13 Aralık 2021 Pazartesi

Bilin ki Suçlu Değilim

—Görüyorum ki her şeyi ağzına yüzüne bulaştırdın. Bu durumda ne yapmayı düşünüyorsun?

—Daha önce yaptıklarımı yapmaya devam edeceğim.

—Ne yapıyordun ki?

—Suçu daima başkasına atıyorum ve rahat ediyorum.

—Mesela?

—Dış güçler diyorum, stokçular diyorum, fırsatçılar diyorum. Diyorum diyorum diyorum. Rakiplerime kızıyorum ve bunlardan dolayı diyorum. Daha olmadı, bunların geçmişini ve zihniyetlerini sorguluyorum. Hiçbir şey yapamasam bile görmezden geliyor, bir şey yokmuş gibi davranıyorum.

—Farkındayım. Hayret ve şaşkınlık içerisinde izliyorum seni ve pes diyorum.

—Ne yapayım, bende hobi haline geldi bu.

—İşin garibi, ürettiğin mazeretlere inanan, bunları başkasına karşı ölümüne savunan sevenlerin de çok. Sırtın yere gelmez. Sahi, bu kadar mazeret ve gerekçeyi ne ara öğrendin böyle? Mektebinde mi okudun?

—Ne mektebinde okuyacağım. Ben hayatımda iki kitap bile okumamışım ki bu yaştan sonra mazeret ve gerekçenin okuluna gideyim. Ben hayatın kitabını yazmışım. Çocukluğum sağ olsun. Bu konuda anne ve babama da minnettarım. Zira beni iyi yetiştirmişler.

—Ne yapmışlardı rahmetliler?

—Küçükken yaramazdım. Nere bastığımı bilmezdim. Hep de düşerdim. Düştüğüm zaman kalkma imkanı olduğu halde yerden kalkmazdım. Gelip biri kaldırsın diye beklerdim. Gelip kaldıran olmazsa sesimi yükseltir ağlardım. Gelen var mı diye sağa sola bakardım. Kimse yoksa avazımın çıktığı kadar bağırmaya başlardım. Hoş, koşarak beni kaldırmaya gelen olursa da ağlardım. Beni yerden kaldırdıktan sonra da sus ağlama, kıyamam sana deseler de ağlamaya devam ederdim. Ne zaman susardım biliyor musun?

—Ne zaman?

—Ta ki düştüğüm yere “Ah seni ah seni” diye ayaklarını vuruncaya kadar”.

—Ama yerin suçu yok ki

—Biliyorum yerin suçunun olmadığını.

—Ne demek istiyorsun? Bugünlerle alakasını kuramadım.

—Çünkü niye dikkat etmedin, niye önüne bakmadın deselerdi, suç benim olacak ve ben bu suçla yüzleşecektim. Baktım ki annem ve babam bana hiç toz kondurmuyor. Dili olmayan gariban yeri tepeliyorlar.

—Eee?

—E’si, tüm suç bende olduğu halde bugün herhangi bir konuda mazeret, gerekçe üretebiliyorsam, güçlü bir savunma mekanizmam varsa, suçu hep başkasına atabiliyorsam, annem ve babamın hiç suçu olmayan yeri tekmelemesi bana çok şey öğretti. Unutma, suç işliyorsun ama suçu sahiplenmiyorsun ve suçu başka yerde arıyorsun. Hala bunu yapıyorum. Bundan çok ekmek yiyorum. Böyle olmasına rağmen bana inananlar olduğu müddetçe de bu formülü uygulamaya devam edeceğim.

—Böyle yapmakla için rahat mı bari?

—Hem de o kadar rahatım ki çocuklar gibi şen oluyorum.

—Ya vicdanın?

—Vicdanımla sorunum yok. Zira o benden ben de ondan memnunum. İki memnun bir araya gelince keyfime diyecek olmaz.

—Yani bedel ödemem, olup bitene tüh bile demem diyorsun.

—Aynen öyle.

—Sana tüm bu yolculuğunda bir kopya da ben vereyim. Aynı gerekçeleri üretmek bir gün kabak tadı verirse bunu da kullanabilirsin.

—Neymiş o?

