Ana içeriğe atla

Bilin ki Suçlu Değilim

—Görüyorum ki her şeyi ağzına yüzüne bulaştırdın. Bu durumda ne yapmayı düşünüyorsun?

—Daha önce yaptıklarımı yapmaya devam edeceğim.

—Ne yapıyordun ki?

—Suçu daima başkasına atıyorum ve rahat ediyorum.

—Mesela?

—Dış güçler diyorum, stokçular diyorum, fırsatçılar diyorum. Diyorum diyorum diyorum. Rakiplerime kızıyorum ve bunlardan dolayı diyorum. Daha olmadı, bunların geçmişini ve zihniyetlerini sorguluyorum. Hiçbir şey yapamasam bile görmezden geliyor, bir şey yokmuş gibi davranıyorum.

—Farkındayım. Hayret ve şaşkınlık içerisinde izliyorum seni ve pes diyorum.

—Ne yapayım, bende hobi haline geldi bu.

—İşin garibi, ürettiğin mazeretlere inanan, bunları başkasına karşı ölümüne savunan sevenlerin de çok. Sırtın yere gelmez. Sahi, bu kadar mazeret ve gerekçeyi ne ara öğrendin böyle? Mektebinde mi okudun?

—Ne mektebinde okuyacağım. Ben hayatımda iki kitap bile okumamışım ki bu yaştan sonra mazeret ve gerekçenin okuluna gideyim. Ben hayatın kitabını yazmışım. Çocukluğum sağ olsun. Bu konuda anne ve babama da minnettarım. Zira beni iyi yetiştirmişler.

—Ne yapmışlardı rahmetliler?

—Küçükken yaramazdım. Nere bastığımı bilmezdim. Hep de düşerdim. Düştüğüm zaman kalkma imkanı olduğu halde yerden kalkmazdım. Gelip biri kaldırsın diye beklerdim. Gelip kaldıran olmazsa sesimi yükseltir ağlardım. Gelen var mı diye sağa sola bakardım. Kimse yoksa avazımın çıktığı kadar bağırmaya başlardım. Hoş, koşarak beni kaldırmaya gelen olursa da ağlardım. Beni yerden kaldırdıktan sonra da sus ağlama, kıyamam sana deseler de ağlamaya devam ederdim. Ne zaman susardım biliyor musun?

—Ne zaman?

—Ta ki düştüğüm yere “Ah seni ah seni” diye ayaklarını vuruncaya kadar”.

—Ama yerin suçu yok ki

—Biliyorum yerin suçunun olmadığını.

—Ne demek istiyorsun? Bugünlerle alakasını kuramadım.

—Çünkü niye dikkat etmedin, niye önüne bakmadın deselerdi, suç benim olacak ve ben bu suçla yüzleşecektim. Baktım ki annem ve babam bana hiç toz kondurmuyor. Dili olmayan gariban yeri tepeliyorlar.

—Eee?

—E’si, tüm suç bende olduğu halde bugün herhangi bir konuda mazeret, gerekçe üretebiliyorsam, güçlü bir savunma mekanizmam varsa, suçu hep başkasına atabiliyorsam, annem ve babamın hiç suçu olmayan yeri tekmelemesi bana çok şey öğretti. Unutma, suç işliyorsun ama suçu sahiplenmiyorsun ve suçu başka yerde arıyorsun. Hala bunu yapıyorum. Bundan çok ekmek yiyorum. Böyle olmasına rağmen bana inananlar olduğu müddetçe de bu formülü uygulamaya devam edeceğim.

—Böyle yapmakla için rahat mı bari?

—Hem de o kadar rahatım ki çocuklar gibi şen oluyorum.

—Ya vicdanın?

—Vicdanımla sorunum yok. Zira o benden ben de ondan memnunum. İki memnun bir araya gelince keyfime diyecek olmaz.

—Yani bedel ödemem, olup bitene tüh bile demem diyorsun.

—Aynen öyle.

—Sana tüm bu yolculuğunda bir kopya da ben vereyim. Aynı gerekçeleri üretmek bir gün kabak tadı verirse bunu da kullanabilirsin.

—Neymiş o?

—Biri, kahvehanenin karşısındaki park alanına aracını park eder. Park ettiği zaman aracının önünde ve arkasında hiç araç yoktur. Akşam eve gideceğinde, yanında çalışanları da aracına alır. Mevsim kış olduğu için binenlerin nefesinden aracın camları buharlanır. Arabayı çalıştırır. Arka arkaya gitmeye kalkar. Arkadaki araca çarpar. Yanındaki yeğeni, emmi! Arkada araba var dediyse de yok, taştır diyerek arabaya gerisin geri bir daha vurur. Aracına vurulduğunu kahvehanenin önünde gören sahibi ise hop hop diyerek koşarak gelir. İnip bakarlar ki arkada bir araç var. Arabaya çarpan ne diyebilir bu durumda? Sıkı dur. “Sen bu arabayı niye hava rengine boyattın” diyerek hatasını hiç üzerine almaz. Adam ne dedi bilmiyorum ama öyle zannediyorum, böyle bir gerekçe karşısında küçük dilini yutmuştur. Anlaşılan onun ailesi de küçüklüğünde yeri çok tekmelemiştir.

—Bu da güzelmiş. Dağarcığımda bulunsun. Sırası geldi mi kullanırım. Yaşa, var ol.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde