üzere dört defa idi. Sonradan biri yaz, diğeri de şubat olacak şekilde ikiye indirildi. Ömer Dinçer’in bakanlığa gelir gelmez çıkardığı 652 sayılı KHK’nin 37.maddesinin 3.fıkrası da özür atamalarına ayrılmış ve şu şekilde düzenlenmişti: "Öğretmenlerin Bakanlıkça belirlenen hizmet bölge veya alanlarında en az üç eğitim öğretim yılı görev yapması esastır. Bunların yer değiştirme suretiyle atamaları her yıl yapılan atama plan ve programları çerçevesinde eğitim öğretim faaliyetlerini etkilemeyecek şekilde sonuçlandırılır. Bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler ise yaz tatillerinde yapılır”. Buna göre senede iki defa yapılan özür atamaları sadece yaz döneminde yapılacak şekilde teke indirilmişti. Bu düzenlemeden dolayı Dinçer, sesi çok çıkanlar tarafından çok eleştirilmişti. Bu tepkileri göğüslemek ve tarafları ikna için Ömer Dinçer, değişik platform ve TV konuşmalarında bu maddeyi savundu: "Şubat döneminde özür ataması olduğu takdirde özürden giden öğretmenin yerine öğretmen veremiyoruz. Çocuklarımız öğretmensiz kalıyor. Burada çocuklarımız mağdur oluyor. Ara dönemde öğretmeni gittiğinden dolayı çocuğunun gözü yaşlı kalmasını hangi biriniz ister? Bu yüzden atamaların yaz döneminde yapılmasını önemsiyoruz. Aynı zamanda aile birliğini de önemsiyoruz. Bunun için eşin gideceği yerde norm yoksa veya puanı yeterli gelmiyorsa üç yılı geçmeyecek şekilde aylıksız izne ayrılmak suretiyle bu öğretmenimizi valilik emrine verebiliriz. Tayin istenen eşin, şehrine atanma durumu yoksa illa o şehre değil, onu eşinin bulunduğu şehre nakledebiliriz. Bu da mümkün olmazsa, iki eşi alıp ihtiyaç olan üçüncü bir şehirde birleştirebiliriz” şeklinde izahatta bulundu. Ama kimseyi özellikle eş durumuna ihtiyacı olanları ve kendi partisini memnun edemedi. Siyasi iktidar, şubat özrü vermesini istedi. Dinçer, çıkardığı KHK’nin arkasında durdu. 7 Haziran 2015 seçimlerine doğru giderken bu madde delindi. Partisiyle belki de ilk kırılganlığı bu zaman başladı. Sonrasında da partisinden kopup gitti.

Şu anda hatırlamıyorum ama bildiğim kadarıyla Dinçer’in özür atamaları ile ilgili 37.maddenin üçüncü fıkrası hiç uygulanmadı. Yine şubat döneminde özür atamalarına devam edildi. Sonrasında Anayasa Mahkemesinin 6/02/2013 tarihli yazısına binaen yeniden düzenleme yapılarak 3.fıkranın sonuna “…Bakanlıkça belirlenen özür gruplarına bağlı yer değiştirmeler ise yarıyıl ve/veya yaz tatillerinde yapılır” ilavesi yapıldı. Hala da şubat özür atamaları yapılmaya devam etmektedir.

Aile birliği önemli, şubat atamasında ne sakınca var diyebilirsiniz. Aile birliğinin önemine kimsenin diyeceği olamaz. Ama aile birliği önemli diye eğitim ve öğretimi engellemeye hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Bu şubat döneminde yapılan özür atamalarıyla birlikte taşradaki birçok ilçe milli eğitim müdürlüğü, ilçesinden öğretmen göçü verdiğinden dolayı çoğu branşlarda öğretmene ihtiyaçları var ve yerine atama yapılmadığı için ücretli öğretmen arayışına girdi ve çoğu da ücretli öğretmenlik yapacak personel bulamıyor. Bulsa da ehil değil. Ne de olsa geçici. Halbuki öğretim yılı başında yapılan planlama yaz dönemine kadar devam etseydi, eğitim ve öğretim sekteye uğramayacaktı. Üstelik eşinden ayrı yerlerde çalışan ve gidiş geliş yapamayan birçok öğretmene il milli eğitimler, geçici görevlendirme yapmak suretiyle yardımcı olmuştu. Bence bir şeyi yaparken bir başka şeyi yıkmamak gerekirdi.

İlk atama konusuna yerimiz kalmadı. Bunu da bir başka yazımızda ele almak isterim.

*23/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Şivlilik

—Baba, bugün de elin boş geldin.

—Nasıl gelmem gerekirdi.

—Yarını unuttun galiba.

—Ne var oğlum yarın?

—Şivlilik. 

—Deme ya!

—Unuttun mu yoksa?

—Ne unutması evlat. Baban, 1975 yılında ablasına dünürlüğe gelenlerin içerisinde müstakbel enişte adayının abisinin nasıl su içtiğini bile unutmadı daha.

—O zaman niye almadın?

—Boş ver evlat. Zaten Şivlilik adı altında üretilenler çok da kaliteli değil.

—Tamam, kaliteli olmadığını ben de biliyorum. Ama önceki yıllar alırdın.

—Doğru, alırdım almaya ama fiyatların yanına varılmıyor evlat bugünlerde. Bundan Şivlilikler de nasibini almış. Daha bu iyi günlerimiz. Bugünlerin kıymetini iyi bilmek lazım.

—“Bu daha iyi günlerin" sözü bir başkasına söylenmemiş miydi?

—Ben de öyle sanmıştım. Ama kızım sana söylüyorum, oğlum, sen dinle hesabı hepimiz kastedilmiş sanırım. 

—Bu durumda ne yapacağız Şivlilik için kapıyı çalanlara? 

—Sabah Şivlilik için gelenlere kapıyı açmayacaksın. Onlar, çalar çalar giderler. Herhalde biliyorum, içeridesiniz. Açın kapıyı demez biri. 

—Ayıp olmaz mı böyle yaparsak? 

—Niye ayıp olsun evlat. Ayıbı biz işlemedik. Utanılacaksa başkası utansın. 

—Tamam, böylesi içine siniyorsa benim için hava hoş. Ha içinden birkaç tane yiyordum, onu da yemem, olur biter. Ama senin yüzün gülmüyor hala.

—Nasıl güleceksin evlat. Üç aylar, Regaib derken bir bakmışsın, iki ay sonra ramazan. Babanı düşündüren de bu.

—Orucun neyini düşüneceksin baba? Orucumuzu tutup bir de üzerine sevap kazanacağız.

—Sevap kazanmaya kazanacağız ama evlat ramazan bu. Zor mu zor. İşte şimdiden beni düşündüren de bu.

—Ama daha iki ay var.

—Var da sayılı günler çabuk geçer sözü bunun için söylenmiş sanki.