—Biri, kahvehanenin karşısındaki park alanına aracını park eder. Park ettiği zaman aracının önünde ve arkasında hiç araç yoktur. Akşam eve gideceğinde, yanında çalışanları da aracına alır. Mevsim kış olduğu için binenlerin nefesinden aracın camları buharlanır. Arabayı çalıştırır. Arka arkaya gitmeye kalkar. Arkadaki araca çarpar. Yanındaki yeğeni, emmi! Arkada araba var dediyse de yok, taştır diyerek arabaya gerisin geri bir daha vurur. Aracına vurulduğunu kahvehanenin önünde gören sahibi ise hop hop diyerek koşarak gelir. İnip bakarlar ki arkada bir araç var. Arabaya çarpan ne diyebilir bu durumda? Sıkı dur. “Sen bu arabayı niye hava rengine boyattın” diyerek hatasını hiç üzerine almaz. Adam ne dedi bilmiyorum ama öyle zannediyorum, böyle bir gerekçe karşısında küçük dilini yutmuştur. Anlaşılan onun ailesi de küçüklüğünde yeri çok tekmelemiştir.

—Bu da güzelmiş. Dağarcığımda bulunsun. Sırası geldi mi kullanırım. Yaşa, var ol.

Mağdurun Söz Söyleme Hakkı Var *

Bir zaman bir kurban bayramını memleketimde geçirmek istedim. Bayram namazını yolda bir camide kılıp namaz sonrası topluca yenen aile yemeğine katılmak niyetim. 

Antalya Çevre yoluna çıkıp oradan Karaman Yoluna geçeceğim. Bu yol tenha olur çoğunlukla. Bir de ne göreyim, Çevre yoluna iki gidiş, bir geliş olan bu kavşakta km.lerce uzanan bir araç kuyruğu var. Nere gidiyor, bu saatte bu araçlar derken gecikmeli de olsa jeton düştü. Belli ki ileride çardaklar var. Vatandaş sabahtan kurbanını kestireyim diye erkenden yola düşmüş. Ne yapayım ne edeyim derken baktım, bazı gözü açıklar karşıdan gelen araçların şeridi boş olduğu için o şeride geçiyor. Benim bu gözü açıklardan neyim eksik, hayatımda bir gözü açıklık da ben yapayım deyip peşlerine ben de takıldım.

Bu durum pek içime sinmese de içim içime sığmadı. Çünkü kedi olalı bir fare tutacaktım. Ben ters şeritten erkenden geçip giderken sağımda upuzun uzanmış araçlar ne kadar bekleyecekti, kim bilir? Az sonra korna sesleriyle irkildim. Ne oluyor demeden, ışığından kalkıp gelen arabalar ters yola dizilmiş araçlar yüzünden yollarına devam edemedikleri için korna üstüne korna basıyor. Önümdekiler, tepki gösterilmesine rağmen sağdaki araçların arasına güç bela girdiler. Bir tepki de ben çekmeyeyim diye sağa girmeye kalkışmadım. Ters yolda sap gibi ortada bir ben kaldım.

Karşıdan gelen araç önüme kadar geldi. Aracından indi. “Bu yaptığın iş mi, ben işime nasıl gideceğim, zaten geciktim” şeklinde epey bir laf saymaya başladı bana. Aracımda yalnız değildim. Üç tane delikanlı vardı. Adam ise yapayalnızdı. Adamın sayıp dökmesine benim çocuklar araçtan inip tepki göstermek istediler. Onlara, “Hiç sesinizi çıkarmayın. Araçtan da inmeyin. Zira ters yola giren biziz ve suçluyuz. Adam ne derse yutacağız. Zira hak ettik. Çünkü adamı mağdur eden biziz. Mağdurun ise söz söyleme hakkı var” dedim. Sonunda sağ tarafımdan yol verdiler de aralarına girdim, yol açıldı.

Yıllar önce başımdan geçen bu anekdotu anlatmamın sebebi “Mağdurun söz söyleme hakkı var” sözüdür. Gerçekten bir konuda biri mağdur ise onu mağdur eden de birileri vardır.  Mağdur eden taraf ise mağdurun mağduriyetten mütevellit sayıp dökeceklerine hazır olmalıdır. Bu söz üzerine biraz durmak istiyorum. Zira insanımızın mağduriyeti say say bitmez. Mağdurun mağduriyetinden dolayı söz söyleme, dertlenme, serzenişte bulunma, tepki gösterme, kızıp bağırma hakkı olmasına rağmen çoğu zaman mağdurun söyleyeceğini ağzına tıkar, üste çıkmaya çalışarak ikinci bir mağduriyet daha oluşturuyoruz. Yanlış bu yaptığımız. Bırakalım da mağdur içini boşaltsın ve deşarj olsun. Çünkü içini boşaltan rahatlar. Aynı zamanda konuşarak içini döken insandan da zarar gelmez. Üzerine bir de özür dilenirse mağdur daha ileriye gitmez ve susar. Hatta olayın ardından kişiler arasında dostluklar bile oluşabiliyor. Mağdurun ağzına lafı tıkamak, üste çıkmaya çalışmak, gerekçe ve bahane üretmek, suçu kabul etmemek, ortamın daha da gerilmesine ve işin uzamasına sebebiyet verir ve iş kavgaya da dönüşebilir. Maalesef bu konuda iyi bir sınav vermiyoruz.

Gelelim günümüze. Malumunuz bugünlerde vatandaş enflasyon ve hayat pahalılığını iliklerine kadar hissediyor. Dövizin ateşi bir türlü sönmüyor. Tepeden tırnağa her ürüne zam geldi hala gelmeye devam ediyor. Vatandaşın alım gücü her geçen gün zora giriyor. Yeni gelen zammın sıcaklığı geçmeden yeni zam geliyor. İnsanımız alışveriş yapmaya korkar oldu. Durum bu iken herkes yaşanan bu durumu dile getiremiyor. Kim hayat pahalılığından dert yanmaya kalksa, şu ürüne ne kadar zam gelmiş dese, birileri üzerine vazifeymiş gibi mevcut duruma gerekçeler üretmeye başlıyor. Nankörlük yapmayın, yapılan onca iyi şeyler var, bunları unutmayın diyerek piyasadan şikayet edenin ağzına lafı tıkıyor. Avrupa’da da böyle, onlar bizden daha zor durumda diyor. Dış güçler, fırsatçılar vs. diyerek suçu başkasına atıyor. Mevcut durum balçıkla sıvanamayacak kadar ayan beyan iken bu kadar savunmacılık, bu kadar alınganlık niye gerçekten çok anlamış değilim. Bırakalım da alım gücü iyice zayıflayan vatandaş yaşadığı haleti ruhiyesini konuşarak dile getirsin. Ha mevcut durumdan şikayet edince piyasa düzelecek mi? Hayır ama en azından içini döküp rahatlamış olur. İnanın, yağmur yağmıyor, kış kurak geçiyor desen, eskiden de yağmazdı, sadece bu hükümet zamanında değil deniyor. Pes doğrusu…

*17/01/2022 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

12 Aralık 2021 Pazar

“…Çok Ekmek Yedik” *

94 ekonomik krizi öncesi idi. Bugünlerdeki gibi fiyatlar uçmuştu. Bir televizyon almak istiyordum. Alabilirsem ilk defa bir televizyonum olacaktı. Kaç esnafa vardıysam, kimse önünü göremediği için para bir tarafa televizyon bir tarafa dedi. Tanış olduğum bir esnaf ise dört taksit yapayım dedi. Dünden razıydım buna. Zira aldığım ücretin tamamını versem bir televizyon etmezdi. 

Sıra geldi televizyon beğenmeye. Gerçi elinde fazla da çeşit yoktu. Varsa da fiyatları daha pahalı idi. Alacağım markanın o modelini, Türkiye'nin meşhur markası ilk defa piyasaya sürmüştü. Ekranlarda "Bir dünya markası" şeklinde bol bol reklamı yapılıyordu. Teleteksi de vardı üstelik. 55 ekran bu televizyonun kulaklıkları içine monte edilmemişti. Kulağa benzer şekilde televizyonun sağına ve soluna takılıp çıkarılabiliyordu. Bir arkadaş, kulaklığın bu şekilde takılıp çıkarılması çok iyi düşünülmüş. Evde istediğin yere bu ses hoparlörlerini uzatırsın dedi. Taksitli de olsa ödeyebilir miyim demeden televizyonu aldım ve peşinatı vererek önüme konan üç senede imzamı attım.

“Bir dünya markası” olan bu televizyondan hiç randıman alamadım. Kumandasına pil dayandıramadım. Bir-iki haftada bir pilini değiştiriyordum. Pil de bildiğimiz kalem pillerden değil, köşeli pillerden idi. Bu da pahalı idi. Servisine bu durumu birkaç defa dile getirince şu kumandayı öneririm dedi. Orijinal kumandayı atarak önerilen kumandayı aldım. Kumandadan geçtim. Sürekli arıza üzerine arıza verdi. Televizyon açıkken ara ara kulakları patlatırcasına garip sesler çıkıyordu. Bu halde iken kumanda da görev yapmıyordu. Ayağa kalkıp düğmesinden kapatıp yeniden açman gerekiyordu. Garantisi bitmeden birkaç defa servisine götürdüm. Televizyon birkaç gün serviste kaldı her defasında. Usta, bir arıza görmedim deyip her defasında televizyonu geri verdi. Nedense bende arızaya geçen bu televizyon servise göre sağlam idi.

Böyle böyle kullandım bu televizyonu. Nihayet garantisi bittikten sonra yine aynı arıza ve yine servis. Arıza tespit edilememesine rağmen şunu değiştirdim, bu kadar para, bunu değiştirdim, şu kadar para dendi her defasında. Nizip, Kahta, Adana ve Konya’yı dolaştı benimle beraber. Artık servisi de bıraktım, gördüğüm tamirciye götürdüm. Kucağımda getirdiğim bu televizyonu gören her tamircinin yüzü güldü. Çünkü her biri bir parçasını değiştirdi ve hiçbiri para almadan beni eve göndermedi. Hasılı, dış ekranı ve heyula gibi kulaklıklarının dışında televizyonun iç parçasından değişmeyen kalmadı ve halen bu televizyon bende. Sonunda yeni bir televizyon aldım ama bu emektar televizyonu kullanmasam da belki lazım olur diye saklıyorum dünya kadar tamir parçası ödediğim bu “dünya markasını”.

Yeni ve geniş bir eve çıktım. Evin üst katına koydum bu televizyonu. Evde kalabalık etmesin diye tamirciye bu televizyondan bahsettim. Alır mısın bu televizyonu. Birine satarsın dedim. Tamirci, “Biz tamirciler o markanın o serisinden çok ekmek yedik. İşe yaramaz ve kimse de almaz” dedi. Halen evde duruyor.

Bahsettiğim bu televizyon markası, iki farklı ismiyle Türkiye’nin her yerinde çok satılan ve meşhur bir marka. Aşağı yukarı her evde bu firmanın ürünü var. Firma, sürdüğü bu serinin akıbetini ve genle şikayetleri bilmesine rağmen bu seriyi geri çekeyim demedi. Başka ülkede olsaydı, inanın aynı anda bu seri geri çekilir, müşteriye paraları geri iade edilir ve özür dilenirdi. Çünkü ciddi bir firmadan da bu beklenirdi.

94 yılında aldığım ve randıman alamadığım bu televizyonla ilgili beni yazı yazmaya iten, tamircinin “Biz bundan çok ekmek yedik” demesiydi. Bir şeylerden ekmek yiyen sadece televizyon tamircileri mi? Bu sözden hareketle sadede gelirsek, yazımı uzatmadan bu tiplerden de kısaca bahsetmek isterim. Zira yazımın ana fikri de bunun üzerinedir. Özellikle siyasilerimiz şu değer ve alanları kullanarak siyaset yapar ve bunlar üzerinden ekmek yer. Alan bitek olunca hep geçer akçe olmuştur. Yiyip yiyip bitiremediler. Kimi dini, dini değerleri ve toplumun değer yargıları üzerinden siyaset yapar. Bol bol ayet-hadis okur ve dini kullanır. Kimi Atatürk’ü kullanarak emellerine alet eder ve Atatürk’ten ekmek yer. Kimi de 38-50 arasındaki Türkiye yönetimini sürekli dile getirerek ben gidersem, onlar gelir demek suretiyle halka aba altından sopa gösterir ve yerini garanti altına alır vs.

Hülasa, bir şey üzerinden ekmek yiyenlerin en masumu, emeklerinin karşılığını alan televizyon tamircileridir. Esas ayıbı yapan, Türkiye insanının kanını emen ciddi görünümlü firması, dini ve Atatürk’ü emellerine alet ederek ekmek yiyenlerdir. Çünkü din ve Atatürk’ten ekmek yemek tehlikelidir. Dini referans kabul edenlerin, özü ve sözü bir değil ise bundan en büyük zararı din, aynı şekilde Atatürk’ü ağızlarından düşürmeyenlerin özü ve sözü bir değil ise bundan da en büyük zararı Atatürk görür.

*29/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.